İçeriğe geç
Anasayfa » SÜNNETSİZ İSLÂMİ BİR HAYAT MÜMKÜN MÜ?

SÜNNETSİZ İSLÂMİ BİR HAYAT MÜMKÜN MÜ?

Şüphesiz ki; mü’minin hayat ölçüsü Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Rasûlillahtır. Efendimiz (s.a.v) veda hutbesinde şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar sizlere iki şey emanet ediyorum. Bu iki şeye (sımsıkı) sarıldığınız zaman yolunuzu hiç (bir zaman) şaşırmayacaksınız (sıratı mustakimde daim olacaksınız, size emanet ettiğim) bu iki şey:

1-Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim,

2-Onun Rasûlünün sünnetidir.”

Yani mü’min isek ferdî, ailevî ve cemiyet hayatımızı bu iki ölçüye göre düzenlemek zorundayız. Çünkü mü’minin mihenk taşı Kur’an-ı Kerim ve Allah Rasûlü’nün sünnetidir (Onun hayat ölçüsüdür).

Rasûlullah’ın veda hutbesindeki bu hadis-i şeriften ilhamla Sufyan Sevrî rahimehullah Hazretleri şu ifadeleri söylüyor:

“Söylenen söz kabul edilmez (söz) amele dönüşmedikçe.

Amel kabul edilmez (yapılan amel ihlâsa dönüşmedikçe) ihlâs olmayınca.

İhlâs da(yapılan amelde) kabul edilmez Kur’an ve sünnet (ölçüsüne) uymadıkça”

Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak içinde yegâne yol Efendimiz’in hayatını kendimize rehber edinmektir. Hasan Basri Hazretleri demektedir ki:

“Her kim Resullah (s.a.v)’ın sünnetine muhalefet ederse, sünneti ölçü almadan Allah’ı sevdiğini iddia ederse o kimse kezzaptır (çok yalan söyleyendir). Çünkü Kuran-ı Kerim onu şu ayet-i kerimesiyle yalanlamaktadır:

“(Rasûlum! Allah’ı sevdiklerini iddia edenlere) de ki: “Eğer (Siz) Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun (Hayatınızı sünnet ölçüsüne göre düzenleyin) ki; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çokça afveden ve çokça merhamet edendir.”[1]

Sehl Bin Abdullah Tüsteri (k.s) diyor ki: “Bizim mezhebimizin (meslek ve meşrebimizin) üç esası (ana temeli vardır):

Ahlak ve ef’alimizle (davranışlarımızla) Rasûlullah (s.a.v)’ın sünnetine uymak (sünnetin temel ölçü olarak alınmasıdır).

Helal lokma ile beslenmek (bilumûm haram ve yasaklardan şiddetle kaçınmaktır)

İhlâs (Yapılan bütün amellerde ve niyette ihlâs ve samimiyetin hâkim olmasıdır.)

Cüneyd Bağdadî Hazretleri de Efen-dimiz’e ittibanın ehemmiyetini şu şekilde dile getirmektedir:

“Allah Rasûlünun izinden giden, sünnetine uyan ve O’nun yolunu takip edenlerin dışında kalan herkese bütün hayır yolları kapalıdır. Çünkü hayır yollarının hepsi O’na (Rasûlullah’a), O’nun izini takip edenlere ve sünnetine (sımsıkı) sarılanlara açıktır.”

Ubeydullah  ibn Râfiî (r.a) Efendimiz (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Sakın (ola ki;) sizden biriniz benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde koltuğunda yaslanmış bir halde iken: Biz onu bunu bilmeyiz Allah’ın kitabında (Kur’an-ı Kerim’de) neyi bulursak ona tabi oluruz. Kur’an’dan başka bir şey kabul etmeyiz. Hepsi bu kadar derken bulmuş olmayayım.”

Nebevî bir mucize olarak Efendimiz (s.a.v) asırlarca evvel bu tip kimselerin türeyeceğini nübüvvet nuru ile müşahede etmiş ve haber vermişlerdir. Efendimiz’in fem-i saadetlerinden dökülen bu inci taneleri, bu mucizevî sözleri ne yazık ki; bu gün bir kısım ilim erbabı tarafından hem de ilim adına tahakkuk ettirilmektedir.

Sünnet-i nebeviyyeyi ölçü ve delil olarak kabul etmeyenler hâşâ, Efendimizi bir postacıya benzeterek, kendisine geleni getirip anlattı ve işi bitti gibi bir müslümanın düşünmesi dahi çirkin olan ifadeler sarf ediyorlar.

Bu ifadeleri ilim adına güya bir övünç vesilesi imiş gibi rahatça kullanabilme cüretini gösteriyorlar.

Kuran-ı Kerim’in konu ile ilgili uyarılarını dikkate almayıp Kuran’ı tek kaynak olarak kabul etmeleri cahillikleri ve haddi aşmalarından kaynaklanmaktadır. Zira Nûr Sûresi’nin 63. ayet-i kerimesinde şöyle buyruluyor:

“Rasûlun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın (bir musibetin) inmesinden yahut kendilerine açıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.”

“Rasûlullah size neyi verirse onu alın, neyi (de) nehy ediyorsa (yasaklıyorsa) ondan da (şiddetle) kaçının”

“Kim Rasûle itaat ederse; Allah’a itaat etmiş olur.”

“And olsun ki; Allah’ın Rasûlünde sizin için Allah’a (Allah’ın rahmetine, rızasına) ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar (mükâfat ve uhrevî nimet beklenti içinde olanlar), ilahi azaptan korkanlar  ve (her haliyle her an) Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.”

“Hayır, öyle değildir. Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan ihtilafta (anlaşmazsızlıkta) seni hakem yapmadıkça (hakem kabul etmedikçe) sonra da verdiğin bir hükümden dolayı hiçbir sıkıntı duymadan sana tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” ayet-i kerimeleri de Sünnet-i seniyyenin ehemmiyetini iman eden gönüller için açıkça ortaya koymaktadır.[2]

Sünnet olmadan Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması ve yaşanması mümkün müdür? Peygambersiz ve sünnetsiz İslamî bir hayat sürdürmek mümkün müdür? Sünneti hayatlarından dışlayanlar acaba İslam’ı neye göre ve nasıl yaşayacaklar?

Hulasa sünnet olmadan İslam’ı ne anlayabilmemiz ne de yaşayabilmemiz mümkün değildir. Acaba Sünnet-i seniyyeyi ve İslam peygamberini önemsemeyenler aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’i de önemsemediklerinin farkında mıdırlar?

Ya Rab! Efendimiz (s.a.v)’ni hayatını hayatımıza, güzel ahlakını ahlakımıza, duygu ve düşüncelerini beynimize sevgi ve muhabbetini de kalbimize nakşeyle.

Ya Rab! Bize sonu şahadet olan ameller yapmaya muvaffak eyle, Nefsimizdeki olumsuzlukları değiştirmede bize yardım eyle. Hakkı olduğu gibi anlamayı, anlatmayı, yaşamayı ve yaşatmayı nasip eyle.

Ya Rab! Bizi sevdiklerinle beraber yaşat, sevdiklerinle beraber öldür, sevdiklerinle beraber haşret, sevdiklerinle beraber Firdevs Cennetlerine girmeyi nasip eyle.

Ya Rab! Senin zikrini anmayı ve yaşamayı nasip eyle.

Ya Rab! Bile bile şirk koşmaktan sana sığınıyoruz, bilmediklerimizden affına sığınıyoruz. Amin.

[1]  Al-i İmran, 31

[2]  Nûr, 63; Haşr, 7; Nisa, 80; Ahzap, 21.