İçeriğe geç
Anasayfa » Faiz ve Zaruret

Faiz ve Zaruret

Faizin haram olduğuna iman eden bir Müslümanın faizden uzak durması lazım gelir. Aslında aklın gereği de budur. Çünkü insanın, aldığından fazlasını geri ödemesi akıl kârı değildir. Ancak şartlar, ihtiyaçlar, sıkıntılar… kişiyi bazen akla ve imana ters işler yapmaya, faizli kredi kullanmaya zorluyor. Bunu yaparken de insan genelde “Başka çarem yok, mecburum.” mazeretine sığınıyor. Böylece âhirette azaptan kurtulacağını umuyor. Çünkü biliyor ki İslam çaresiz kalanlara çare, meşakkate düşenlere teysîr sunuyor: “Allah dinde size zorluk kılmadı.”1, “Allah size kolaylık ister, size zorluk istemez.”2 gibi âyet-i kerimeler İslam’ın bu meziyetini ifade ediyor. Ayrıca yine birçok âyet-i kerime zor durumda kalanların haram olan bazı şeyleri yemesine izin veriyor. İşte günümüzde nakit sıkıntısına düşen bazı Müslümanlar İslam’ın bu genel esaslarının (umûmâtının) kendilerini kurtaracağını düşünerek ve bu konuda verilen şartlı fetvaların da şartlarını göz ardı ederek faizli kredi alıyor. Biz bu kısa yazımızda bu yaklaşımın doğru olup olmadığını ortaya koymaya çalışacağız.

Faiz Nedir?

Faizi haram kılan âyet ve hadislerin hitap ettiği ilk toplumda faiz, borç veya ödünç işlemlerinde alınıp veriliyordu. Ödenecek faiz miktarı, ya baştan veya borçlu borcun vadesini uzatmak istediğinde sonradan tespit ediliyordu. Her iki durumda da vade-faiz ilişkisi doğru orantılı olarak artıyor veya eksiliyordu. Adı veya şekli değişse de günümüzde de faizde vade-faiz ilişkisi değişmemiştir: Borcun veya kredinin vadesi arttıkça faiz miktarı da artmaktadır. İşte âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin harp ilan ettiği faiz tam da budur.

Ayrıca İslam, günümüzdeki şekli ile kâğıt veya madenî paranın çok yaygın olmadığı devirlerde alım-satımda başvurulan “takas” uygulamasında da bazı maddelerde faiz olduğunu, bunun haram kılındığını bildirmiştir. Mesela; pazarda özellikleri farklı iki buğday takas edilecek olsa hem peşin olması hem de miktarlarının aynı olması şart koşulmuş, veresiye veya biri fazla olursa bu faiz sayılmış ve haram kılınmıştır. Hikmetini kavrayamasa da Müslüman her ikisinden de uzak durmalıdır. Asıl olan budur.

Diğer taraftan İslam’ın, bazı sıkıntı ve meşakkatler karşısında bazı hükümleri uygulamada kolaylıklar gösterdiği bilinmektedir. Seferde dört rek’atlı farzların iki kılınması, Cuma namazının edasının düşmesi, Ramazan’da isterse kişinin oruç tutmaması bu tanınan kolaylıklardan bazılarıdır. Ayrıca çok zor durumda kalanın kesin haram olan murdar hayvan ve domuz eti yemesine de müsaade edilmiştir. Fıkıh dilinde bunun adı “zarûret”tir. Acaba bu kolaylık nakde sıkışan kişiye de tanınır ve faizli kredi almasına müsaade edilir mi?

Zarûret Nedir?

Âlimler, kişinin hayatını idâme etmek için gerek duyduğu şeyleri, ihtiyaç derecesine göre zarûriyyât, hâciyyât, tahsîniyyât şeklinde üçe ayırmışlar ve bunları çeşitli şekillerde tarif etmişlerdir. Ali Haydar Efendi Mecelle şerhinde zarureti bir yerde3, “Memnû’ olan şeyin işlenmesini tecvîz eden özür.” diye tarif ederken başka bir yerde4, “Bir kimse memnûu tenavül etmediği takdirde helâki müstelzim olan şeydir.” şeklinde tarif etmiş ve bu halin, haram ve memnûun tenâvülünü mubah kıldığını söylemiştir.

