İçeriğe geç
Anasayfa » ADALET VE ŞAHİTLİK

ADALET VE ŞAHİTLİK

  1. Mahkemeler, gasp edilen hakları sahiplerine ulaştıran, nizâ’ ve husûmetleri çözen yüce makamlardır. Buralara işi düşen herkesin en büyük isteği “haklı” çıkmaktır. Hâlbuki aslolan, hakkın yerini bulmasını istemek olmalıdır. Ancak hırs, tama, gurur gibi çeşitli duygular insanı hakkı teslim ve itiraf etmekten alıkoyup hakkı olmayanı “hakkımdır” iddiasında bulunmaya sevk eder. Bu yüzden her hak iddia edene, hakkı hemen verilmeyip iddiasını isbat etmesi istenir. İddiayı isbat yollarından biri, belki en önemlisi “şahitlik”tir. Ancak hakkı ve adaleti yerine getiren şey mutlak şahitlik değil, âdil kişilerin îfâ ettiği şahitliktir.
  2. Şahitlerde aranan adalet vasfı, onların büyük günahlardan uzak durması küçük günahlarda ısrar ve devam etmemeleridir.[1] Dolayısı ile bu vasfı zedeleyecek davranışlar, kişinin adaletinde tereddüde sebep olacağından şahitliğinin reddini gerektirir. Konunun ciddiyetinden dolayı fıkıh kaynaklarında “Şahitliği Kabul Edilen Ve Edilmeyenler” başlığı altında mesele ayrıntılı bir şekilde ele alınır ve sayılıp dökülür.

“Adalet” vasfını zedeleyen davranışların başında, ayetle sabit olan zinâ iftirası gelir. İffetli birisine zinâ iftirasında bulunan kişi, bu iddiasını isbat edemez ise “kazif haddi” vurulur. Bu büyük günahı işlemesinden dolayı artık o kimse “âdil” değil “fâsıktır” ve Hanefîlere göre, tevbe etse de mahkemede şahitliği kabul edilmez.[2] İçki içme, kumar oynama, faiz yeme gibi diğer büyük günahlar da buna kıyas edilerek, şahitliğin reddine sebep olan günahlardan sayılır.[3]

Adalet sıfatına zarar veren haller bunlarla sınırlı değildir. Fukahâ, büyük günahlardan sayılmasa da kişilik ve dinî hassasiyet zafiyetine delâlet eden diğer bazı davranışları da şahitliğin reddine sebep kabul etmiştir. Bu cümleden olmak üzere, şarkı söyleyerek insanları eğlendirenlerin; hamam, banyo, plaj ve yüzme havuzu gibi yerlerde veya spor yaparken tesettüre riâyet etmeyenlerin, sahâbeye dil uzatanların, mazeretsiz Cuma ve cemaati terk edenlerin şahitliği kabul edilmez.[4] Molla Fenârî’nin, cemaate gelmediği için Yıldırım

Bayezid’in mahkemede şahitliğini reddetmesi meşhurdur.[5] Ve yine söz ve davranışlarıyla kadınlara benzemeye çalışan erkeklerin, cenaze evlerinde ağıt yakıp ağlatan yalancı ağlayıcıların şahitliği kabul edilmez.[6]

  1. Günümüz hukukunda çok da kâle alınmayan “şahitlerde adalet” vasfının bu derece üzerinde durulması, bazılarınca yadırgansa da bu, İslâm hukukunun hak ve adalete verdiği yüksek önemi gösterir. Zira Allah haklarına karşı saygılı olmayıp pervasızca günah işleyen kişinin, insan haklarını kolayca göz ardı etmesi uzak ihtimal değildir. Hz. Ömer (r.a)’in: “Kim namazı gözden çıkarırsa, İslam’ın diğer emirlerini daha rahat gözden çıkarır.” dediği meşhurdur.[7]

Bilindiği gibi, günümüzde mahkemelerde şahitliğin yanı sıra belge, rapor, tutanak… gibi yazılı bilgiler de birer isbat vasıtası olarak görülmektedir. Bunların güvenilirliği de bunları düzenleyenlerin güvenirliliğine bağlıdır. Akl-ı selîm, şahitlerde aranan adalet vasfının sadece mahkemede sözlü şahitlik yapanlarla sınırlandırılmayıp mahkemeye bilgi ve belge sunan herkese teşmîl edilmesini gerektirir. Zira âdil bir karar, ancak hâkim ve şahitlerin bilgi ve belgelerin, geniş manasıyla âdil olmasıyla mümkün olur. Eğri bacanın doğru dumanı, eğri ağacın doğru gölgesi olmaz.

[1] Bilmen, Ömer Nasûhî, Istılâhât-ı fıkhiyye, c. 8, s. 119.

[2] Mecmeu’l-enhur, c. 2, s. 196.

[3] İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 9, s. 167.

[4] Mecmeu’l-enhur,  c. 2, s. 196-200.

[5] eş-Şekâikun-nu’mâniyye, s. 19.

[6] Mecmeu’l-enhur,  c. 2, s. 196-200.

[7] el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, c. 11, s. 122.