İçeriğe geç
Anasayfa » ALTI KUSURUMUZ

ALTI KUSURUMUZ

Zamanımızın dindar, sofu, sözde koyu bazı Müslümanlarında görülen ve dine ve şeriate aykırı noksanların, günahların bazısına işaret etmek istiyorum.

BİRİNCİSİ: İmâmet meselesini gündemden çıkarmış olmalarıdır. Ümmet-i Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) başında bir İmâm-ı Kebîr yahut Emîrü’l-Mü’minîn bulunması ve mü’minlerin bu zâta bîat ve itaat etmeleri vaciptir. Bugünkü Müslümanlar, nâdir fertler ve gruplar dışında bu konuyu gündemden çıkartmışlardır. Râsûlullah Efendimiz: “Zamanındaki imâma biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümüyle ölmüş gibi olur.” buyurmaktadır. Dünyada her dinin, her cemaatin, her kurumun liderleri; gemilerin kaptanları, uçakların pilotları, okulların ve fabrikaların müdürleri vardır ama bir buçuk milyarlık İslâm âleminin bir İmâm-ı Kebîri, bir Emîrü’l-Müminîn’i yoktur.

1950’li 60’lı yıllarda yaşayan Müslümanlar bu büyük ve helâk edici eksikliğin farkındaydılar ve ıstırabını çekiyorlardı; lakin o zamanlar hürriyet yoktu, İmâmet-Hilâfet diyenleri tutuklayıp ağır ceza mahkemesine veriyorlar, hapse mahkûm ediyorlardı. Bugün bu konu üzerinde durmak hususunda gerekli hürriyet ve serbestlik var ama yazık ki, konu Müslümanlar tarafından gündemden çıkartılmıştır. İmâmet hem nass ile hem de selîm akıl ile lüzum ve zarureti çok kolay anlaşılan bir konudur. Baksanıza arı kovanlarında bile bir arıbeyi vardır, kafile halinde uçan kuşların başlarında bir reisleri bulunur; zavallı Müslümanlar, başlarında bir İmâm bulunmaksızın kurtulacaklarını zannediyorlar. Bilen, âlim, fâzıl, sorumlu Müslüman büyüklerin halkı bu konuda uyarması, bilgilendirmesi, aydınlatması gerekir.

İKİNCİSİ: Ribâ konusunda da bugünkü Müslüman toplumun haline şaşmak mı gerekir, üzülmek mi, ağlamak mı?.. Bu konuda bir takım müftü kılıklı muhtilerin şeytanî fetvaları vardır. “Efendim, ribâ ayrı şeymiş, faiz ayrı şey; Ribâ alınıp verilmezmiş ama faiz caizmiş…” Şeytanca bir te’vil!.. Ribâ ile faiz aynı şeydir ve ikisi de Kur’an, Sünnet ve icma-i Ümmet ile haramdır; helaldir diyen kafir olur. Başka bir şeytanî fetva: “Enflasyon miktarı ribâ alınabilirmiş.” Bu da bâtıldır. Milyonlarca Müslüman şer’an zaruret olmadığı halde mülk, otomobil, şahsî veya ticarî eşya veya mal almak için faizli kredi kullanıyor, böyle bir şey şeriate aykırıdır. Bu konudaki modern cahiliye karanlıklarını dağıtmak, bilenlerin vazifesidir. Bu vazifelerini dosdoğru ve etkili şekilde yerine getirmezlerse cahillerin vebali bu bilenlerin üzerine olacaktır. “Faizle çok uğraşırsak laik faiz şeytanları bizi çarpar…” gibi bahaneler sorumluluk ve vebalden kurtarmaz.

