İçeriğe geç
Anasayfa » HAYÂ MÜSLÜMANIN BİR VASFIDIR

HAYÂ MÜSLÜMANIN BİR VASFIDIR

Sözlükte “utanma, çekinme” vb. anlamlarına gelen hayâ,  kınanma endişesiyle kurallara aykırı davranmaktan kaçınma ve bunu sağlayan duygu demektir.

Bir ahlâk terimi olarak hayâ, “kişinin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terketmesi” ve  “kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terk edilmesinden dolayı insanın yü­zünü kızartan sıkıntı” gibi değişik şekillerde açıklanmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de üç âyette hayâ keli­mesi geçmektedir.  Bunlar, Kasas sû­resinde (28/25),  Hz.   Şuayb’ın kızlarından birinin Hz. Mûsâ ile utanarak/hayâ ederek konuşması; Ahzâb sûresinde (33/53), bazı müslümanların Peygamberimizi uygunsuz zamanlarda rahatsız ettikleri, fakat onun hayâsın­dan dolayı bu rahatsızlığını ifade edeme­diği belirtilmekte; başka bir âyette ise müşriklerin Kur’an’da karınca, sinek gibi küçük yaratık­ların örnek olarak gösterilmesinin uygun olmadığı yolundaki iddiaları­na karşı,  “Şüphesiz Allah -gerçeği açıkla­mak için- sivri sineği ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten hayâ etmez.”  şeklinde cevap verildiği Bakara Sûresi 26. ayetidir.

A’râf Sûresinin 26. âyetinde geçen “libâsü’t-takvâ”/takva elbisesi sözü de kimi müfessirlerce, iman ve istikametin yanında insanın yaratılıştan sa­hip olduğu, onun ruhunu bezeyip ahlâkını koruyan hayâ duygusu olarak anlaşılmıştır.

Hayâ kelimesi hadislerde de geçmektedir. Buna göre, “Hayâ bütünüyle hayırdır” ; “hayâ sa­dece iyilik getirir”; “dört haslet pey­gamberlerin sünnetindendir: Hayâ, gü­zel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek”.  Kendisi de örnek alınacak yüksek bir hayâ duygusuna sahip olan Peygamberimiz, aynı fazilete sahip olmasından dolayı; kendisini ziyarete gelen Hz. Ebû Be­kir ve Hz. Ömer’i rahat bir vaziyette karşıla­dığı halde Hz. Osman geldiğinde hemen der­lenip toparlanmış; bunun sebebi sorul­duğunda ise, “Meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz” demiştir.  Bütün ilgili kaynaklarda yer alan, “Hayâ imandandır” anlamındaki ha­dis, konunun önemini göstermektedir. Bilhassa, “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” mealindeki hadis,  hayânın müslümanların en belirleyici ahlâkî niteliklerinden olduğunu ifade etmektedir. “Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin” ha­disi de tarih boyunca İslâm toplumlarının ahlâk zihniyeti ve terbiyesinin karakterini belirleyen bir ölçü olmuştur.

Edebî-ahlâkî mahiyetteki eserlerin göz­de konularından birini de hayâ erdemi oluşturmuş, bu eserlerde âyetler ve ha­disler yanında ünlü şairler ve ediplerden ilgi çekici örnekler verilerek hayânın önemi anlatılmıştır.

İnsanlardaki iyilik ve kötülü­ğün bazı alâmetleri bulunduğunu kayde­den büyük alim Mâverdî iyilik alâmetlerini ar ve hayâ, kötülük alâmetlerini de arsızlık ve ha­yâsızlık şeklinde gösterir. Hayânın ahlâkı koruma işlevini de şöyle ifade eder: “Hayâdan mahrum olmuş insanı artık kötü­lükten alıkoyacak, haramdan uzaklaştı­racak bir engel kalmaz; bu kişi dilediğini yapar, istediği gibi yaşar.”

Hayânın iffet erde­minden doğan bir fazilet olduğu beyan edilirken tasavvuf kitaplarında bu fazilete büyük önem verilmiştir. Ebû Süleyman ed-Dârânî, insanların genellik­le dört sebepten dolayı iyi işler yaptıkla­rını belirterek bunları havf, recâ, tazim ve hayâ şeklinde sıralar. Ayrıca en üs­tün amelin, kişiyi her durumda Allah’ın gördüğü şuurundan kaynaklanan hayânın tesiriyle yapılan amel olduğu ifade edilir. İlk mutasavvıflardan Haris el-Muhâsibî,  “kalbin sereserpe hareket etmek­ten sakınıp çekinmesi”, “Allah’ın hoşlan­madığı her türlü kötü huydan arınmak”,”temiz tabiatın iyilere de kötülere de faydası olan bir işlevi” şeklin­de tarif ettiği hayânın riya ile karışma tehlikesi üzerinde önemle durmuştur. Bu titizlik daha sonraki mutasavvıflarca da sürdürülmüştür.

Hayâ, insanın mahiyetini gösteren gerçek bir alamet ve iman kıymetini ve edeb miktarını yansıtan bir vasıftır. İslâm,  müslümanlara hayâyı emretmiş ve onu İslam’ı diğer dinlerden ayıran en büyük faziletlerden kabul etmiştir. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Her dinin (kendine mahsus) bir ahlâkı vardır, islam’ın ahlâkı da hayâdır.”

