İçeriğe geç
Anasayfa » BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİN HAYATA GEÇİRİLMESİ VE SONRAKİ NESİLLERE AKTARILMASINDA CEMAATLER

BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERİN HAYATA GEÇİRİLMESİ VE SONRAKİ NESİLLERE AKTARILMASINDA CEMAATLER

           Cemaat Ve Vakıf

Müslümanların din kardeşliği esasına dayalı olarak gerçekleştirdikleri ve katılmak zorunda oldukları birlik ve beraberliklere cemaat diyoruz. İslâm dininde cemaat halinde ibadet teşvik edilmiş, hatta bazı ibadetler için cemaat şart koşulmuştur. Sahihayn’da anlatıldığına göre Allah Teâlâ, kendisini anıp zikretme amacıyla bir araya gelmiş bir topluluğun hepsini affettiğini meleklerine bildirdiğinde onlar hayretle “Aralarında onlardan olmayan, bir ihtiyacı için oraya gelmiş olan birisi var.” demişler, bunun üzerine Allah (c.c) de, “Onların hepsi hayırlı bir meclisin sâkinleridir. Böyle bir toplulukla beraber olan kimse bedbaht olmaz.” buyurarak onu da affettiğini bildirmiştir.[1] Hz. Peygamber ise “Allah’ın rahmet ve inayet eli cemaat ile beraberdir”[2], “Mutlaka cemaatle beraber olun ve yalnız kalmaktan kesinlikle kaçının. Unutmayın ki şeytan, tek başına hareket edenleri boş bırakmaz”[3] buyurarak cemaatin önemine dikkat çekmiştir.

Bizim bu yazı bağlamında ele alacağımız cemaat kavramı yukarıda ayet ve hadislerde ifade edilen cemaat mefhumu ile bir taraftan uyum gösterirken, diğer taraftan onunla bir takım farklılıklar arz etmektedir. Bugünkü terminolojide cemaat kavramını tanımlarsak, aynı inanç, aynı düşünce, öğreti ve ideoloji etrafında bir araya gelen insanların oluşturduğu, zor dağılan bir topluluk olarak ifade edebiliriz. Bu özelliğinden dolayı olmalı ki, bugün toplumda “cemaat” dendiği zaman akıllara hemen “dinî cemaat” gelmektedir. Türkiye’de bu özellikte irili ufaklı birçok cemaat vardır.

Son tahlilde ister uyum ister farklılık arz etsin cemaatlerin kökeninde tarihimizdeki vakıfların varoluş hususiyetleri yatmaktadır. Bu hususiyetler de yardımlaşma ve dayanışma üzerine temellenmektedir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim iyilik ve sosyal konularda yardımlaşmayı, üzerine vurgu yaparak emretmektedir: “İyilik ve takva (Allah’ın sevgisini kaybetmekten korkma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”[4] Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadislerinde insanlar arasındaki bu yardımlaşmayı sağlayan ve maddi yardımlaşmanın temelini oluşturan zekât hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Zekât, İslam’ın köprüsüdür.”[5] Mevlana Celaleddin Rumi de yardımlaşma kurumlarının temel felsefesini şu şekilde izah etmiştir: “Fakr-u zaruret içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek suretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakikleşip ruhun incelsin!”[6] Bu hassasiyet itibariyledir ki vakıf, Yaratandan ötürü yaratılanlara merhamet, şefkat ve sevginin, müesseseleşmiş şekli haline dönüşür. Dolayısıyla vakıf, sadece insanlara değil tüm yaratılanlara sadece Allah rızası için hizmetin adıdır.

Cemaatler İle Vakıf Geleneğinin Buluştuğu Kavşak

Günümüz dünyasının popüler değerleri, seküler hayat tarzı, felsefesi ve pozitivizmin hayata yansımalarının büyük bir değerler erozyonuna sebep olduğu aşikârdır. Bu yıpranmışlıktan İslam dünyası da nasibini almıştır. Bugün ekonomik ve sosyal açıdan İslam ülkelerinin yaşamış olduğu travmaların temelinde de bu tahribat ve “özden kopuş” vardır. Çarpıcı ve sarsıcı bir tespit olması itibariyle şunu söyleyebiliriz ki, vakıf medeniyetinin en ihtişamlı çağının yaşandığı Osmanlı dönemindeki vakıf geleneği bugünkü bütün İslam ülkelerinin vakıfları ile kıyaslandığında hala çok ileri düzeydedir.

