İçeriğe geç
Anasayfa » EMR BİL MA’RUF ve NEHY ANİL MÜNKER İÇİN BİRLEŞMELİYİZ

EMR BİL MA’RUF ve NEHY ANİL MÜNKER İÇİN BİRLEŞMELİYİZ

 1. ÇOK ÖNEMLİ: Müslüman, önce kendi nefsine ma’rufla emr edecek, onu münkerden nehy edecektir. Nazariyatı bırakalım, hemen somut örnekler verelim: Sabah ezanları okunmaya başladı, Müslüman gece geç yatmış, uykusunu alamamış, günahkâr ve âsi nefs-i emmâresi namaz kılmak istemiyor, bir miktar daha uyumak istiyor… Vicdanlı, şuurlu, uyanık, Allah’tan korkan Müslüman tembel ve günahkâr nefsine “Yooo seher vakti öyle yatmak yok, kalk bakalım abdest al, namaza hazırlan…” diyecektir. Emir bu kadarla da bitmeyecektir. Giyinecek, yakındaki bir camiye gidip namazı cemaatle kılacaktır.

Namaz konusunda nefsine böyle emredemeyen bir Müslüman başkalarına karşı nasıl emr bil ma’ruf ve nehy anil münker yapabilir?

Başka bir konuya geçelim: Yüksek geliri ve serveti olan bir Müslüman yemeğe gidecek; lüks bir lokanta biliyor, yemekleri, tatlıları nefis mi nefis, mekân ve dekorasyon da göz alıcı ama fiyatlar da hayli bir yüksek, nefs-i emmâresi “Beni oraya götür, havalı bir restoranda ağzımın tadıyla güzel bir yemek yiyeyim.” diyor. Allah’tan korkan, Peygamberini seven Müslüman, kötülükle çok emr edici olan nefsinin bu arzusunu kabul etmeyecek, lüksten ve israftan kaçınacak, orta halli bir lokantaya gidecektir; gitmekle kalmayacak, yanına temiz, pak, fakir bir Müslümanı alacak ona da yemek ikram edecektir.

Zamanımız çılgın bir israf, lüks, gösteriş, kibir, gurur, aşırı tüketim asrıdır. Müslüman azgın nefsine karşı bu konuda emr bil ma’ruf ve nehy anil münker yapacak ve onu dizginleyecek, kanaatli bir hayat sürecektir.

İnsanın en büyük düşmanı kendi nefs-i emmâresidir. Nefs-i emmâre gururdan, kibirden, kendini faziletli göstermekten çok hoşlanır. Müslüman onun burnunu yere sürtmedikçe gerçek dindar olamaz.

“- Benim izzet-i nefsim var!..” Cevap: İzzet-i nefsin batsın!..

Müslüman nefsini, emmâre bataklığından levvâme kıyısına çıkartmadıkça adam olmaz. Levvâme ile de bitmez, ondan ötesi de var.

  1. BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLARIN DURUMU:

Emr bil ma’ruf ve nehy anil münker Kur’ânla, Sünnetle, İcma ile sabit bir farz-ı kifâyedir. Bu farzı inkâr eden kâfir olur. Ümmetin bir kısmının bu farzı edâ etmesi (dosdoğru yerine getirmesi), nefisleriyle cihad yapmak şartıyla diğer Müslümanları sorumluluktan kurtarır; lakin Müslümanlar emr-i ma’ruf ve nehy-i münker farzını yerine getirmezlerse hepsi birden günahkâr ve sorumlu olur. Bugün Türkiye’de İslamî ve Kur’ânî bir rejim yoktur; ama eskisine nispetle Müslümanlar için hayli geniş bir din, inanç, inandığı gibi yaşama hürriyeti vardır. Acaba Müslümanlar bu hürriyetten yararlanarak yeteri kadar, yapılması gerektiği gibi iyiliği emr kötülüğü nehy farzını edâ edebiliyorlar mı?

