İçeriğe geç
Anasayfa » KADINLARIN CAMİDEKİ YERİ

KADINLARIN CAMİDEKİ YERİ

Namaz, Allah’a kulluğun ifadesidir.

İnsanın en önemli görevi Allaha kul olmaktır. İnsan; Allahı tanımak ve O’na kulluk etmek için yaratılmıştır. Dünya hayatının asıl gayesi, ebedî hayata sermaye olacak şekilde Allah’a kulluk şuuru içerisinde  yaşamaktır.

En önemli kulluk görevlerinden biri namazdır. Namaz, Allah ve Rasûlünün emrettiği şekilde ibadet ve ubudiyet gereği Allah’ın huzurunda kıyama durmak, O’nun huzurunda eğilmek, O’nun rızası için yere kapanmak ve O’nun huzurunda diz çökmektir. Namaz hayatımızı aydınlatan bir nur, namaza anlam katan bir şuurdur. Namaz dinin direği, mirac-ı nebevî hediyesidir. Namaz, kulun Rabbi ile en yakın iletişim vesilesidir.

Namazın eda şekli, bizzat Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem tarafından gösterilmiş; “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız öyle namaz kılın,”[1] emriyle her konuda olduğu gibi namaz konusunda da O’nun örnekliğine başvurmamız emredilmiştir.

Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem birlik ve beraberliğin, İslam kardeşliğinin, manevî haz  ve coşkunun canlı bir şekilde yaşandığı Cemaatle Namaz’a büyük önem vermiş, cemaatle kılınan namazın yanlız kılınan namazdan yirmiyedi derece daha üstün olduğunu ifade etmiş, bizzat kendisi hayatı boyunca bütün farz namazları cemaatle kılarak fiilî sünnetiye bunun önemini vurgulamıştır.

“Allahın kadın kullarının mescidlere gitmelerini engellemeyin”

Kadınların en faziletli ve sevabı en bol namazı, evlerinde kıldıkları namazdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem kadınların en hayırlı namazının gözden uzak, sükûnet içerisinde evlerinde kıldıkları namaz olduğunu ifade etmiştir.[2]

Bununla birlikte arzu ederlerse kadınların da cemaatten, cemaatin manevî ikliminden istifade etmesini istemiş, “Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescidlerine gitmelerini engellemeyin”[3] buyurmuştur.

“Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescidlerine gitmelerini engellemeyin.” hadisinde “kadınlar” yerine “Allahın kadın kulları” (imâullah) ifadesinin kullanılması ile ince, anlamlı, nebevî bir mesaj verilmektedir. Kadınların da “kul” olmaları itibariyle ibadete, ibadetten haz almaya, cemaatle ibadetten lezzet almaya hakları vardır. Bunu engellemek, kadının “Allah’ın kulu” olduğu gerçeğini gözardı etmek demektir. Bunu engellemek ibadet hürriyetini kısıtlamak demektir. Böyle bir durumun kabul edilmesi mümkün değildir.

Ramazan ayınının son on gününü itikâfla geçiren Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem,  hayatının son yılında yirmi gün itikâfta bulunmuştu. Onunla birlikte hanımları da itikâfa girmek isteyince; annelerimiz için Mescid-i Nebevî içerisinde ayrıca müstakil çadır kurulmasını emretmiş, mü’minlerin anneleri oldukları halde gözden uzak, çadır içinde ibadet etmeleri temin edilmişti.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, cemaatin psikolojik ve fizyolojik özelliklerini dikkate alarak cami içindeki “cemaat düzeni” konusunda çok önemli bir kural koymuştur. Bu kural; kadın ve erkeklerin camide ve cemaatte ayrı ayrı yerlerde bulunmaları gereğidir.

Kadınların cemaatle namazda erkekler ve çocuklardan sonra en arkada durmalarının başka hikmetleri ve inceklikleri de olabilir. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Ümmü Süleym’in evinde cemaatle namaza kılarken Enes b. Malik ve yetim çocuk Dumayra Peygamberimizin arkasında namaza durmuş; Enes’in annesi Ümmü Süleym künyesiyle tanınan Rumeysa Radıyallahu anhâ geride namaz kılmıştı.[4]

Kadın saflarının en hayırlısı en son saftır:

Namaz kılan mü’min, namazında huşû sahibi olmalı; gönlünü Allah’a vermeli, gönül huzuru ile ibadet etmelidir. Huşû, kimin huzurunda bulunduğunun şuurunda olma halidir. Yaşlı gözlerle, gönül ürpertisi içinde şartlarına, sünnetlerine ve âdabına uygun olarak kılınan namaz, iki cihanda felâha, hakikî kurtuluşa vesiledir: “Namazlarında huşû sahibi olan mü’minler, gerçek kurtuluşa erenlerdir.”[5]

İbadet ortamındaki gönül huzuru, ibadet esnasında kadın ve erkeklerin fizik anlamda birbirlerinden uzak olmalarıyla mümkündür. Bazı sesler, bazı sözler ve bazı tavırlar farkında olmadan dikkat dağıtabilir, dolayısıyla insanı manevi iklimden uzaklaştırabilir.

