İçeriğe geç
Anasayfa » TEVBE İLÂHÎ BİR LÜTUFTUR

TEVBE İLÂHÎ BİR LÜTUFTUR

Tevbe, geçmişte işlenen günah ve isyanların verdiği “iç ağrı ve sancılar”dır. Çünkü günah ve kabahatler müminin hem huzurunu ve hem de uykusunu kaçırır ve kaçırmalıdır da. Tevbe gönülde ateşlenen bir alevdir. et-Tüsterî (r.a)’nin ifadesiyle: “Kötü huyları iyi huylara tebdîl etmekdir (değiştirmektir).” Bu da halvet, susmak ve helâl lokma ile mümkündür. Çünkü helâl lokma birçok manevi hastalıklar için bir şifa kaynağıdır. Hasan-ı Basrî (r.a) der ki: “Bir helal lokma ile (biiznillah) kırk hastayı tedavi ederim.” Sehl b. Abdillah der ki: “Bizim yolumuzun, meslek ve meşrebimizin sarsılmaz (ve kesinlikle taviz veremeyeceğimiz) üç ana umdesi vardır:

1- Rasûlullah (s.a.v)’ın hayatını (sünneti seniyelerini) vazgeçilmez bir ana prensip kabul ederiz.

2- Bütün amel ve ibadetlerimizde niyetin hâlis olmasını esas alırız (ihlâsı olmazsa olmaz bir şart olarak kabul ederiz).

3- Vücudun helal bir lokma ile beslenmesinin bütün ibadetler için bir esas teşkil ettiğini kabul ederiz.”

Şüphe yok ki işlenen bütün kusurlardan nedâmet duyup, kusurları alabildiğine örten ve ayıpları en iyi bilen Hâlik Teala’ya bütün bir samimiyetle yönelmek Allah yolcularının vazgeçilmez meslek ve meşrebi olmuştur. Çünkü tevbe kurtuluşun yegâne reçetesi, felâha ermenin ana sermayesidir.

Hiçbir günah işlememek meleklerin bir özelliği olduğu bilindiği gibi; durmadan, ısrarla ve inatla günaha devam etmenin de şeytânî bir vasıf olduğu unutulmamalıdır. İnsanoğlunu şer, isyan ve hatta küfür bataklığına düşmekten ancak “iki ateş”ten biri kurtarabilir. Bunlardan biri nedâmetten dolayı meydana gelen alevli bir ateş, diğeri ise cehennem ateşidir. “Sen cehennemin ateşinden çok daha ehven olan nedâmet ve hasret ateşine yanasın ki dayanılması daha zor ve çetin olan cehennem ateşinden kurtulasın.”

Zaten tevbenin en önemli rukünlerinden biri ve ilki de “nedâmettir”. Efendimiz (s.a.v) “Nedâmet tevbedir.” buyurmuşlar. “Hac Arafat’tır.” buyurdukları gibi nasıl ki Arafat vakfesi olmadan hac ibadeti sahih olmuyorsa, nedâmet (işlenen günahlardan nefret duyup pişmanlık duymadan) yapılan tevbenin de kabule şayan bir tevbe olmadığı hadis-i şeriften açıkça anlaşılmaktadır.

Ancak bu nedâmetin oluşması için kişinin, işlediği her günahın Allah’ın rızasını, muhabbetini kazanmaya büyük bir engel teşkil ettiğini bilmiş olması lazım. İşte bir tefekkür ve tezekkür neticesinde meydana gelen bu bilgi, nedâmet(pişmanlık) ve hasret duygularını meydana getiriyor. Böylece geçmişte işlenen günahlara karşı pişmanlık, gelecekte de günah işlememe azmi meydana getiriyor (yani bir azim/kesin karar ortaya çıkmış oluyor). İşte “rucû’” anlamında kullanılan tevbenin açık manası, günahları terk ve terk için verilen kesin kararın adıdır.

İlk insan ve ilk peygamber Adem (a.s)’a gelen ilk ilahî teklif yasakla ilgilidir. Bu sebeple haram ve yasaklardan sakınmak, ibadetin ve kulluğun aslını teşkil etmiş oluyor. Kişinin şu veya bu sebeple değil de sadece “Allah haram kıldığı için” ve “Allah’tan korktuğu için” haramdan sakınmış olması başlı başına bir ibadettir. İmam Birgivî (r.a): “Zerre kadar bir haramın terki, bütün insanların ve hatta cinlerin yaptığı ibadetten daha hayırlıdır.” der. Hz. Ebû Hureyre (r.a)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Yapacağım şu beş tavsiyemi benden alıp onlarla amel edecek veya onlarla amel edecek bir başkasına öğretecek kim olabilir?” diye buyurduklarında “Ben yaparım (Yâ Rasûlallah).” dedim. Bunun üzerine hemen elimden tuttular ve bana şu beş emir ve tavsiyeyi sıraladılar:

1- (Bi’lumûm) haramlardan sakın (uzak dur) ki insanların (içinde) en çok ibadet edeni (Allah’tan en çok korkan, en âbid, en muttakî bir kimse) olasın.