Bu soruya müspet cevap vermek mümkün değildir.

Halkın çok büyük bir kısmı (belki de yüzde doksanı) beş vakit namazı terk etmiştir. Namazı tavsiye ve emr konusunda ne yapıyoruz? Namaz kılan azınlığın büyük kısmı farz namazları camilerde cemaatle kılmıyor. Bilhassa sabah namazlarında mabetler boştur. Bu konuda ne yapıyoruz?

Kadınların, kızların büyük bir kısmı tesettüre riâyet etmiyor. Bir kısmı başını renkli bir paçavra örterek, rengârenk, alaca bulaca,  erkekleri tahrik edici kıyafetlerle şeytânî bir tesettür sergiliyor. Pek küçük bir kısmı ise şer’î tesettüre girmiş vaziyette. Tesettür konusunda ne yapıyoruz? Bazıları defileler tertipliyor!

Zinâ büyük günahlardan biridir ve muhsan (başından nikâh geçmiş) kimseler tarafından işlendiği takdirde cezası recm edilerek idamdır. Yeni ceza kanunumuzda artık zinâ suç bile değil. Hâlbuki M. Kemal, İsmet Paşa, Celal BAYAR, Kenan EVREN zamanında bile zinâ suçtu. Müslümanlar bu konuda ne yapıyor?

Rejim, TC başlıklı vesikalarla her türlü ahlâksızlığa izin vermiştir, bundan KDV ve gelir vergisi bile almaktadır. Müslümanlar ne yapıyor?

Ülke gırtlağına kadar (belki de boyunu aşmış…) ribâya batmıştır.

Memleket bir meyhâne-i kübrâya dönmüştür.

Yazın sıcak günlerinde Bursa Emniyet Müdürü beyefendi  “Kültürpark’ta geceleri her çalının altında sevişen bir çift var. Elimizden bir şey gelmiyor…” diyerek feryat etmişti. Biz bunca ahlâksızlık, iffetsizlik, edepsizlik içinde ne yapıyoruz?

Müslüman halka büyük miktarda domuz eti, eşek eti, lâşe, içi boşaltılmadan kaynar suya atılarak tüyleri yolunmuş murdar tavuk eti ve daha bir sürü haram yedirilmektedir, Müslümanlar ne yapıyor?

Bugünkü siyâsî, sosyal, kültürel ortam birçok iyi şeylerin emr ve tavsiye edilmesine, birçok kötü şeylerin nehy edilmesine müsâittir. Lâkin teşkilatlı bir ümmet olamayan, bir İmâm-ı Kebîr’e bîatli ve itaatli olmayan Müslümanlar ma’rufları emr edemiyor, münkerden nehy edemiyor.

Âlimlerin, fakîhlerin, müftîlerin, şeyhlerin, mürşidlerin, ziyâlı Müslümanların, nüfuzlu kişilerin Müslümanları uyarması, aydınlatması, bilgilendirmesi, onların üzerine farzdır, bunu yapmazlarsa günahkâr ve sorumlu olurlar.

Müslümanlıkta “Açıkça günah işleyenlerden bana ne!” demek yoktur.

  1. EMR BİL MA’RUF VE NEHY ANİL MÜNKER NASIL YAPILABİLİR?

Bu farzı yerine getirebilmek için Müslümanların (faydalı ve olumlu çeşitlilik içinde) tek bir ümmet birliği içinde yer almaları; başlarında bir İmâm veya Emîr bulunması ve halkın ona bîat ve itaat etmesi; ümmet teşkilatı içinde “Ma’ruf ile emr ve münkerden nehy” müdüriyeti olması gerekir.

Bu devirde bu farîza en fazla basın, yayın, televizyonlar, kitaplar, broşürler, afişler, pankartlar, e-mailler ve bunlara benzer şeylerle yapılabilir.

Üslup çok önemlidir, şiddete yönelik, nefret uyandıracak söylemlerle olmaz.