Bu sebeple olmalıdır ki; Sahih-i Müslim’de Ebu Hureyre (r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte; “Cemaatte erkeklerin saflarının en hayırlısı ilk saf ve en kötüsü en son saftır. Kadınların saflarının en hayırlısı en son saf ve en kötüsü ön saftır,”[6] buyurulmuştur.

Bu hadis-i şerife göre cemaate katılan erkeklerin en çok ecir ve sevap kazanacakları saf, cemaatteki ilk saf; en az ecir ve sevap kazanacakları saf ise son saftır. Kadınların en çok ecir ve sevap kazanacakları saf cemaatteki son saf; en az ecir ve sevap kazanacakları saf ise ilk saftır. Gayet tabiidir ki, bunun sebebi iki cins arasındaki yakınlık ve uzaklık meselesidir.

İbadet ortamı, nezih bir ortam olmalıdır. İbadet ortamındaki insan rahatsız edilmemeli, incitilmemeli, üzücü ve kırıcı davranışlara muhatap olmamalıdır. İbadet ortamında bulunan batıl din mensubu gayr-i müslimlere savaş durumunda bile dokunulmamalıdır.

İbadet ortamı sükûnet ve saadet ortamıdır. İbadet ortamı, kulun Rabbiyle başbaşa kaldığı bir ortamdır. İbadet ortamı dua ve niyaz, tevbe ve istiğfar, yalvarış ve yakarış ortamıdır.

İlahî rızayı erişebilmek için, daha çok ecir ve mükâfat kazanabilmek için, cami ve cemaate katılmaya gayret eden kadın-erkek her müslümanın bu ibadetini en güzel, en nezih şekilde yapma imkânı verilmelidir. Cami ve cemaat ortamı, erkek ve kadınların ayrı ayrı gönül huzuru ile ibadet edecekleri bir ortam olmalıdır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hanımların ibadetine önem vermiştir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve-sellem’in; Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebevî’ye ibadete gelen kadınlar için özel bir kapı (Babü’n-Nisa) tahsis etmesi, Peygamberimiz’in özel dersinden daha çok yararlanmak isteyen hanımların talebi üzerine hanımlara özel olarak hitab etmek için özel bir gün tahsis etmesi[7] son derece anlamlıdır. Medine’deki hanımların da cemaatle namaz için özellikle sabah ve yatsı namazlarını  tercih etmeleri[8] gönül kirliliğine sebep olmamak içindir.

“Allahın kadın kullarının Allahın mescidlerine gitmelerini engellemeyin”[9] buyuran Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, kadınların erkeklerin ilgisini çekecek davranışlardan da kaçınmalarını emretmiştir. Erkeklerin ilgisini ve dikkatini çekecek şekilde güzel kokular sürünerek[10] ve süslenerek camiye ve cemaate katılmalarını kesin bir ifade ile reddetmiştir.[11]

Kadınların camiye gelmeleri konusundaki hadisleri sürekli ve ısrarla vurgulayanların camiye gelirken güzel koku kullanmamaları ve dikkat çekici bir şekilde süslenerek sokağa çıkmamaları konusundaki hadislere de temas etmeleri gerekmektedir.

Nebevî bir tavsiyeyi söz konusu edip diğerini gözardı etmek “ilmî emanete aykırı” bir anlayış olarak mütalâa edilmelidir. İlim ve irşad erbabı, nebevî emir ve tavsiyeler arasında seçici ve ayıklayıcı olmamalı, Allah Rasûlünün emirleri ve tavsiyelerinin tamamını gözönünde bulundurmalıdır.

Müslüman kadına hicab ve tesettürün emredilmesi, onun toplum içerisinde yeralması sebebiyledir. Evinde oturan kadına “cilbab” (evi dışında nikâh düşen kimselere karşı giymesi gereken dış elbise) farz değildir. Kadın ev içinde, muhataplarının durumuna göre edeb ve nezahete uygun şekilde giyinir.  Nâ-mahrem olanlara karşı evi dışında cilbab’a bürünecek ve toplum içine girecek olan kadın, istenen manevî şartlara da riayet edecektir.