2- Allah’ın taksîmâtına rızâ göster (kanaat ehli) ol ki (insanların en huzurlu) ve en zengini olasın.

3- Komşuna ihsân (ve ikrâmda) bulun (onunla iyi geçin) ki kâmil (bir) mümin olasın.

4- Kendin için sevdiğini (arzu edip istediğini) insanlar için (mümin kardeşlerin için) de arzu (ve talep et) ki (olgun bir Müslüman olasın.)

5- Gülmeyi de çok yapma zira çok gülmek (kişinin) kalbinin ölümüne (katılaşmasına) sebep olur.”[1]

Yine Ebû Hureyre’den nakledilen bir başka hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyuruyor: “Size yasakladığım şeyden (şiddetle) kaçının emrettiğim şeyi de gücünüzün yettiği nispette yerine getirmeye çalışın…”[2]

Rasûllullah’ın emirlerde olduğu gibi, yasaklar için “gücünüz yettiği kadar” yasaklardan sakının değil de “şiddetle kaçının (uzak durun)” diye buyurmuş olmalarından kulluk görevinde asıl olanın (daha önemli olanın) “haram ve yasakların terki” olduğu zımnen anlaşılmaktadır. 

Tevbenin Ahkâmı (Hükümleri)

Tevbenin vacip olmasının hükmü:

Tevbenin farz oluşu hem aklî ve hem de naklî delil ile sabit olmuştur: “Ey müminler, hep birlikte (topluca) tevbe ediniz ki felâha eresiniz.”[3]

“Ey iman edenler Allah’a nasûh bir tevbe ile tevbe ediniz…”[4]

Ayet-i celilede geçen nasûh tevbesinden maksat şartlarını câmi (gerekli şartları içinde toplayan) bir tevbedir. Başta sahâbe-i kirâm olmak üzere ulemânın izah ve beyanlarında nasûh kelimesinde, tevbe için aranan şartların tamamı mevcuttur. Dolayısıyla bu tevbe, şartlarına uygun olarak yapılan makbûl bir tevbedir. Hz. Ali (r.a)’ye göre nasûh tevbesi şöyle olur:

1- Dil ile istiğfâr etmek,

2- Bedenen işlenen günahlara bir daha dönmemek üzere azim ve karar içinde olmak,

3- Farz olan ibadetlerin iâdesi (kaza edilmesi),

4- Yapılan zulümlerin telâfîsi,

5- Hak sahibi kişilerden helalliğin alınması,

6- Nefsin isyana, fısk u fücûra alıştırıldığı gibi bu defada taat ü ibadete alıştırılması.

Hz. Ömer ve Muâz b. Cebel (r.anhümâ)’e göre: Memeden çıkan sütün tekrar memeye dönmemesi gibi, bir daha günaha dönmemek üzere yapılan samimi bir tevbedir.

Muhammed b. el-Ka’b (r.a)’a göre ise: Bu tevbenin dört şartı vardır:

1- Lisanen istiğfârda bulunmak,

2- Bedenen günahlara bir daha dönmemek üzere günahları söküp atmak,

3- Kötü huy ve kötü huylu insanlardan hicret etmek,

4- Yaptığı bu güzel dönüşü kalbinde saklı tutmak ilanını yapmamak.

Said b. Cübeyr (r.a)’e göre:

1- Yapılan tevbenin kabul olmamasından sürekli korku ve endişe içinde olmak (dolayısıyla tevbeye devam etmek),

2- Yapılan tevbenin kabulünden hep ümit var olmak ve tevbeye müdavim olmak,

3- Taat ü ibadete hız kazandırmak.

Şakîk-ı Belhî’ye göre:

1- Sürekli kendini kınayıp azarlaması,

2- Devamlı olarak pişmanlık (nedâmet) içinde olmak.

Zünnûn-i Mısrî’ye göre:

1- Kılletü’l-kelâm (az konuşmak),

2- Kılletü’t-taâm (az yemek),

3- Kılletü’l-menâm (az uyumak).

Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre: Günahın her çeşidini hayatından çıkarıp bütünüyle zikrullah ile meşgul olmaktır.

