İçeriğe geç
Anasayfa » BİR MİLLET MABETSİZ VE MEKTEPSİZ YAŞAYAMAZ

BİR MİLLET MABETSİZ VE MEKTEPSİZ YAŞAYAMAZ

Hangi millet olursa olsun mabetsiz ve mektepsiz yaşayamaz, yaşıyorum zanneder. Bir milletin mabedi ve mektebi yoksa o millet ufak tefek çalkantılarla yıkıma doğru yol almış demektir.

118 İslam Devleti tarihten silindi, yıkım sadece bu devletlerle sona ermeyip bu devletlere 119.su Afganistan, 120.si Irak eklendi. Irak’ta o kadar kötü bir yıkım yaptılar ki; medeniyet namına ne varsa hepsini ayaklar altına alıp çiğnediler, işimizi hallettik diyerek güya oradan ayrılmaya başladılar ama gitmezler gider gibi yaparlar. Onun için tehlikeleri önceden sezip “Biz sadece adaleti getirdik.” diyip işgali amaçlayan düşmanın karşısında durmak bilhassa gençlerin vazifesidir. Mabet ve mektep tarih boyunca bu durumlar karşısında bilinçli olmayı ve direnmeyi insanlara aşılamıştır.

“Mescitler Allah’ın evleridir. Mü’min-lerde Allah’ın ziyaretçileridir. Ziyaretçisine ikram etmesi ziyaret edilen üzerinde haktır.”[1]

“Mescit her bir mü’minin evidir.”[2]

Bir mü’min Pakistan, Afkanistan veyahut dünyanın herhangi bir bölgesinden Türkiye’ye gelse istediği camiye girer ve mihraptaki imama uyarak namazını eda eder. Camiye girmek için veyahut imamın arkasındaki cemaate katılmak için kimseden izin almaz. İstediği camiye girip orada namaz kılması müslümanın hakkıdır, bu konuda yerlinin hakkı neyse yabancının hakkı da odur.

İlim;

“İlim İslam’ın hayatıdır, imanın da direğidir.”[3]

“İlim amelden öncedir.” abdest almayı bilmeyen bir müslüman abdest almaya kalkışsa ve kendi düşüncesine göre bir takım uzuvlarını yıkayıp abdest aldığını zannetse o kişi için abdestlidir denilebilir mi? Oysaki başını mesh etmemiş ve ayaklarını da yıkamamıştı. Bunun için bir ameli yapmadan önce amelin nasıl yapılacağı hakkında bilgi alıp (ilm-i halini öğrenip) sonra amelini yapması gerekir.

4 veya 5 sene önce Beyazıd’da çoğunluğu gençlerin oluşturduğu bir topluluk şeriata geçit yok diyerek bağrışıyorlardı. Bu topluluk Sultanahmet yönüne doğru ilerledi, topluluğun içerisindeki bir adam “Kahrolsun Şeriat” diye büyükçe bir yazı hazırlamış ve “Kahrolsun Şeriat” diye bağırıyordu. O sırada ezan okunmaya başladı, pankartı taşıyan adam Sultanahmet’teki Firuzağa Camii’ne girdi ve cemaatle beraber namazını kıldı. Namaz bittikten sonra şeraite geçit yok diyen adama “Sen namaz kıldın değil mi?” diye sordular, adam da “Evet” diyince oradakiler, “Ama kahrolsun şeriat diyip, hem namazı emreden kahrolsun diyorsun hem de emredileni yerine getiriyorsun.” diye söyleyince bunları işiten adam “Ben işin böyle olduğu bilmiyordum.” dedi. Evet, bilgi olmayınca kişi hem emredileni yerine getirip hem de küfür sayılan bir sözü söyleyebiliyor, öyleyse ne anlaşılır buradan; İslam’ın hayatı ilimdir, devamı ilimdir, imanın da sağlam olarak tahakkuk etmesi ve devam etmesi ilimle gerçekleşir.

İlim niçin öncededir, niçin İslam’ın hayatı ve dinin direğidir?