Şüphesiz ki îman, insanla Rabbi arasında yüce bir bağdır. Bu bağın ilk belirtileri, nefis tezkiyesi, ahlâkın düzeltilmesi, hayâsız davranışlardan kaçınılması ve hareketlerin yerli yerinde olmasıdır.  Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Hayâ ile iman birbirini tamamlar, biri gidince diğeri de gider”.  (“Allah (c.c.) bir kulunu helak etmek isterse ondan hayâ duygusunu alır. Hayâsı alındığında onu hep yanlış davranışlar içinde bulursun. O,  hep böyle yaşayarak   nihayet emanet duygusunu da yitirir. Onu yitirince artık onu hâin olarak görürsün. Sonra bu halde yaşayarak  merhamet duygusunu da kaybeder. O bu hale düşünce onu terk edilmiş ve kovulmuş bir halde bulursun. Nihayet onu görürsün ki İslam halkası artık boynundan çıkmıştır”)

İnsan, hayâ perdesini yırtınca yaptıklarının hesabından korkmaz, insanlar tarafından kınanmaktan çekinmez ve kötülükler içinde yaşamaktan utanmaz, rahatsız olmaz.

Müslüman, her zaman haktan yana olur; haksızlıklar ve haramlar içinde yaşamasına hayâsı müsaade etmez.  Hayânın en güzelinin Allah (c.c)’a karşı olanı olduğunu iyice bilir. Müslüman, Allah’ın verdiği rızıktan yer, havasını teneffüs eder, toprağında gezer, göğünün altında barınır. Bunun farkında olarak her zaman Allah’tan hayâ eder.  İbn-i Mes’ud Rasûlullah (s.a.v)’ın mealen şöyle buyurduğunu rivayet eder: Allah Rasûlü, “Allah (c.c)’tan hakkıyla hayâ ediniz, buyurunca, “Ey Allahın Rasûlü, hamd olsun bizler Allah (c.c)’tan hayâ ediyoruz.” dediler. Peygamberimiz (a.s), “Hayır sizin düşündüğünüz gibi değildir. Gerçek hayâ başını (yani zihninde ve gönlündeki düşünceni) muhafaza etmen, midene hiçbir haram lokma göndermemen, iffetli olarak yaşaman ve mezara konulup orada yapayalnız kalacağını ve çürüyüp toprak olacağını düşünmendir. Kim ahiret alemini isterse dünyanın oyalayıcı zinetlerini terk edip ahireti tercih eder. İşte kim bunları yaparsa gerçekten Allah (c.c)’tan hayâ etmiş demektir.”

Kaynaklarda, hayânın Allah’tan utanma ve insanlardan utanma şeklinde iki çeşi­dinden söz edilir.  Bazı eserlerde buna bir de insanın kendi kişiliğinden hayâ etme­si eklenir. Cürcânî bunlardan ilkini psikolojik/nefsânî, ikin­cisini de imânî hayâ diye anar. Yukarıda geçen “Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz” buyruğu ile başla­yan hadiste bunun için insanın duyu organlarını, aklını ve bedenini tüm günahlar­dan koruması, âhireti isteyerek dünya­nın geçici zinetlerini terk etmesi gerekti­ği ifade edilir.

Daha çok tasavvufta Al­lah’tan hayâ konusu özel bir ehemmiyet taşır. Hâce Abdullah el-Herevî, seçkinler zümresi dediği tasavvuf ehlince takip edi­len yolun ilk mertebelerinden saydığı bu anlamdaki hayânın üç derecesinden bah­seder: Kulun Allah tarafından görülmek­te olduğu bilincinden kaynaklanan hayâ, Allah’a yakınlık halindeki tefekkürden do­ğan hayâ ve  hazret makamını müşahede­den doğan hayâ. İlk merhalede kul mücâhedenin meşakkatine katlanmayı, belâ­lardan şikâyet etmemeyi öğrenir; ikinci merhalede sevgide sebat gösterir, Hak ile ünsiyet kurup halktan ilişkiyi keser; üçüncü merhalede ise hayâ ile heybet birleşir, Allah ile kul arasında bir bakıma ayrılık orta­dan kalkar.

İmam Gazzâlî’ye göre çocukta tem­yiz melekesinin ilk alâmetlerinden biri hayâ duygusunun belirmesidir. Çocuğun mahcubiyet duyup bazı fiilleri terk etmesi onda akıl ışığının parlamaya başladı­ğının göstergesidir. Böylece çocuk, kendi muhakemesiyle bazı şeyleri çirkin görme­ye ve onları yapmaktan çekinmeye başlar. Gazzâlî, bu noktadan itibaren çocu­ğun eğitimiyle ilgilenmenin önemini be­lirterek bu eğitime yemek ve sofra âdâbıyla başlanmasını tavsiye eder.

Mâverdî çocukta gözlenen hayâ­yı, onun tabiatındaki samimiyetten kay­naklanması sebebiyle büyüklerin riya ih­timali taşıyan hayâsından daha değerli sayar.  Hayâ ile akıl arasında ilişki kurma ve böy­lece hayâyı sadece bir duygu değil aynı zamanda bir düşünme ve muhakeme ürünü olarak değerlendirme temayülü Gazzâlî’den başka âlimlerde de görülür. Bu du­rum, İslâmî düşüncede aklın hem bir zih­nî aydınlanma hem de ahlâkî aydınlan­ma aracı olarak düşünülmesinden kay­naklanır.

Netice olarak diyebiliriz ki, “hayâ bütünüyle hayırdır, sa­dece iyilik getirir”, pey­gamberlerin “hayâ, gü­zel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek” gibi temel dört özelliklerinin ilki olarak yerini alır.   Yüksek bir hayâ duygusu taşıyan Allah elçisi, bu konuda da ümmetin örneği ve rehberidir.