Bu konuda en hassas şahsiyetlerden biri olan Hz. Aişe validemiz: “Eğer Allah Rasûlü sallalllahu aleyhi ve sellem bu günleri yaşamış olsaydı, İsrail oğullarının hanımları engellendiği gibi, kadınların mescitlere çıkmalarını engellerdi” demiştir.[12] Bunun sebebi kadınların güzel koku sürünerek ve süslenerek dışarıya çıkmaları ve ilk dönemdeki İslâmî hassasiyeti kaybetmeleri idi.

Bedreddin el-Aynî, Hz Aişe validemizin bu sözünü naklettikten sonra şöyle demektedir: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ, günümüz kadınlarının çıkardıkları çeşit çeşit bid’atlar ve münkeratı görmüş olsaydı, elbette sözleri daha şiddetli olurdu. Üstelik o zamanki kadınların ortaya koyduğu yeni uygulamalar, günümüz kadınlarının ortaya koyduğu uygulamalara göre nispetle binde bir kalır.”[13]

Bundan altıyüz sene önce Mısır’da yaşayan Gaziantep asıllı değerli İslam âlimi Bedreddin el-Aynî, ya günümüz müslümanlarının acı durumunu görseydi ne derdi?

Kadınların bayram namazına gelmeleri

Hanımların manevî ikimden haz almalarını arzu eden, bayram namazı için Medine dışında musallâ (namazgâh) denilen yere gelmelerini arzu eden hatta emreden Peygamberimiz, bu namaz esnasında hanımların erkeklerden farklı bir yerde, erkeklerden uzak bir yerde bulunmalarını emretmiştir.

Kadınların namazgâhta bayram namazına davet edilmelerinin sebebi, sadece namaz kılmaları değildir. Namaz kılamayacak durumda olanlar da bayram namazına davet edilmişlerdir. Yeni kurulan Medine İslâm toplumunda hanımların da manevî atmosferden istifade etmeleri arzu edilmiştir. Peygamberimiz hanımların Medine-i Münevvere dışındaki bayram namazlarına katılmalarını emrederken; “Hanımlar, bu hayırda ve mü’minlerin duasında bulunsunlar”[14] buyurarak onların bu hayırlı topluluk, bu seçkin cemaat, bu güzel tablo ve bu mükemmel manevî atmosfer içinde bulunmalarını istemiştir. Bu güzel uygulamayı İmam Buharî Sahih’inde on altı ayrı yerde nakletmiş, bu hadisi on altı ayrı noktada değerlendirmiştir.[15]

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, gönülleri dinlendirici güzel sesi ve müstesna edasıyla namazgâhta kıldırdığı bayram namazından sonra erkeklere bulundukları yerde kalmalarını söylemiş, yanına Hz. Bilâl’i alarak hanımların bulunduğu yere gitmiş, hanımlara özel ders vermiş, Allah yolunda infak etmelerini, sadaka vermelerini tavsiye etmiş, Bilâl de hanımların Allah için verdikleri takı ve ziynetleri eteğinde toplamıştır.[16]

Böylece kadınların bayram sabahının manevî ikliminde bulunmaları istenmiş, bu manevî atmosfere bizzat katılmaları tavsiye edilmiş; ama manevî iklimi olumsuz yönde etkileyecek söz, tavır ve kıyafetlerden sakınmaları emredilmiştir. Kadınların manevî ve psikolojik özellikleri ile fizyolojik özellikleri birlikte değerlendirilmiştir.

Kadının cami içindeki ibadeti için gerekli İslâmî şartlar yerine getirilmelidir.

Günümüzde arzu eden kadınlara camiin özel bölümünde ibadet etmeleri fırsat ve imkânı mutlaka verilmelidir. Bu amaçla kadınlara ait özel kat tahsisi gibi geçmişteki uygulamalar yanında yeni bir uygulama olarak özellikle yeni inşa edilen camilerde koyu renkli cam perdeler kullanılabilir. Arkada bir bölüm tahsisi yerine camiin sağında veya solunda yan tarafta ama arada koyu cam perdeler kullanılarak hanımlara özel bölüm tahsis edilebilir. Ama önemli olan; cami içinde, camiye giriş ve çıkışta ihtilata sebebiyet verilmemesi, ibadetin nezih ortamının gölgelenmemesidir.

Cemaate katılması istenen hanımlara sünnet-i seniyyede olduğu gibi özel kapı (Babü’n-Nisâ-hanımlar kapısı) tahsis edilmeli, cami içinde, camiye giriş ve çıkışta erkeklerle karşılaşmamaları temin edilmelidir.