“İlim mü’minin dostudur.”[4]

Ulemamızdan bazılarının söylediklerini arz edelim;

Milletin yaşamasında, mesut ve bahtiyar olmasında mabedin ne derece tesiri varsa mektebin de ona bağlı olarak o derece tesiri vardır. Tabi ki buradaki mektepten kasıt, dinine bağlı bir mektep olup içerisinde dini eğitim yapılan mekteptir, insanlığa din ve dünya işlerinde faydalı olur, aksi takdirdeki bir mektep birçok felaketi beraberinde getirir,

Bir millet nasıl mabetsiz yaşayamazsa, mektepsiz de yaşayamaz,

Mabet ile mektep iki gözlü terazi gibidir. İnsanın selamet ve saadetini bu terazinin iyi ayarlanan muvazenesi sağlayabilir, din de bunların kemaliyle tatbikatını yaptırır,

Millet, mabetle mektebin imal ettikleri kanatlarla; iman, heyecan, fazilet ve muvaffakiyet ufuklarında uçurulmalıdır,

Mabet bizden şuurlu imam ve cemaat, mektep ise iyi öğretmen ve talebe ister, biz de onlardan; kötülükten uzak, iyi, namuslu, şerefli ve güçlü adamlar yetiştirmelerini bekleriz,

Bunları (şuurlu imam ve cemaati, iyi öğretmen ve talebeyi) onlara vermeden onlardan bir şey istemeye hakkımız yoktur. Camiye şuurlu ve zemin ü zamana göre ne yapacağını bilen imamların verilmesi gerekir, imamın namazı kıldırıp kaçıp giden cinsten olmaması, cemaatine sahip çıkması, cemaatin neleri bilmesi ve öğrenmesi gerekiyorsa onları cemaate öğretmesi gerekir. Öğretmen de talebe için aynı şeyleri yapmalıdır. Talebenin bugün ki durum da, bugün ki dünyada ne gibi şeyleri bilmesi gerekiyorsa onları öğretmesi gerekir.

Camiye ve mektebe şuurlu insanları vermedikçe cemaatten ve talebeden bir şey bekleyemeyiz. Camiler sadece namaz kılma yeri olur, oysaki camiler sadece namaz kılma yeri değildir. İnsanlar camide toplanmışken memleket ve mahalle içinde ne gibi yararlı şeyler var ne gibi zararlı şerler var bunları öğrenip yararlı olanlara sahip çıkıp, zararlı olanları da yok etmek için çalışmalıdır. Böyle bir cemaat mi daha iyidir yoksa namazını kılmış içki satan dükkânın önünden rahatça geçip giden bir cemaat mi daha iyidir? Oysaki içki satan bu mahalleye kötülük ediyor, bunun için milletin bu konuda bilinçlenmesi ve bilinçlendirilmesi gerekiyor.

Müslümanlar mabede ve mektebe dikkat ettikleri müddetçe, başları dik yaşarlar. Aksi halde başları eğilir daha kötüsü ezilirler,

Mabet ve mektebin en kuvvetli olduğu zamanda düşman yerlerde ıh ıh diye inler; mabet ve mektebin nezle aldığı yerlerde müslümanlar öksürür, bunu gören düşman göklerde gürlemeye başlar,

O halde, mabet ve mektebi nezleden müslümanları da öksürükten korumak lazımdır. Aksi takdirde millet hıçkıra hıçkıra ağlamaya mahkûm olur. Çünkü memleketi bütün yabancılıklar sarmaya başlar ve bu memlekete uygun olmayan şeyler gelip yerleşir. Bu yabancılaşma inançta, amelde, giyim – kuşamda olup dört bir taraftan adeta sıraya girerek memleketi sarmaya başlar ve o memleket yıkılmaya doğru gittiğinin farkına bile varmaz.

İnancı bozulmuş gençlerimiz şimdilerde kendi milletine ait evleri yakıp yıkarak kendi milletine zarar veriyor. Bunu yabancı biri yapsa şaşırmayız çünkü yabancı düşmandır ama yerli bu işi yapıyorsa burada düşünmek gerekir. Demek ki; bizim gencimiz düşmanın gözüyle kendi milletine bakıyor ve memleketini mahvediyor, hatta toptan insanlarını öldürüyor. Gençlerin bu derece zihinlerinin bulanması ve inançlarını kaybetmesi bir memleketin yok olmasına en büyük sebeptir. Bu durumdan bir an önce kurtulmak gereklidir, düşmanın bize üstün gelmemesini istiyorsak bu maddeleri göz önüne alıp ne yapacağımızı bilmemiz ve tehlikelere karşı kendimizi korumamız gerekir.

“Allah’ın mescitlerinin içinde onun isminin anılmasını men eden ve on(ların)un harab olmasına çalışandan daha zalim kimdir…”[5]

Mü’minlerin mescitlerden men edilmesi en büyük zulümdür, bu durum ayet-i kerime ile belirtilmiştir.

