İçeriğe geç
Anasayfa » MAKEDONYA’DA ECDADIN İZLERİ

MAKEDONYA’DA ECDADIN İZLERİ

Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Bosna Hersek ve Sırbistan’ı kapsayan Balkan turuna Kosova’nın başkenti Priştine’den başlıyoruz. Oradan Kosova’nın Prizren şehrine, ardından da Makedonya’ya geçiyoruz.

Uçakla gidip otobüsle devam ettiğimiz bu yolculukta ecdadımızı düşünüyoruz. Bıkmadan usanmadan, durmadan dinlemeden at sırtında bu topraklara nasıl gelmişler? Hâlbuki biz otobüsle rahat bir şekilde dolaşırken dahi yorgunluk hissediyoruz. Ancak ecdadın yaptıklarını düşündüğümüzde onlara olan hayranlığımız kat kat artıyor.

Üsküp:

Makedonya’da ilk durağımız başkent Üsküp. Buram buram tarih kokan bu şehir 1392 yılında Yıldırım Bayezid’in paşası Yiğit Paşa tarafından fethedilir. Bundan sonra Üsküp, Osmanlı için bir fetih merkezi olur. XVI. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Kemalpaşazâde’ye göre burası bir cennet bahçesi, Rumeli’nin Bursa’sıdır.

Üsküp birçok meşhur kimsenin doğduğu yerdir. Bu meşhurlardan birisi de şair Yahya Kemal Beyatlı’dır. Şair, genç yaşta buradan ayrılır. Annesinin kabri buradaki İsa Bey Camii haziresindedir. Onun, memleketi Üsküp hakkında “Kendi Gök Kubbemiz” adlı kitabında “Kaybolan Şehir” isimli hasret kokan güzel bir şiiri vardır. Şiirin bazı mısraları şöyledir:

Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyârıdır,

Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.

Üsküp ki Şar Dağı’nda devâmıydı Bursa’nın.

Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.

Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin

Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.

Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,

Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.

Üsküp’te şehrin hâkim bölgesinde bulunan Vodno Dağı’na büyük bir haç dikilmiş olup şehre girişte hemen göze çarpmaktadır. Bu haç şehirdeki Osmanlı görüntüsünü bastırmak amacıyla dikilmiş.

Vardar isminin kaynağı ve

Taşköprü:

Vardar Ovası’nı besleyen Vardar Nehri, Üsküp’tedir. Anlatıldığına göre Osmanlı askerleri bu nehri görünce “Var ama dar.” demişler, bundan dolayı ismi “Vardar” olarak kalmış. Nehir, Üsküp’ü ikiye bölmektedir. Bir tarafı tarihî şehir olup bu kısım Müslümanların yaşadığı bölgedir. Osmanlı izlerinin yoğun bir şekilde bulunduğu bu kısımda Üsküp Türk Çarşısı bulunmaktadır. İnsan burada kendisini sanki bir Bursa, bir Safranbolu’daymış gibi hissediyor. Şehrin diğer tarafında ise gayr-i Müslimler yaşar, bu kısma “yeni şehir” derler.

Nehrin üzerinde Osmanlı döneminde yapılmış, kaynaklarda adı Vardar Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmed Köprüsü olarak geçen tarihî bir Taşköprü bulunmaktadır. Bu köprü Üsküp’teki en güzel tarihi eserlerden biridir. 1970’li yıllardaki tamirde köprünün kitâbe köşkü yıkılmıştır. 2002’deki restorasyonda da köprünün mihrâbiyesi Vardar Nehri’ne düşürülerek parçalanmıştır. Türkiye’nin çabaları sonucu mihrâbiye 2007 yılında yeniden yapılmıştır. Ancak mihrâbiyenin karşısına Osmanlı karşıtı bir isyancının, Makedonların sözde kahramanları olan Karpoş’un anısına bir plaket konulmuştur.

Bu kısımda köprüyü geçince hemen karşıda İtalyan heykeltıraşlar tarafından yapılmış birçok heykelin bulunduğu büyük bir meydan vardır. Makedonya kralı Büyük İskender’in babası II. Filip’in, İskender’in annesi Olimpia’nın, Kiril Alfabesi’ni bulan Kiril ve Metodi’nin, Ayasofya’yı yaptıran Kral I. Jüstinyanos’un, Osmanlı’ya isyan eden Dimitri’nin heykelleri buradadır. Meydanı geçtikten sonraki en önemli yapılardan biri de Rahibe Teresa Kilisesidir.

Üsküp’te Osmanlı’ya ait çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır. Taşköprü’nün dışında İsa Bey tarafından yapılmış olan ve 44 dükkândan oluşan Kapan Han, İsa Bey Camii, Mustafa Paşa Camii, Bosna Valisi Davut Paşa tarafından yapılan Çifte Hamam ki şu an müze olarak kullanılıyor, başlıca eserlerdir.