Bütün bu açıklamalardan çıkan netice: makbul bir tevbe sadece dil ile yapılan değil, bilakis vücudun bütün hücreleriyle yapılan tevbedir.

Tevbenin ikinci hükmü: Fevrî olarak (geciktirmeden) yapılması hususundadır. Tevbenin tevfîri (geciktirilmesi) haramdır. Çünkü Allah (c.c) “Rabbinizin mağfiretine koşunuz…”[5] buyuruyor. Yani tevbe edip mağfiretinizi dilemeye acele ediniz.

Aklî olarak da şöyle düşünelim: müzmin bir hastalığa yakalanan birine mütehassıs bir doktor: “Şu tedaviyi uygularsan bu hastalıktan kurtulup sıhhat bulacaksın, aksi halde hastalığın artacak ve helâkine sebep olacaktır.” diye tavsiyede bulunduğunda hastanın tavrı ne olur veya ne olmalıdır? “Acelesi yok, bu tedavi işini sonrada hallederiz” mi der, yoksa bütün imkanlarını seferber ederek alel acele tedavi yöntemlerine mi başvurur? Tabi ki bunu yapar. İşte tevbe de tıpkı bunun gibidir.

Şartlarına uygun olarak yapılan bir tevbe, günahları silip yok eden bir şifa kaynağıdır, bir kurtuluş reçetesidir. Günahlar ve haramlar ise helâk edici ve öldürücü birer zehirdir. Bu zehirlerin panzehiri ancak ve ancak tevbedir, nedâmettir, yanıp tutuşmaktır. Hz. Aişe (r.a) validemizin naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Ölüm bir ganimettir, günah ve isyan (fısk u fücûr) bir musibet, bir sıkıntı ve ızdırap kaynağıdır. Fakirlik bir rahatlıktır (çünkü kalbi mal ve servetle meşgul değil, ahirette de mal hesabını vermekten emindir.) Zenginlik bir dert ve sıkıntıdır (çünkü helal ise hesâbı var, harâm ise azabı var). Akıl, Allah’ın kullarına (en büyük) bir hediyesidir (en büyük bir nimettir). Bundan dolayıdır ki Adem (a.s) iman ile akıl arasında muhayyer bırakılınca ihtiyârı iman değil de akıl olmuştur. Çünkü iman akla tabîdir. Cehalet büyük bir sapıklıktır (bir çok azgınlık ve taşkınlıkların ana sebebidir). Zulmün (her çeşidinin sonu) bir nedâmet (ve hüsrân)dır. Taat ü ibadet de bir gözaydınlığıdır (hem dünyevî hemde uhrevî hayatın huzuruna bir vesiledir). Allah korkusundan ağlamak, cehennem (azabın)dan emin olmaktır. Gülmek bedenin helâkıdır. Günahlardan (gerektiği şekilde) tevbe eden kimse günah işlememiş gibidir.”

Konu ile alakalı İbn Abbas (r.a)’tan rivayet edilen bir başka hadis-i şerifin meali şöyledir: “Nâdim olan kimse (günahlarından nedâmet duyup tevbe eden kimse) Allah’ın rahmetini (beklemeyi) hak etmiş olur. Kendini beğenen kimse (de) Allah’ın azabını (ve ilahî rahmetinden uzaklaşmasını) beklemiş olur. Her şahıs ölüm anında, (hayatı boyunca) yaptıkları ile karşı karşıya kalır. Ameller için en tutarlı ve en geçerli olan husus sonuçlarıdır. Bundan dolayı (Rasûlullah) Efendimiz (s.a.v) şöyle dua ederdi: “Ey Allahım, ömrümün en hayırlı kısmı sonu olsun, amellerimin de en hayırlısı sonuçları olsun ve en hayırlı olan günümü sana ulaştığım gün eyle.” Gece ile gündüz (zaman) bir binektirler. Sizi ahiretteki (ulvî makamınıza ulaştırmak üzere) onlara binin (zamanınızı rızâ-yı Bârî’ye uygun olarak değerlendirmeye özen gösterin; çünkü en büyük israf zamanın israfıdır). Sakın ola ki, ilerde tevbe ederim, demeyin. Allah’ın hilmine aldanmayın. Şunu da iyi bilin ki cennet ve cehennem birinize ayakkabınızın bağından daha yakındır. Kim zerre  kadar hayır yaparsa (onun mükâfâtını) görür. Kim de zerre kadar şer yaparsa (onun da karşılığını) görür.”[6]

Tevbenin üçüncü hükmü: Her ferd için tevbenin gerekli olması hususundadır. Tevbe cinsiyet ve yaş farkı gözetmeksizin her mükellefe farzdır. Yani tevbe farz-ı ayndır. Çünkü Allah (c.c): “Ey müminler hepiniz birlikte Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eriniz.” buyuruyor.

