İçeriğe geç
Anasayfa » FATİH SULTAN MEHMED HAN’IN AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİNE GÖSTERDİĞİ HÜRMET

FATİH SULTAN MEHMED HAN’IN AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİNE GÖSTERDİĞİ HÜRMET

Fatih Sultan Mehmed’in hürmet ettiği, değer verdiği âlimlerin başında hiç şüphesiz hocası Akşemseddin Hazretleri (ö. 863/1459) gelir. Asıl adı Şemseddin Muhammed (Mehmed) b. Hamza’dır. Ancak Akşemseddin veya kısaca Akşeyh adıyla meşhur olmuştur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebû Bekir’e (r.a) dayanmaktadır.

Yedi yaşlarındayken babasıyla birlikte o zaman Amasya’ya, şimdi Samsun’a bağlı olan Kavak ilçesine yerleşir. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyip dinî ilimleri tahsil eder, tıp tahsili de yapar. Ardından Osmancık Medresesi’ne müderris olur. Bu görevi esnasında kendisi için uygun bir mürşid arayışına girer. Ona Ankara’da Kara Medresesi eski müderrislerinden Şeyh Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini tavsiye ederler. Fakat o önce Hacı Bayram-ı Veli’yi düşündüyse de daha sonra bundan vazgeçerek Halep’te bulunan ve şöhreti Anadolu’ya kadar yayılmış olan Zeynüddin Ebû Bekir el-Hâfî (ö. 838/1435)’ye bağlanmayı düşünür. Halep’e doğru yola çıkar. Oraya varır ve geceyi geçirmek üzere bir hana yerleşir, ertesi gün de Şeyh Zeynüddin’e bağlanacaktır. Ancak o gece ilginç bir rüya görür. Rüyasında boynuna bir zincir takarlar. Zorla çeke çeke onu Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli (ö. 833/1430)’nin eşiğine bırakırlar. Bir de bakar ki zincirin ucundan tutan Şeyh Hacı Bayram-ı Veli’dir. Derhal önce Osmancık’a oradan da Ankara’ya gelir ve şeyhe intisap eder. Şeyhin vefatından sonra da h. 833 (m. 1430) yılında onun yerine irşad makamına geçer.

Akşemseddin, İstanbul’un fethinden önce iki defa Fatih’in yanına Edirne’ye gider. Bu ziyaretlerin ilkinde saray hekimlerinin tedavi edemediği II. Murad’ın kazaskeri Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Süleyman Çelebi’yi, ikincisinde de Fatih’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirir. Fatih’in kızı da kendisine Beypazarı’ndaki pirinç mezralarını verir. 

Bir defasında Fatih’in babası II. Murad, Hacı Bayram-ı Veli’ye İstanbul’u fethetmek istediğini söyleyerek ondan yardım ister. Hacı Bayram-ı Veli de şöyle der:

“Beyim! Bu şehri sen alamayacaksın. Ben göremem ama… Şu beşikteki şehzâde ile bizim köse (Akşemseddin) alacaktır. Emin olasın.”

Kaynaklarda “tabîb-i ervâh” (gönül hekimi) ve “tabîb-i ebdân” (beden hekimi) olarak zikredilir. Devrinin en iyi hekimi olarak bilinen Akşemseddin, tıp tarihinde ilk defa mikrobu keşfeden âlimdir. O, hastalıkların mikrop yoluyla bulaştığını söylemiş, bu konuda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden hekim olmuştur.

Fatih 1453 yılı baharında İstanbul’u muhasara etmek üzere ordusuyla Edirne’den yola çıkınca Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de yüzlerce müritleriyle ona katılırlar. Akşemseddin kuşatmanın en sıkıntılı anlarında gerek padişahın gerekse ordunun mânevî gücünün yükseltilmesine yardımcı olur. Araştırmacılar, Akşemseddin’in bu sıkıntılı anlarda zaferin yakın olduğu müjdesini vererek, sabredip gayret göstermesi gerektiğine dair Fatih’e yazdığı mektupların fethin kısa zamanda gerçekleşmesinde büyük bir etkisi olduğunu ifade etmektedirler.

Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed ordusuyla birlikte ak atı üzerinde İstanbul’a giriyordu. Bu sırada büyük değer verdiği Molla Gürâni, Molla Hüsrev gibi hocaları sağında, Akbıyık Sultan ile Akşemseddin solundaydı. Yolları dolduran yerli halk, Fatih henüz 21 yaşında bir genç olduğu için 63 yaşındaki aksakallı Akşemseddin’i padişah sanmışlar ve ellerindeki çiçekleri ona uzatıyorlardı. Bunun üzerine Akşemseddin, “Padişah ben değilim.” der ve Fatih’i gösterir. Fatih de “Verin verin, padişah benim amma o benim hocamdır.” der.