Ahmed ibn Hanbel Hazrretlerine baskı yapılmış, “Kur’an’ın kelâm-ı kadîm olmadığını kabul et!” denmiş; fakat o büyük imam bunu yapmamış, kırbaç cezasına katlanmıştı. Ebû Hanîfe Hazretleri de Bağdad Başkadılığı (bir tür Adalet ve İçişleri bakanlığı) makamını kabul etmediği için hapse atılıp işkence görmüştür. İmam Rabbânî de, zamanındaki zâlim ve bid’atçi sultanı tenkit ettiği için bir kalede zindana atılmıştır. Büyük fıkıh imamlarından İmam Serahsî Hazretleri zalimleri tenkit ettiği için yerin altındaki bir zindana konulmuştur. Allah’a ve Rasûlüne sâdık ulemâ ve fukahâ zalimlerden korkarak doğruyu söylemekten vazgeçmez. Ribâ konusunda çok yaygın ve yoğun bir sapıklık, fısk, fücur, cehalet, gaflet, dalalet görülmektedir. Buna karşı ümmet-i Muhammed; Kur’an, Sünnet, Şeriat nurlarıyla aydınlatılmalıdır.

ÜÇÜNCÜSÜ: Müslümanların tesettürle olan imtihanlarındaki başarısızlıktır. Zamanımızda on milyondan fazla mümine kadın ve kız tesettürsüz gezmektedir. Bunları en uygun, en güzel, en inandırıcı, en etkili şekilde uyarmak ve aydınlatmak bilenlerin vazifesidir… Tesettürlülerin bir kısmı da, şer’î tesettüre değil, şeytanî tesettüre bürünmüştür. Bunların da uyarılması, şeytanî tesettürden şer’î tesettüre dönmeleri gerekir.

Tesettür konusunda çok önemli bir husus daha var: Tesettür ikiye ayrılır, birincisi; saçlarını ve bedenini şeriate ve fıkha uygun şekilde örtmek, Müslümanlar bu konuda az çok bilgili… Lakin ikinci bir tesettür daha var ki, mü’mine kadın ve kızların nâmahrem erkeklerle ihtilat etmemeleridir. Bunu bilen ve takan çok az kadın kalmıştır.

Mübarek Miraç gecesinde, bir cemaatin na’at okuma gecesine gitmiştim, tribünlerde Müslüman kadınlarla erkekler karma karışık oturuyordu… Bu manzarayı görünce doğrusu çok üzülmüştüm… Tesettür konusunda da toplumun kültürüne ve psikolojisine uygun bir aydınlatma ve uygulama seferberliği başlatılmalıdır.

DÖRDÜNCÜ: Farz namazlarını cemaatle kılmak bazı mezheplerde farzdır. Hanefî mezhebinde sünnet-i müekkede-i ‘ayndır. Şer’î ve fıkhî bir özür olmaksızın terki caiz değildir. Bu gerçek halka söylenmemektedir. Vaazlarda, dinî makalelerde “Cemaatle kılınan namaz yirmi beş veya yirmi yedi misli sevaplıdır…” denilir, gerisi getirilmez. Müslüman halk, farz namazlarını cemaatle kılmanın ihtiyârî (seçimlik, tercihe kalmış) olduğunu sanıyor. Fıkıh kitaplarımızda cemaate katılmamayı mâzur gösteren yirmi kadar şer’î özür zikredilmektedir. Mesela hastalık… Ama her hastalık cemaate katılmamayı meşru kılmaz. Hastalığın iki şartı olmalıdır: Cemaate katıldığı takdirde ya hastalığı şiddetlenecek yahut hastalık müddeti uzayacak… Birazcık başı ağrıyormuş, hafif bir kırgınlık varmış öyleyse cemaate katılmaya- bilirmiş, bunlar şer’î özür değil şeytanî özürlerdir. Müslümanlara cemaat konusunda Kur’ânî, Nebevî, Şer’î, fıkhî gerçekler anlatılıp öğretilmelidir. Bilhassa sabah namazlarını camilerde kılmak gerektiği akıllara ve vicdanlara, bir daha sökülmeyecek şekilde sokulmalıdır.

BEŞİNCİSİ: Ülkemizdeki milyonlarca Müslüman israfa, lükse, aşırı tüketime, sefahate (beyinsizlik), saçıp savurmaya batmıştır. Lüks ve aşırı tüketim israftır, israf ise Kur’ân’la, Sünnetle, icma ile haramdır. “İsraf haram değildir.” diyen, namaz da kılsa, oruç da tutsa kâfir olur. Düşünebiliyor musunuz, hergün milyonlarca ekmeğin çöpe atıldığı bir İslâm ülkesinde yaşıyoruz. Böyle bir israfı kâfirler yapsa anlaşılabilir de Müslümanların yapmasına akıl ermiyor…