Malumdur ki bütün nefsânî ve şehevî arzular şeytanın ordularıdır. Buna mukabil, akıllar da meleklerin ordularıdır. Eğer kişide akıl kemâle ermeden çocukluk ve gençlik dönemlerinde nefsânî ve şehevî arzular alışkanlık halini alıp bir adet haline dönüşmüş ise bu alışkanlığı birden söküp atmak kolay değildir. Buna rağmen melek ordusu durumunda olan akıl devreye girer ve aheste aheste düzeltmeye muvaffak olamazsa şeytan hakimiyetini sürdürmeye devam eder. Eğer akıl galebe çalıp muvaffak olursa şeytanın ordularını etkisiz hale getirir. Artık kötü alışkanlıkların yerine iyi hallerin yaşanması ve yeşermesi dönemine girilir ki bunun adına tevbe ve nedâmet dönemi denir.

Tevbenin dördüncü hükmü: Her hal u kârda tevbedeki devamlılığın vücûbiyyeti tevbenin dördüncü hükmüdür. Hiçbir beşerin âzâları, az veya çok günah işlemekten berî değildir. Bazı hallerde âzâları ile günah işlemese de kalbi günah işleme düşüncesinden boş değildir. Şayet kalbi bundan kısmen korunmuş olsa bu defa kendini Allah’ı zikirden alıkoyacak şeytanın çeşitli vesveselerinden emin değildir. Bundan kurtulacak olsa bu defa da gaflete düşmekten kurtulamaz. Bütün bunlar bir eksikliğin ve bir acziyyetin ifadesidir. Bu eksikliğin telafisi, bulunduğunuz halden kurtulmak için bir ileri merhaleye sıçramaktır ki bunun adına “rücû’(dönüş)” denir. Hâsılı hiçbir beşer (peygamberler hariç) bu eksik ve noksanlıkların dışında düşünülemez. Bundan dolayı tevbede süreklilik esas olmuştur. Ayrıca çokça istiğfârın faziletini de gözardı etmemek gerekir. Abdullah b. Abbas (r.a)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Kim istiğfâra çokça devam ederse Allah (c.c) onun her türlü darlıktan, gam ve kasvetten (kurtulması için bir çıkış yolu, bir kolaylık ihsân eder ve onu ummadığı (hiç beklemediği) yerden (bolca) rızıklandırır. Amel defterinde bolca istiğfârı bulunan (müminlere) ne mutlu (müjdeler olsun onlara)!”[7]

Tevbenin beşinci hükmü: Kâmil bir tevbenin Allah tarafından kabul edilmesi vacip midir değil midir? Mükellef için asıl olan, günaha düşmeme hususunda çok hassas davranmasıdır. Şayet günah işleyip de tevbe etmez, habire günah işlemeye ısrarcı olursa, bu durumun kişinin helâkını hazırlaması kaçınılmaz olur. Eğer kâmil manada tevbe ederse, Allah’ın böyle bir tevbenin kabulünü üstlendiği hususunda birçok ayet ve hadîs mevcuttur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “O kullarından tevbeyi kabul eder ve günahlarını affeyler.”[8]

“O (müminlerin) günahı(nı) bağışlayan, tevbeyi kabul eden, (kafirlere) azabı (pek) şiddetli, (müminlere) lütuf ve ihsânı bol olandır.”[9]

“Rabbinizden af talebinde bulunun şüphesiz ki O çok bağışlayandır.”[10]

Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyuruyor: “Sizden birinizin tevbesi Allah’ı ziyadesiyle sevindirir (râzı eder).” Bu sevinme ise tevbenin kabulünün de ötesinde daha güçlü bir delildir. “Allah (c.c) geceleyin günah işleyene tevbe etmesi için gece (kudret) elini uzatır. Gündüz günah işleyene de gündüz (kudret) elini uzatır…”  Elin uzatılması da tevbenin kabulünden kinâyedir.

Allah Teâlâ bizleri, hakkıyla tevbe edenler zümresinden eylesin. Âmîn.

 

[1] Câmiü’s-sağîr, I, 8.

[2] Buhârî, Müslim.

[3] Nûr, 24/31.

[4] Tahrîm, 66/8.

[5] Âl-i İmrân, 3/133.

[6] Levâmiu’l-ukûl trcm., II, s.682-683.

[7] el-Ezkâr, s. 350-351.

[8] Şûrâ, 42/25.

[9] Ğafir, 40/3.

[10] Nûh, 71/10.