Erkek de; kadın da toplum içinde İslamî kişiliğe aykırı söz, kılık kıyafet ve davranışlardan uzak durmak zorundadır. Kadın iffet ve tesettürü ile, hayâ ve edebi ile, hicab ve nezaheti ile toplum içindeki yerini alacak, ama İslamın onaylamadığı, İslamî kişiliğini zedeleyecek her çeşit söz, kılık, kıyafet ve davranışlardan uzak duracaktır.

Kadınların da bayram namazına katılmaları gerektiğini ifade edenler, tablodaki diğer ayrıntıları gözardı etmemelidirler. Tablo bütünüyle okunmalı, bütünüyle değerlendirilmelidir. İslamın hiçbir zaman “yasaklayıcı” ve “engelleyici” konumda olmadığı, fert ve toplumu “ıslah edici” ve “tanzim edici” konumda bulunduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Birbirlerine nikâh düşen kadınlarla erkeklerin içiçe, yanyana, başbaşa hiçbir çekince olmaksızın samimî ve lâubalî bir edâ ile görüşüp konuşmalarına  İslam Fıkhında “ihtilat” adı verilmekte ve bu çeşit görüşmeler İslâm âlimlerinin tamamı tarafından “haram” olarak kabul edilmektedir. Flört adı verilen bu şekildeki haram ilişkiler, günümüz toplum hayatında ve iş hayatında maalesef giderek yaygınlaşmaktadır. Yaygınlaşan haram uygulamalar, bizim İslamî titizliğimizi zedelemekte, -Allah korusun- haramlara karşı hassasiyeti kaybetmemize sebep olmakta, kadın-erkek ilişkileri konusundaki görüşlerimize olumsuz yansımaktadır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve-sellem’in cami içi düzeninde emrettiği uygulama, erkeklerin önde, kadınların erkeklerden uzakta ve arkada yer almaları şeklindedir. Peygamberimiz’in sürekli uyguladığı bir sünnetin, hangi gerekçe ve bahane ile olursa olsun hafife alınması, gözardı edilmesi veya yok sayılması; Peygamberimiz’e karşı hürmetsizliktir, Sünnet-i Seniyyeyi ve İslam Fıkhının tarih boyunca İslam coğrafyasının tamamında yaşanan bir hükmünü görmezlikten gelmedir.

Birilerine şirin görünme adına, modern görüntü sergileme, İslamcı feminist (!) düşünceleri ihya etme adına, mü’minlerin cami içi ibadetindeki safiyet ve nezahete sahip çıkılmamasına sebep olacak fetva, görüş ve düşünceler; nereden gelirse gelsin kabul edilemez. Diyanet Teşkilatı, İlahiyat Camiası ve İslamî Cemaatler bu konuda en hassas olmaları beklenen kurumlardır.

İbadet hayatında verilecek taviz, İslamî hayatta yabancılaşmaya, basit dünyevî amaçlar uğruna dinin ulvî değerlerinin gözardı edilmesi anlamına gelecek, giderek uzaklaştığımız İslâmî hayattan biraz daha uzaklaşmamıza sebep olacaktır. Bunun Allahın huzurundaki büyük sorumluluğunu her müslüman ve özellikle ilim ve irşad erbabı müdrik olmalıdır.


[1]  Buharî: Ezan 18, Edeb 27

[2]  Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/297; 301

[3]  Buhari: Cuma 13; Müslim: Salât 136; Ebu Davud: Salât  52

[4]  Buhari: Sıfatü’-Salât 82

[5]  Mü’minûn Suresi: 1

[6]  Müslim: Salât 130; Ayrıca bkz. Ebu Davud: Salât 97; Nesaî: İmamet 17; İbn Mace: İkamet 45

[7]  Buharî: İlim 101

[8]  Buhari: Sıfatü’-Salât 83

[9]  Buhari: Cuma 13; Müslim: Salât 136; Ebu Davud: Salât  52

[10]  Müslim: Salât 142; Nesaî: Ziynet 37

[11]  Ebu Davud: Salât 52; Darimî: Salât 57

[12]  Buhari:  Ezan 163; Müslim: Salât 144; Tirmizî: Cuma 36

[13]  Bedreddin el-Aynî, Umdetü’l-Kari: 5/236

[14]  Ebu Davud: Salât 241; İbn Mace: ikamet 165; Nesaî: Iydeyn 3, 4

[15]  Buhari:  Hadis No: 98, 863, 962, 964, 975, 977, 979, 989, 1431, 1449, 1895, 5249, 5880, 5881, 5883, 7325

[16]  Buharî: İlim  32 Hadis No: 98