Ciddi ihtiyaçlarını gidermek için insanın çiğnediği yasakların bir kısmı sırf Allah hakkı bir kısmı da sırf kul hakkı olabilir. Hayatta kalabilmek için murdar hayvan eti veya domuz eti yemek sırf Allah hakkıdır. Kişi darda kaldığında bunları yemesi ona mubah kılınmıştır. Yani Allah (c.c) âhirette ona bunun hesabını sormaz. Ancak kul hakkına taalluk edenler böyle değildir. Açlıktan ölmemek veya ciddî bir tehdidi savuşturmak için başkasının malını itlâf etmek zorunda kalan kişi, günah işlemiş olmasa da kul hakkına girmiştir ve daha sonra o malı tazmin etmesi gerekir. Kul haklarında zarûretin haramı mubah kılmasının anlamı budur. Ayrıca her zarûretin her haramı mubah kılmadığı da unutulmamalıdır. Mesela; “Filanı öldürmezsen seni öldürürüz.” tehdidi altındaki kişi bir “zarûret” hali ile karşı karşıya kalmış olsa da bu durum onun diğerini öldürmesini mubah kılmaz.

“Zarûret”, çaresizlik ve tükenmişlik hali, çıkış yollarının tıkandığı durumu ifade eder.

Gerek zarûretin ne olduğu gerekse buna binâen nelerin mubah olacağı etrafında pek çok şey şöylenmiş ve yazılmıştır. Biz burada o ayrıntılara girmeden âyetler ışığında başlıktaki konuya cevap bulmaya çalışacağız.

Kur’an-ı Kerim’de dört âyet-i kerimede5 meyte (şer’î usûllere göre kesilmeden kendi halinde ölmüş hayvan eti), kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanlar açık ve kesin bir şekilde haram kılınmıştır. Mâide Sûresi 3. âyet-i kerimede bunlara; boğulmuş, (sopa vb. ile) vurulup öldürülmüş ve yardan yuvarlanıp ölmüş olanlar da ilave edilmiştir. Bu hükmün geçtiği her âyette bir istisna getirilmiş ve “zarûret” halinde bunların yenebilecekleri bildirilmiştir. Zarûretin ne olduğu da yine Mâide Sûresi 3. âyette ( ) kelimesi ile açıklanmıştır. Merhum Hamdi Efendi bu kelimeyi, “Karın kasığa geçmiş, ölümden veya ölüm mukaddimatından korkulur bir açlık hali.” şeklinde ifade etmiştir.6 Sadece açlık değil tehdit altında bunları yemek zorunda kalma hali de bu cümleden sayılmıştır.7

Zarûret Halinde Neler Mubah Olur?

İmam Malik (r.h), âyette zarûret halindeki istisnanın sadece meyte hakkında zikredildiği dolayısıyla bu ruhsatın meyte ile sınırlı olduğu görüşündedir. Cassas, İmam Malik’e cevap olarak bazı deliller getirdikten sonra bunun sair haramları da kapsadığını ifade sadedinde şöyle der: “Âyette bahsedilen zarûret başka haramları da kapsar. Sadece meyte ve sonrakiler için zikredilmiş olması, âyetin âmm ifadesinin diğer haramlarda da dikkate alınmasına mâni değildir. Ayrıca, meytenin mubah kılınmasındaki asıl sebep, kişinin onu yiyerek hayatta kalması ve yemediği takdirde telef olma korkusu ise ve bu sebep diğer haramlarda da mevcut ise aynı zarûret onlarda da bulunduğu için meyteye ait hükmün diğerlerinde de olması gerekir.”8

Günümüzde Faiz-Zarûret İlişkisi:

Görüldüğü üzere âyette işaret buyrulan zarûret hali, neredeyse sonu ölüme varan ciddi bir çaresizlik halidir. Buna göre tedavi için başka çare bulamayıp faize bulaşmak zorunda kalanları bu cümleden saymak mümkün olsa da ev almak, araba almak, iş kurmak, iş genişletmek… gibi sıkıntıları ayetlerde belirtilen zarûretler cümlesinden saymak mümkün görünmemektedir. Zira bunlarda bazı sıkıntılar ve meşakkatler görülse de ölüme götürecek derecede hayatî olmadığı açıktır. Bunları “zarûriyyattan” değil de belki “hâciyyattan” saymak mümkündür. Hâciyyat nedir, haciyyat için de “zarûriyyat” hükümleri geçerli midir?