Mesken konusunda, otomobil konusunda, yazlık konusunda, giyim-kuşam, yeme-içme, gezip-tozma gibi konularda korkunç bir fısk ve fücur, israf, haram işleme, azgınlık müşahede edilmektedir. Elli bin liralık bir otomobil ihtiyacını görecekse Müslümanın yüz elli bin liralık vasıta alması haramdır, evini mutfağını ve banyosunu en pahalısından Brezilya graniti ile döşemesi israftır, lüks lokantalara gidip yeme içme şehvetini tatmin ve gösteriş yapmak için haddinden fazla pahalı yemek yemek o da israftır, haramdır. Kur’ân-ı Kerim’de “İsraf edenler şeytanın kardeşleridir.” buyruluyor. Hakîkî ulemânın, hakîkî fukahânın, hakîkî meşâyıhın, kâmil mürşidlerin bu konuda; aşırı giden, azgınlıklar sergileyen milyonlarca Müslümanı uyarmaları gerekir. Yunanistan’ın halini görüyoruz… Bu kafayla giderse Türkiye’nin akıbeti de öyle olur. Müslümanlar Allah’tan korksun da israf çılgınlığını frenlesinler. Biz, eski sâlihler kadar kanaatkâr olamayız ama bu kadar azgınlık da asla kabul edilemez, hoş görülmez.

ALTINCISI: Türkiye’de muntazam olarak beş vakit namaz kılanların oranının yüzde ona düştüğü söyleniyor. Bu yüzde onun da sadece onda biri namazları takke veya imâme (sarık) ile başı örtülü olarak kılıyor. Ne korkunç tehâvün (dini bir hükmü hafife alma)!.. Rasûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı boyunca (ihramlı olduğu durumlar müstesnâ) bir kere bile başı açık namaz kılmamışlardır. Hadîs-i şerifte ne buyruluyor: “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız sizde öyle kılınız…” Maalesef namaz kılanlarımızın yüzde doksanı, bunlar sünnî olsun mezhepsiz olsun selefî olsun, başı açık olarak namaz kılmaktadır.

Bütün fıkıh kitaplarımızda, namazda başını örtmenin sünnet ve edeb olduğu yazılıyor. Dinî bir konuyu hafife almanın vebali çok büyüktür. Camilere gidiyorum, bir kere bile bir imâmın bir hatîbin bir vâizin: “Muhterem din kardeşlerim, namazda başınız örtülü olsun, baş açık namaz kılmak bid’attir…” diye nasihat ettiğini görmedim. Evet, başı açık namaz kılmak namazın sıhhatine mani olmaz ama vahîm bir kerahettir. Bu kadar kolay, bu kadar zahmetsiz bir sünnet, nasıl böyle genel şekilde ihmal edilebilir, doğrusu vicdanım kabul etmiyor. (İnternet görsellerinden /china muslims eid prayer/ kelimeleriyle arayınız, karşınıza Çinli kardeşlerimizin cemaat halindeki fotoğrafları çıkacaktır. Hepsinin başı takkeli veya sarıklıdır. Onların üzerinden Mao silindiri geçti, yine toparlandılar, bizim üzerimizden geçen silindir Mao’nun ki kadar ezici değildi ama biz toparlanamadık…

Efendim, bu yazımda altı konuyu ele aldım, daha bunlar gibi altmış ayrı madde yazılsa bitmez. Cenab-ı Hakk Türkiye Müslümanlarına uyanıklık nasip etsin, bendeniz âlîm ve fâzıl bir kimse değilim; sıradan bir yazar, bir gazeteci olarak min gayri haddin (haddim olmayarak) bu satırları kaleme aldım… Ümmeti uyarmayan, aydınlatmayan, bilgilendirmeyen bilen kişilerin veballerini düşündükçe, onlar namına titriyorum.

Ümmet-i Muhammed’in başında bir İmâm-ı Kebîr yahut Emîrü’l-Mü’minîn bulunması ve mü’minlerin bu zâta bîat ve itaat etmeleri vaciptir. Malesef bugünkü Müslümanlar, nâdir fertler ve gruplar dışında bu konuyu gündemden çıkartmışlardır.