Mescit içerisinde aklımıza gelebilecek bütün hayırlar vardır. Peygamberimiz (s.a.s) devlet başkanlığını mihraptan yapmış, bu iş için ayrı bir köşk yaptırmamıştır ve yine ordu komutanlığını, diyanet işleri başkanlığını, devlet içerisinde ne kadar önemli müessese varsa hepsini mihraptan yapmıştır, öyle cemiyetli bir makamdır ki; mihrap, ondan daha yüksek daha geniş manada ilim noktası yoktur. Rasulullah (s.a.s)’ın öyle güzel idaresi görülmüş ki; bütün dünyanın onu örnek alması gerekir, Rasullullah (s.a.s) adaletten hiç taviz vermemiştir hatta öyle ki peygamberimizi insanların gözünden düşürmek isteyen bir müşrik bir gün peygamberimize gelmiş ve üzerindeki hakkımı ver diye bağırıp çağırmış ve peygamberimizin yakasından çekiştirmiş. Ashab-ı Kiram hemen müdahale etmek istemiş ama peygamberimiz bu duruma engel olup “Hakk sahibinin hakkını söylemeye hakkı vardır.” buyurmuşlardır.  Şimdi sizler bir idareciye böyle yapabilir misin? Bir yandan diyorlar ki hürriyet olmalı, hürriyet ancak İslam’la gerçekleşir, “Hakk sahibi için söz hürriyeti vardır.”[6]

“İlim (öyle bir şeydir ki) onu yasaklamak helal olmaz.”[7]

Bir gün üniversitede namaz kılınacak yeri kapatmışlar, o tarihte gazeteci geldi ve namaz kılınacak yeri kapatmak dinen doğru mudur? diye sordu. Dinen bunun neresi doğru olur, buna uygundur demek için tımarhaneden diploma almak gerekir hem de ufak tefek bir diploma yetmez kapı gibi “Bu delidir” yazılı bir diploma alınması gerekir. Bu iş hem dine hem de millete ihanettir.

“Kim kendisine ilmi bir mesele hakkında sorulurda onu gizler (söylemez)se, Allah (c.c) o(nun ağzı)na kıyamet günü ateşten gemlerle gem vurur.”[8]

Burada büyük bir tehdit vardır, bir hocaya bir müslüman dini bir mesele hakkında soru sorar ve hoca da soruyu cevaplamazsa bu tehdide nail olur. Bu sorunun cevaplanması ilmin gereğidir hocanın elinde olan bir şey değildir, madem ilim sahibi olmuşsun söyleyeceksin, cevabı söylemezsen ne olur soran kişi sorduğu hususta cahil kalır ve yanlışlar yapar, sana da vebali kalır.

Öğretmenin meslek bakımından bir takım şartları vardır, bazıları şunlardır;

Hangi dersin öğretmeni olursa olsun, yeteri kadar kendi dinini, tarihini, örf – âdetini ve geleneklerini bilmesi gerekir,

Söz söyleme kabiliyetinin yüksek olması gerekir, öyle kimseler vardır ki; harfleri yalayarak konuşur ve ne dediğini anlayamazsınız, öyleleri de vardır ki; bir meseleyi anlattığında meseleyi aklına aşılar. Bir mühendis projesini kâğıt üzerine çizerek anlatmak istediğini fazla kelam etmeden anlatır, ama öğretmen böyle değildir her şeyi kelimeye dökmeye mecburdur.

Konuşma sesinin tonlu olması gerekir kısık sesle konuşmamalıdır,

Mevzuunda kuvvetli olmalıdır, mesela bir tarih öğretmenini düşünün, talebenin karşısına geçip Yemen’deki İsfahan şehrinde şöyle olmuş böyle olmuş diyip bilgileri hep birbirine karıştırsa talebenin hocaya güveni kalır mı? Bunun için hocanın mevzuunu iyi bilip kaynaklara dayanarak konuşması gerekir.

Kılık kıyafetinin sevimli olması, üstünün başının temiz ve güzel olması gerekir, pejmürde kılıklı, serseri tipli olmaması, rast gele elbiseler giymemesi gerekir ki; talebe öğretmeninden faydalansın, talebe hem giyim – kuşam hem de bilgi açısından öğretmeninden istifade etmiş olur.

“Hayır (yolların)ı öğretene denizdeki balıklara kadar her bir şey istiğfar eder.”[9]

Herkese hayrı öğreten kimse için; dağlar, taşlar, bitkiler ve ağaçlar sözün kısası denizdeki balıklara varıncaya kadar bütün kâinat istiğfar eder. Yani her kim ki, insanlar ondan faydalanır, insanlığa hayır ve menfaati dokunur ve bildiği hayrı herkese öğretirse, Allah (c.c)’ın afv ü mağfiretinden nasibi büyüktür.

[1]  Ramûz el-ehâdîs

[2]  Ramûz el-ehâdîs

[3]  Câmiu’s-sağîr

[4]  Câmiu’s-sağîr

[5]  Bakara, 2/114

[6]  Buhârî, Hibe, 24

[7]  Kenzü’l-ummâl

[8]  Câmiu’s-sağîr

[9]  Tirmizi