Hâciyyat:

Buraya kadar kısaca, zarûretler karşısında İslam’ın, insanlara tanıdığı kolaylıklardan bahsettik. Ancak elbette İslam’ın, sıkıntılar karşısında gösterdiği kolaylıklar sadece zarûret derecesinde olanlardan ibaret değildir. Nitekim ana esaslara uymadığı halde sırf insanlar sıkıntıya düşmesin diye cevaz verilen akitler vardır. Mesela, ma’dûmun (olmayan şeyin) satışı caiz değildir. Ancak kira akdinde akde konu olan “menâfi”, akit esnasında ma’dum olduğu halde bu duruma kıyasa muhalif olarak ihtiyaçtan dolayı cevaz verilmiştir. Selem ve istısnâ’ akitleri de bu konuda meşhur örneklerdendir. Buhârâ civarında insanlar ödünç para bulmakta çok sıkıntı çektikleri için o civarın fakihleri bey’ul-vefa’ya cevaz vermişlerdir. Şöyle ki nakde sıkışan kişi mesela tarlasını satar, müşteriden parasını alır. Ancak şartı vardır: Bu parayı geri verdiğinde tarlasını geri alacaktır.9 Müşteri bu müddet içinde o malı kullanacaktır, ev ise oturacak, araba ise binecek, tarla ise ekecektir. Bir başka ifade ile satış görüntüsü altında verdiği ödünç para karşılığında o maldan faydalanacaktır. Bu ise faizdir, faiz haramdır, ancak nakit darlığından dolayı buna cevaz verilmiştir.

İbn Nüceym, ihtiyaç gidermek için caiz görülen yukarıdaki fer’î mesâilden şöyle bir sonuç çıkarır: “Hacet ister umûmî ister husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur.”10 Mecelle’nin 32. maddesinde bu, “Hâcet umûmî olsun husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur.” şeklinde yer alır. Dolayısıyla bu kaide ile hâciyyatın da zarûriyyat hükümlerine tabi olabileceği ifade edilmiş olmaktadır.

Değerlendirme

Yukarıda arz edildiği üzere haramları mubah kılan zarûret hali, ancak sonu ölüme varan veya ona yakın bir darlık halidir. Buna göre, tedavisi ağır masraf gerektiren bir hastalığa dûçar olup çaresiz kalanın veya yangın, sel, deprem gibi âfetlerde evsiz kalıp sokakta veya çadırda kalanların hali gibi durumlar dışında günümüzde “çaresizim” mazeretlerinin hemen hiçbirini “zarûret” derecesinde saymak ve “Bunlar için faiz mubah olur.” demek mümkün değildir. Çünkü hemen herkesin mazereti iş kurmak, iş genişletmek, işçinin parasını ödemek, araba almak gibi “ihtiyaç” derecesini geçmeyen sıkıntılardan ibarettir. Bunların arasında gösterilen en ağır ihtiyaç da “kiradan kurtulmak için bir ev” talebidir. Evin, zekâtta aslî ihtiyaçlardan sayılıp zekâta tabi olmamasını da dikkate alarak bazıları ilk ev olması şartı ile bunun için krediye cevaz vermektedirler. Kanaatim odur ki onların fetvası evi olmayıp kirada oturana değil evi olmayıp sokakta kalanadır. Çünkü ancak o takdirde, çerçevesi âyette belirtilen “zarûret” hükümleri kapsamına girer.

İhtiyacın zarûretten sayılmasına gelince; yukarıda hâcetin zarûret menzilesine tenzîl olunduğunu gördük. Ali Haydar Efendi, hâceti “Kişiyi cehd ve meşakkate dûçar eden şeydir.” diye tarif eder.11 Buna göre karşılanmaması halinde “meşakkate” yol açacak ihtiyaçları gidermek için zarûretlerde olduğu gibi haramların mubah sayılması gerekir.