Kalkandelen (Tetovo)

Makedonya’nın tarihi şehirlerinden birisi de Kalkandelen’dir. Bu şehir Başkent Üsküp’e 42 km mesafededir. Şehir, Şar Dağları’nın eteklerinde kurulmuş olup 1390 yılında Yıldırım Bayezid’in paşalarından Timurtaş Paşa tarafından fethedilmiştir. İçinden akan Pena Nehri, şehri yemyeşil bir bahçeye çevirmiştir.

Neden Kalkandelen?

Buraya neden Kalkandelen isminin verildiğiyle ilgili iki rivâyet vardır:

Birincisi Osmanlı askerleri çok güçlü olduğu için savaşta düşmanların kalkanlarını dahi delmişler, bundan dolayı bu isim verilmiş.

İkincisi ise burada kalkanları delen aletler yapılıp satıldığı için bu ismi almıştır.

Şehirde ziyaret ettiğimiz en önemli tarihi eserler Çeyiz Camii ile Harâbâtî Baba Tekkesi’dir. Bu iki yapının da hikâyesi bizi etkilemiştir.

Çeyiz Camii:

1495 yılında yapılan Çeyiz Camii’nin birçok ismi vardır. Alaca Camii, Abdurrahman Paşa Camii, Paşa Camii, Mensûre ve Hurşide Kardeşler Camii diğer isimleridir. Peki, neden bu kadar isim verilmiş? Sebebi şöyledir:

Caminin iç ve dış süslemelerinde görülen çok fazla renk ve desenden dolayı Alaca Camii,

  1. yüzyılda Abdurrahman Paşa tarafından onarıldığı için Abdurrahman Paşa ve Paşa Camii,

Hurşide ve Mensûre kardeşler tarafından yapıldığı için Hurşide ve Mensûre Kardeşler Camii,

Hurşide ve Mensûre kardeşlerin çeyizlerini camiye vermelerinden dolayı da Çeyiz Camii adı verilmiştir.

Bu iki genç kızın çeyiz paralarını vererek yaptırdığı cami Abdurrahman Paşa tarafından 1883’te onarılmış. Cami içinde Hurşide ve Mensûre kardeşler tarafından yapılmış birçok işleme bulunmaktadır. Bu işlemeler doğal kö boyalarıyla boyanmış, yumurta akıyla sağlamlaştırılmıştır. Caminin içindeki ve dışındaki süslemelere bakıldığında bir kadın elinin değdiği hemen anlaşılmaktadır. Caminin içine bütün peygamberlerin ve aşere-i mübeşşerenin isimleri güzel hatlarla yazılmış. Caminin yanında hamamı da bulunmaktadır. Camiyi yaptıran bu iki kardeşin türbesi caminin bahçesindedir. Türbenin üstü açık bırakılmış. Sebebi ise Allah’ın rahmeti olan yağmur damlalarının buraya ulaşmasıdır.

Caminin yanında yıllardan beri çok sayıda kız ve erkek hafızın yetiştiği bir de medrese bulunmaktadır. Burada 85 yaşında bulunan Hafız Mahmud Arslani Hoca 100’e yakın hafız yetiştirmiş ve hâlâ da yetiştirmeye devam etmektedir. Biz de bu muhterem zatı ziyaret edip ellerini öperek duasını istirham ettik.

Harâbâtî Baba Tekkesi ve Sersem                  Ali Paşa:

Harâbâtî Baba Tekkesi, Kalkandelen’in en büyük tarihi eserlerinden biridir. Burayı Kanuni’nin kayınbiraderi Ali Paşa yaptırıyor. Bunun da ilginç bir hikâyesi var. Şöyle ki:

Ali Paşa bir rüya görüyor. Rüyasında kendisinden Balkanlara gidip bir tekke kurması isteniyor. O da bu rüya üzerine eniştesi Kanuni’den Balkanlara gitmek üzere izin istiyor. Kanuni kendisine “Paşalık bırakılıp da oralara gidilir mi? İnsanlar bu işe sersemlik demez mi?” deyince “Varsın desinler. Ben buna razıyım sultanım.” diyor. Tahtı, paşalığı bıraktığı için kendisine “Sersem Ali Paşa” ve “Sersem Ali Dede” deniyor.

Server Ali Paşa Kalkandelen’e gelerek Bektaşi Tekkesi’ni kuruyor ve burada Bektaşiliği yayıyor. Zamanla bu yer ilgisizlikten harabeye dönüyor. Ardından Malatya’dan Mehmet Bey buraya geliyor. Tekkenin olduğu yerde manevi bir nur görüyor. Bu, Server Ali Paşa’nın nuru diyor ve burayı onarıyor. Bu harabe yeri ihya ettiği için kendisine Harâbâtî Baba, tekkeye de Harâbâtî Baba Tekkesi deniyor. Harâbâtî Baba’nın nerede öldüğü belli değil. Recep Paşa da onun için burada bir makam (kabir) yaptırıyor.