Şüphe yok ki İslam dünyasının maddi manevi kalkınması ve dünya barışı için bu anlayışın tekrar diriltilmesi zaruridir. Bunun için de temel ve zorunlu yapılması gereken öncelikli vazife ve iş, pozitivizmin tahribatını tamir edecek “vahiy endeksli değerler eğitimi” seferberliği başlatmaktadır. Bu seferberliği de devlet kurumlarından bireye kadar her kesim ibadet şuuru içerisinde hissetmeli ve yerine getirmelidir. Bu hususta cemaatler de pek çok hizmete öncülük etmelidir. “İcra edilen hizmetler icra edileceklerin teminatıdır” vecizesinden hareketle cemaatlerin bu çalışmaları yerine getirecekleri muazzam bir tarihi gerçeklik ve tecrübi bilgisi bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki İslam vakıf geleneği, tüm ihtişamı ile mazide durmaktadır. Pratikleri mazide olan bu geleneğin teorisi ve prensipleri sahih olarak elimizdedir.

Bu konuda şeffaf, hesap verebilir, bizi biz yapan değerleri kendisine rehber edinen bir cemaat anlayışı, en modern tekniklerle yönetilen ve hizmet sunan bir sivil toplum hareketi ve İslam vakıf geleneği ruhuyla buluşturulabilir. İslam vakıf geleneği zaten bir kurum hüviyetini taşısa da, bundan daha öte ruhtur, anlamdır, değerler bütünüdür. O değerlerden soyutladığınızda ne kadar üst düzey teknikler de kullansanız, ne kadar kurumsal anlamda prensipleri uygulasanız kurumunuz ruhsuz bir bedene dönüşür. Bunun için, İslam vakıf geleneğine ruh veren ve bizi biz yapan “vahiy merkezli değerler sistemi”, çağdaş sivil toplum teknikleriyle buluşturulursa ancak başarı gelecektir.

Cemaatlerin Sahip Olması Gereken Değerler

Bizi biz yapan değerlerimiz, tarihimizle dinimizin eseri olan “özgü kültürümüz” ve hem dinimiz hem de bulunduğumuz coğrafya ile katıldığımız “ortak kültürümüz”dür.  Dinimiz İslamiyet ile katıldığımız ortak kültürümüzün temelinde ise; “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim”[7] hadisinde de zikredilen Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in hadisleri temerküzlüğünde sünnet-i seniyyesi vardır.

Cemaatler bu iki kaynak, yani “ilahi vahiy” ekseninde değerlerini belirlemelidir. Açıkçası değerlerin temeli bizzat vahyin belirlediği anlam örgüsü içinde yani “sünnet” etrafında şekillenmelidir. Bu hususta cemaatler yol haritalarında şu dört maddeyi “vahiy eksenli” temellendirmeli ve izah etmelidirler:  1. Kavramlar, 2. Model Şahıslar, 3. Önermeler, 4. Derin tefekkür. Cemaatlerin değerler ile ilgili kavramları ırk/milliyetçilik, cinsiyet, vatan ve modern algılar üzerinden değil, vahiy üzerinden belirlenmelidir. İcra edilen faaliyetler sadece Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşmak, fert ve topluma hizmet etmek üzere yapılmalıdır. Bu çalışmaları gerçekleştirirken Model şahsiyetler peygamberler ve onların izinden gelen vakıf insanlardır. “Biz” Müslümanız, kendimizi ve değerlerimizi Kur’an üzerinden tanımlamalıyız. Dolayısıyla önermeler noktasında Kur’an ve sünnetteki önermeler dikkate alınmalıdır. Bu hususlar derin bir şekilde tefekkür süzgecinden geçirilmelidir. Çünkü cemaatlerimiz vakıf geleneğinden gelmekle beraber Batı’dan gelen kavramsallaştırmaların tesiriyle karmaşık, çelişkili bir dönem yaşamaktadır.