Her ne kadar kaide buna cevaz verse de kanaatimce yine de “hâciyyat” için faizli kredi caiz olmaması gerekir. Çünkü bilindiği gibi bir vasfın illet olmasının şartlarından biri de “munzabıt” olmasıdır. İhtiyaçların giderilmemesinden doğan “meşakkat” böyle bir vasıf değildir. Bundan dolayı meşakkat sefer ruhsatları için hikmet sayılmış ama illet sayılmamıştır. Ayrıca hâciyyat, kişiye, zaman ve mekâna göre değişiklik arz eder. Özelliği bu olan bir ihtiyacın karşılanması için haramlığı kesin olan faize kapı açmanın isabetli olmayacağı kanaatindeyim. Evet, “meşakkat teysîri celp eder.” ama suç ve cezada olduğu gibi meşakkatle onu gidermek için mubah sayılan hükmün dindeki yeri arasında bir dengenin bulunması da hikmetin gereğidir.

Bu konuda, “bey’-i vefâ”nın örnek alınması da isabetli olmasa gerektir. Çünkü bey-i vefâya kıyas-ı şebeh yolu ile yani bir yönü ile satışa bir yönü ile kullanılmasına izin verilmiş rehine benzediği için cevaz verilmiştir. Hâlbuki faizli kredi akdinin caiz görülmesinde bu anlamda bir benzerlik yoktur.

Ayrıca dilimizde zarûretle ihtiyaç kavramı arasındaki anlam farkı fukahanın tariflerindeki kadar açık ve belirli değildir. Çoğu zaman biri diğerinin yerinde kullanılır. Hatta “ihtiyaç” gerek duyulan her şeyin genel adıdır. “Zarûret” de o ihtiyacın derecesini ifade eder. Bazen de “zarûri ihtiyaç” şeklinde beraber kullanılır. Kiradan kurtulmak için ev parası arayanın “ihtiyacı” olduğu gibi “Çorba taşınca kepçeye baha biçilmez.” diyeninki de bir “ihtiyaç”tır. Dilinde böyle bir kavram karışıklığı bulunan bir toplumda “Hâcet umumî olsun hususî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur.” kaidesine dayanarak kredi kapısı aralanırsa “İhtiyacım var, başka çarem yok.” diyen herkes o kapıdan girer -ve nitekim öyle oluyor-, bankaların “ihtiyaç kredisi” kampanyaları da meşruiyet kazanır. İhtiyaç sahipleri işlerini, Allah (c.c) da fetva verenlerin hesabını görür.

Sonuç

Sonuç olarak diyebiliriz ki; zarûret veya ihtiyaç karşısında haramlarda ruhsat aranması -yukarıda tespit edildiği üzere- “çok ciddî ve hayatî meşakkatlerle” sınırlı tutulmalı ve bunun dışında faiz hep haram bilinmeli, gerisi “Müftü fetva verse de sen fetvayı kalbine sor.” esasına bırakılmalıdır. Yani kişi, ihtiyacını zarûret derecesinde görür ve faize bulaşırsa yarın da huzur-i ilahîde Allah (c.c), o kimsenin ihtiyacını zarûret derecesinde bulursa onu affedebilir bulmazsa ondan hesabını sorar. Ama bu konuda fetva verilmemelidir. i


1 Hac, 22/78.

2 Bakara, 2/185.

3 c.1, s.76.

4 c.1, s.79.

5 Bkz. Bakara, 2/172; Mâide, 5/3; En’âm, 6/145; Nahl, 16/115.

6 c.3, s.1570.

7 Kurtubî, 2/225.

8 Ahkâmü’l-Kur’an, 1/129.

9 Bey’ul-vefanın tarifi için bkz. Mecelle, Madde:118.

10 el-Eşbâh, 91.

11 Mecelle Şerhi, 1/79.

(*) Yrd. Doç. Dr., Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi, İslâmî İlimler Fakültesi