Abdurrahman Paşa’nın babası Recep Paşa, Nakşibendi Tarikatı’na mensuptur. Yörenin valisidir. Recep Paşa’nın kızı Fatma Hanım verem hastalığına yakalanıyor. Hekimler Recep Paşa’ya kızının havası en temiz olan bir yerde yaşaması gerektiğini söylüyorlar. O da uygun bir yer tespit etmek için üç tane koyun kestirip ciğerlerini değişik yerlere asıyor. Şar Dağları’nın eteğinde tespit ettiği yer Harâbâtî Baba Tekkesi oluyor. Recep Paşa, kızının sıhhat bulması için tekke içine bir karantina kulesi yaptırıyor. Fakat yine de kızı çok yaşamıyor. Ancak bu sayede tekke yeniden bakım görüyor. Geniş bir araziye sahip tekkenin dört kapısı bulunmaktadır. Bu dört kapı da bir rivâyete göre dört kitabı, başka bir rivâyete göre de şeriat, tarikat, hakikat ve marifet gibi tasavvuf ehlinin dört önemli makamını temsil ediyor.

Cumali:

Cumali, Arnavut asıllı Osmanlı aşığı yiğit bir genç. 2001 yılında bu tekkeyi Hıristiyan Makedonlar işgal ederler. UÇK komutanı da içinde Cumali’nin de olduğu yedi askeri buraya gönderir. Onlar bakarlar ki içeride 100’den fazla Sırp askeri var. Birden “Allahu ekber!” diye tekbir getirerek hücuma geçince hepsi birden kaçışırlar ve bu yedi yiğit Müslüman burayı ele geçirirler. Savaş bittikten bir sene sonra 2003 yılında Cumali bu tekkeye tekrar gelir ve harabe haldeki tekkenin mescidini Makedonya İslam Birliği öncülüğünde tamir ettirip açar.

Ohrid:

Kalkandelen’den Ohrid’e giderken Resne şehrinden geçiyoruz. Resne denince akla Niyazi Bey gelmektedir. Rehberimizin anlattığına göre “geyik muhabbeti” ve “Ne şehit düştü ne gazi, pisipisine gitti Niyazi” ifadelerinin kaynağı Resneli Niyazi Bey’dir.

Geyik Muhabbeti:

Resneli Niyazi Bey, Sultan Abdülhamid’in muhaliflerinden ve İttihat – Terakki Partisi’nin öncülerinden Enver Paşa’nın adamıydı. Geyik beslemeyi severdi. 31 Mart Vakasından sonra İstanbul’a gelirken yanında geyiğini de getirir. O zaman gazeteler onun geyiğinden bahseder, geyikli fotoğraflarını verirler. Buradan geyik muhabbeti deyiminin ortaya çıktığı söylenir.

Ne şehit düştü ne gazi, pisipisine gitti Niyazi:

Bu sözün de kaynağının yine Resneli Niyazi olduğu söylenir. Anlatıldığına göre Balkanlarda düşmana karşı önemli mücadeleler yapmış olan Resneli Niyazi, İstanbul’a dönüş yolunda koruması tarafından öldürülür. Ardından da bu söz söylenir.

Ohrid Gölü:

Ohrid şehrinde bulunan bu göl Makedonya’nın en meşhur gölüdür. Göl, incisi ve balığıyla meşhurdur. Göl kenarında birçok balık lokantası bulunmaktadır. Gölde tekneyle yapılan turun ayrı bir güzelliği vardır. Tekneden hem suyu berrak olan gölün derinlikleri görülür, hem de sahil boyu uzanan şehir izlenilmiş olur. İnci ustalığı genelde Ohrid’deki Türklerin elindedir. Ohrid çarşısı inci dükkânlarının çokluğuyla dikkat çeker. Bu güzide şehirde Müslümanların oranı {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f} 20 civarındadır.

Ohrid’le birlikte Makedonya turumuz sona erdi. Buradan Arnavutluk’a geçtik. Ancak gezdiğimiz bu şehirlerin hem doğal hem de mânevî ve tarihî güzellikleri içimizde tarifi imkânsız hisler bıraktı.

(Yararlanılan kaynaklar: Muhammed Aruçi, “Kalkandelen”, DİA, XXIV, 262-263; Aruçi, “Taşköprü”, DİA, XL, 154-156; Mehmet İnbaşı, “Üsküp”, DİA, XLII, 377-381.)