Libya’da Amerikan Büyük Elçisinin linç edilerek öldürülmesi bir vahşettir.

İnsanlar, iyiye, doğruya, güzele sevdirerek, imrendirerek çekilmelidir.

Emr bil ma’ruf nehy anil münker konusunda gerçekten dindar ve hâzık psikologlar, ziyâlı kişiler, medenî ve geniş ufuklu Müslümanlar bir yol haritası çizmelidir.

İnsanlar namaza, camilere, oruç tutmaya, tesettüre girmeye, korkutularak ve ikrâh ettirilerek değil, teşvik edilerek, sevdirilerek, özendirilerek çekilmelidir.

Vahhâbî, Selefî, terörist metotlarla emr bil ma’ruf nehy anil münker olmaz.

Bu farîzayı yapacak hayırlı zümrelerden biri de gerçek tarikatlar ve gerçek şeyhlerdir.

Anadolu coğrafyasına İslam tarikatlarla, tasavvufla girmiştir. Ayakta durması da tasavvuf ve tarikatla olacaktır. Gerçek şeyhlerin, kâmil mürşidlerin etkisi ulemânınkinden daha fazladır. Müridler, bağlılar, muhibler şeyhlere itiraz etmez. Gerçek ve kâmil şeyh “Evladım, kardeşim namaz kıl, bilhassa sabah namazını kıl, cemaate git, israf ve lüksten kaçın, benliğininin burnunu yere sürt.” derse kabul edilir.

  1. EMR BİL MA’RUF ve NEHY ANİL MÜNKER İÇİN BİRLEŞMELİYİZ.

İyiliği emr etmek ve yaptırtmak, kötülüğü yasaklamak konusunda her Müslümanın üzerine düşen ferdî=bireysel vazifeler vardır; ama bu hizmet ve vazife esas itibarıyla toplumsaldır. Müslümanlar tek bir Ümmet olacaklar, bir İmam’a bîat ve itaat edecekler, Ümmet teşkilatı içinde bir “Emr bil Mâruf ve Nehy anil Münker Heyeti” bulunacaktır. Bu hizmet kaba kuvvetle olmaz. Allah Teâlâ, Musa aleyhisselama “Fir’avn’a git ve ona yumuşak bir şekilde nasihat et.” emrini vermişti. Açıkça günah işleyen fâsıkların, fâcirlerin, âsilerin de içlerinde birer Fir’avn vardır. Onların öncelikle güzel nasihatlerle, yumuşak uyarılarla aydınlatılması, bilgilendirilmesi gerekir. Halka namazı nasıl ki, fakîh ve âlim imamlar doğru dürüst kıldırabilirse, emr bil mâruf ve nehy anil münker hizmetini de âlim, fâzıl, ahlâklı, geniş kültürlü, medenî kimseler edâ edebilir. Gıybet eden, insanların gizli ayıplarını tecessüs eden, israf eden, ihtiyacından fazla yemek yiyen, lüks otomobile binen, cemaat taassubu ve militanlığı sergileyen bedevî kültürlü ve zihniyetli bir kimse bu farzı başarılı bir şekilde îfâ edemez.

Ümmet-i Muhammed’i uyaracak, bilgilendirecek, aydınlatacak, bu arada emr bil mâruf ve nehy anil münker yapacak ehliyetli, liyâkatli, etkili, başarılı, faziletli hizmet elemanları yetiştirilmesi şarttır. Bunun sorumluları vardır. Vazifelerini yapmazlarsa ileride Mahkeme-i Kübrâda hesapları zor olur.

Müslüman bir toplum emr bil mâruf ve nehy anil münker farzını yerine getirmezse, üzerine azap ineceği konusunda Rasûlullah Efendimiz (salât ve selâm olsun ona) bizi kesin şekilde uyarmıştır. Haberimiz yoktu, demek bizi kurtarmaz.