Ayasofya’da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi Akşemseddin okur. İslâm ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehit düşmüş olan sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a)’nin kabrini de Fatih’in isteği üzerine yine o keşfeder. Fetihten sonra Akşemseddin kendisinin de mensubu olduğu Sala Aşiretinden bazı kimseleri Üsküdar’a yerleştirerek burada Salacak adlı Türk mahallesini kurar.

Fatih Sultan Mehmed fetihten sonra Akşemseddin’in yanına gider, yanı üzere yatan Akşemseddin hiç istifini bozmaz. Fatih hocasının ellerini öper ve birkaç gün halvete girmek istediğini söyler. Akşemseddin bu sözleri duymazdan gelir. Fatih talebinde üç dört defa ısrar eder. En sonunda hocasına olan nazından olsa gerek hiddetlenerek “Bir Türk bir kere söylese hemen kabul edip onu halvete sokarsın. Ben sana nice kere söylemişken sözümü kabul etmezsin.” der. Bunun üzerine Akşemseddin Hazretleri “Halvette lezzet vardır. O lezzeti tadarsan sultanlık lezzetini kaybedersin. Bu yüzden işler karışır. Allah da bunu bize sorar. Halvet senin adaletli olmandır, şu şu şu işleri yapmandır.” diyerek Fatih’e bazı nasihatlerde bulunur. Onun bu arzusunu kabul etmez. Aslında bütün bunlar birbirine kuvvetli bir muhabbet bağıyla bağlı ve yıllardır birlikte olan hoca-talebe arasındaki cismânî hicrânın da ilk işaretleridir. Akşemseddin bir müddet sonra Fatih’in, kalması yönündeki bütün ısrarlarına rağmen İstanbul’dan ayrılır, Gelibolu üzerinden Anadolu’ya geçerek Göynük’e yerleşir ve h. 863 (m. 1459) yılında burada vefat eder.

Akşemseddin Göynük’e yerleştikten sonra sık sık Fatih’e mektup yazmış, dünyevî ve uhrevî nasihatlerde bulunmuştur. Bu nasihatlerden birisi de şöyledir:

“Siz, sizi sâir halk gibi zannetmeyesüz. Memleketi düzeltmekten gayri nesneye meşgul olmayasuz… Maddî zevkler, rûhânî zevklere nisbetle pek değersizdir, değeri olmayan şeylere iltifat etmeyesüz.”

Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddin’in nasihatlerinden büyük oranda istifade etmiştir. Ona olan hürmetini veziri Mahmud Paşa’ya söylediği şu sözleriyle açıkça ifade etmişti:

“Bu pîre hürmetim gayr-ı ihtiyaridir; yanında heyecanlanırım, ellerim titrer. Diğer pirlerin ise, benim yanıma geldiklerinde elleri titrer.”

Yine Fatih fetih sırasında Akşemseddin’in üstün gayretlerini, gözü yaşlı dualarını ve verdiği fetih müjdesini gördükten sonra şöyle demiştir:

“Sevincim sadece bu kale fethine değildir. Benim zamanımda böyle aziz bir insanın bulunmasına da sevinirim.”

Sâmiha Ayverdi, Akşemseddin’in Fatih katındaki kıymetini şöyle izah ediyor:

“Fatih şu cihetten de talihli idi ki, bir cihangîr olmasına ve devrinin fikir ve siyaset âleminde yüksek mevkiini kabul ettirmiş eşsiz bir kıymet bulunmasına rağmen, elini öpeceği böyle bir üstâdı, karşısında nazlanıp sesini yükseltse de, “Hizâya gel!” diye karşı koyabilen bir efendisi vardı. İskender ve Napolyon da birer cihangîr idiler. Fakat icrâat, fütuhat ve şuuraltı istidatlarına rağmen, terkipsiz birer malzeme olmaktan kurtulamadılar.”


(Kaynakça: Taşköprîzâde, eş-Şekâiku’n-Numâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Usmâniyye, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut ts, s. 138; Orhan F. Köprülü – Mustafa Uzun, “Akşemseddin”, DİA, II, 299-300; Ali Bulut, “Fâtih Sultan Mehmed’in Âlimlere Verdiği Değer”, Fatih Sultan Mehmed Han, Editör: Fahameddin Başar, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2018, s. 115-128; Sâmiha Ayverdi, Edebî ve Mânevi Dünyası İçinde Fatih, Kubbealtı, İstanbul 2008,  s. 46-47.)