İçeriğe geç
Anasayfa » ÇİZGİLER AŞILMAMALI

ÇİZGİLER AŞILMAMALI

Rasûlullah (s.a.v)’in hadislerindeki örnekler hiç şüphesiz büyük hikmetler ihtiva etmektedir. Basit bir halk deyimi şeklinde geçiştirilmeleri mümkün değildir. Üzerinde tefekkür edilmesi gereken örnekler olarak görülmeleri gerekmektedir.

İnsanın mal ve makam hırsıyla dinine zarar vermesinden söz ederken bu zararın boyutunu iki aç kurdun bir sürüye saldırması ile örneklendirmesi oldukça düşündürücüdür.

Bir sürüye saldıran iki aç kurt, karınlarını doyurmak için yetecek olan bir kuzuyu kapıp gitmez. Yiyeceklerinden çoğunu telef edip o sürüyü dağıttıktan sonra birini yiyerek giderler. Yani iki kurdun telef ettiği koyun sayısı yediklerinin çok çok üstünde olur. Kurdun zarar verme hırsı yeme hırsından çok daha fazladır. Kurt bir sürüye daldığında karnını doyurma arzusunu aşar; ne kadar boğar ve öldürürse o kadar mutlu olur. Sonunda da bir kuzuyu yediği halde onlarcasını boğarak bırakır gider.

Müslüman bir insanın gözünü mal ve makam hırsı bürüdükten sonra, Allah’ın haramları ve dinin menfaati gibi konuları görmeden yol alması kurtların bu tutumuna benzetilmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki Müslüman, bir kere o hale gelmemelidir. Çizgiler aşıldıktan sonra bir noktada durulması zor olabilir. Bir kereliğine girilen faiz bataklığının, sadece ev almak için çiğnenen bir haramın devamında sürünün tamamını boğma gibi ağır bir sonuç bulunabilir.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin sözüne de örneğine de çok dikkat etmek gerekiyor. O bizim için, bize söylüyor.

Mal ve mevki düşkünlüğünün aslı dünya sevgisinden gelmektedir. Dünya sevgisi de nefse tabi olmanın ürünüdür.

Her nefis, diğer insanlara karşı yüksekte bulunmayı, farklı olmayı ister. Kibir ve hasedin kaynaklanma noktası da buradadır. Allah Teâlâ’nın rızası olmayan bir işte yükselmeyi arzu etmek geçici olanın peşinde olmaktır. Mü’min, ebedi olanı bırakıp fani olana meyletmez.

Aslında ahiret için çalışan dünyayı da elde eder. Ama dünya için çalışan ahireti elde edemeyeceği gibi dünya da onun olmaz. Kaybederken ikisini de kaybetmiş olur. Hâlbuki ahirete çalışan, ikisini de kazanmış olur. Nefsin fani şeylere takılmasına karşı uyanık olmak şarttır. Zira bir kere takıldıktan sonra dönüş oldukça zor bir süreçtir.

Allah Teâlâ, kullarının bu hayatı imtihan olarak görmelerini emretmiştir. Dolayısıyla kimsenin ‘içimden geliyor’ şeklinde bir mazeretle kendini savunması mümkün değildir. Evet, mal ve makam hırsını içimize bir şehvet olarak yerleştiren Allah Teâlâ’dır. Ama içimizdeki bu hastalıklara karşı korunma yollarını da bize göstermiş, helalleri haramları tayin etmiştir. Kulun vazifesi imtihanı kazanmaktır. Mazeret üretmek çare değildir.

Dinimize zarar verecek bir düzeyde makam düşkünü olup olmadığımızı test edebiliriz.

Kendimizi beğeniyor, övülmekten hoşlanıyorsak, ilmimizin, infakımızın, ailemizin konuşulmasından hoşlanıyorsak,

Başkalarının eksikliklerinin konuşulmasından haz alıyorsak,

Lider olma, son sözü söyleme gibi öne çıkmaya yönelik tavırlar hoşumuza gidiyorsa,

Proje üzerinde konuşup, başka projeleri yetersiz bulma, kendi üretimimizi öne çıkarma arzumuz sık sık kabarıyorsa,

Kişisel görüşümüzden taviz vermiyorsak, tenkit kabul etmiyorsak,

Lider durumdakilerle, siyasi mevki sahipleriyle bulunmayı önemsiyorsak,

Allah adına konuşmak anlamına gelen fetva konusunda cüretliysek, bu fitne kapımızdadır.

Böyle bir fitneyi kapımızda hissettiğimizde yapmamız gereken ilk önce, imanî kimliğimizde zayıflamaya neden olan şeyleri incelemek olmalıdır. Gıdamıza haram karışmış olabilir, onu temizlemeliyiz. Aşırı dünyevileşmiş bir ortamda bulunuyoruzdur, onlardan uzaklaşmalıyız. İbadetlerimizi ihmal ettiğimizden dolayı bir soğuma olmuştur, özellikle nafile ibadetleri artırma yoluna gitmeliyiz.

Mü’min kimliğimiz ve çevremiz zarar gördüğü için bu fitne kapımızı çalmıştır. İlk düzeltilmesi gerekenler de bunlar olmalıdır.

Mal ve makam hırsının helak edici olması, dine zarar vermesi, dengede tutulmayan bir mal ve makam sevgisi içindir.

Haramlara kapı açmadıkça, insanlara zulmedilmedikçe, kul hakkı irtikâbı olmadıkça, yalan, fuhuş gibi haramlara neden olmadıkça malı sevmek, makam arzu etmek haram olmaz. Ancak mü’min bilir ki, mal ve makam sevgisinin zapt edilmesi zor işlerdendir. Yoksa kalpte mal sahibi olma arzusu, lider olma isteği kulu cehennemlik yapmaz.

Haramdan kazanılmamış, zekât ve benzeri haklardan kısılmadan elde edilmiş bir mal helaldir. Ehil olarak gelinen bir makam helaldir.

Namazdan cihada kadar Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gevşeme nedeni olmayan mal da, makam da mübarektir. Sakıncalı olan malı ve makamı putlaştırmaktır.

Mal ve makam konusunda mü’min, istemediği halde bazı gelgitler de yaşayabilir. Hatalı işlere imza atabilir. Bu durum kulluğunu bitirmez. Bunun bir benzeri yıllar sonra bir vakit namaz kaçırması gibidir. Nasıl o kaçırdığı namaz için hemen nedamet duyuyor ve acilen onu kaza ederek tevbe kapısına yöneliyorsa, malı ve elindeki makamı konusunda yanlış yapan, acilen yanlışından dönüş yapar, tevbe kapısına yönelir ve hatasını tekrar etmez. Hayat budur.

İrtikâp ettiği hataları küçümseyen, zaman ve çevre şartlarını ileri sürerek kendini haklı görmeye çalışan ise malı ve makamı yüzünden helake doğru kaymış olur. Şeytanın damlalardan büyük göller ürettiğini bilmeden yol alanlar, genellikle bu duruma düşmektedirler. Bir kereliğine bile olsa Allah’ın çizgilerini aşmama ilkesine sadık kalanlar için ne mal tehlikedir ne de makam. Tehlike bu iki fitneyi algılama mantığındadır.