Bu yüzden cemaatlerin, içinde bulundukları karmaşık durumdan kurtulmak için cemaat İslamcılığından kurtulup vakıf geleneğini, camiyi, tekkeleri hayata geçirmeye; medreseleri gündemlerine almaya hatta eski/mez yazı ve yapıları tekrar talep etmeye ihtiyacı vardır. Tabir-i caizse yıkılan yerden kalkmak için bu durum gerekmektedir. Dolayısıyla cemaatler “vahiy eksenli” şu değerlere sahip olmalıdırlar: İlim, iman, irfan, istişare, ahlak, hikmet, hareket, kendi inanç değerlerinin yeniden inşası, toplumun takva ekseninde dönüşümü, nitelikli fert, nitelikli kurum ve nitelikli iş sahibi olma, imandan kaynaklanan sorumluluk ahlakı, aidiyet bilinci, donanım, üretim, gençliğin ihyası,  geleceğin inşası, İslam’a aykırı olmayan hususlarda tarihi ve geleneğiyle barışık olmak…

Cemaatler sıraladığımız vahiy eksenli değerler etrafında çalışmalarını “liyakat sahibi” insanlarla yürütmelidir. Özellikle icraat ekibinin bu vasıfları taşıyan insanlardan seçilmesi ve insanların eğitimleri sırasında insanlara bu vasıflara sahip olma bilinci verilmelidir. Bu hususta Cenab-ı Allah ayette şöyle buyurur: “Muhakkak ki Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder.”[8] Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v), “Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin.’ buyurdu. Dediler ki, “Yâ Rasûlallah! Emanet nasıl kaybolur?” Rasûlullah (s.a.v) de, “İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle.”[9] buyurmuş; yine bu hususa işaret edilmiştir.

Cemaatler faaliyetlerini hobi olarak değil profesyonel bir şekilde yapmalıdır. Bu uzmanlık/profesyonellik cemaatlerimizde “belli bir konuya odaklanma” şeklinde algılanmalı ve paralelinde her bir konunun anlam kökleriyle paralel ilerlemeler temin edilmelidir. Her alanda küçük de olsa var olmak yerine bir alanda otorite ve danışma merkezi olacak şekilde uzmanlaşma sağlanmalıdır. Elbette ki cemaatler özellikle icraat ekibinin içine, iyi yetişmiş, dünyayı tanıyan, en az iki dil bilen, teknolojiyi ve iletişim araçlarını iyi kullanabilen, liyakatli profesyonel/uzman kişiler getirmelidir. Ayrıca bu kişilerin iletişimi güçlü, merhametli, sabırlı ve yüksek karakterli kişiler olmasına dikkat edilmelidir. “Ben” dilini kullanmayı çok seven ve kardeşlerine yukarıdan bakan cemaat temsilcileri hem kuruma hem de hizmete zarar vermektedir. Sa’d suresinin 26-28. âyetlerinden de çıkan sonuca göre müttakiliği (takvâ sahibi) arzulayan cemaat yöneticileri, faaliyetlerini adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre sürdürmeli; hüküm ve kararlarında keyfî arzularına uyup Allah’ın tayin ettiği ölçülerden sapmamalıdır.

Cemaatlerdeki uzmanlık/profesyonellik, “gönüllülük” değerinin de önüne geçmemelidir. Cemaatler hayatını İslam’a adayan vakıf insanlardaki “gönüllülük şuuru”nu devamlı canlı tutmalı ve bu bilinci aşılayıcı faaliyetler, tanıtımlar yapmalıdırlar.

Cemaatler bizi biz yapan “vahiy eksenli” değerleri sözde aktaran ve manipüle eden değil, özde temsil eden hüviyetle çalışılmalıdır. Yani değerler algısı ve uygulaması “şekli” olmamalı aksine öz itibariyle tüm düşünce, davranış ve eylemlere şekil vermelidir.  “Rol model” yani rehber, örnek, önder şahsiyet ve kurumlar olarak, cemaat tüzüğüne yazılan bütün değerler bizzat hayatta ve icraatlarda tatbik edilmelidir.

Hülasa edersek, cemaatler insan hakları temelinde adalet, özgürlük, eşitlik ve sağlıklı yaşam tesisinde önemli bir misyon yürüttüğü için projelerini her alanda yaygınlaştırmalıdır. İslami değerler aynı zamanda evrensel insani değerlerdir. Daha da ötesi denilse yanılmış olunmaz. Kaygı ve endişe içinde olmadan çağdaş dünyaya “vahiy eksenli” değerleri haykırmalıdır.

[1] Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim.

[2] Tirmizî, Fiten, 7; Nesâî, Tahrim, 6.

[3] Tirmizî, Fiten, 9.

[4] Maide Suresi, 5/2.

[5] Keşfu’l-Hafa, c. I, s. 439.

[6] Mevlana, Dîvân-ı Kebîr, (çev. A. Gölpınarlı), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992, s. 10.

[7] Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3: 14, 17, 26.

[8] Nisâ Sûresi, 4/58.

[9] Buhârî, “İlim”, 13; “İmâre”, 170.