İçeriğe geç

Allah Zülcelâl, bizleri kendisine lisan-ı hak’la şükredenlerden kabul eylesin. Bizleri Hakk lisanı ile Habib’ine, onun âline ve ashabına ezelden ebede doğru salât ve selâm getirenlerden kabul eylesin.

Elhamdülillah, Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ (cc.) Hazretleri yine Reyhan’da buluşmayı, yaz baharında Reyhanla baş başa kalmayı bizlere nasip buyurdu. Dergimize Reyhan ismini verirken, Reyhan’ın sayfalarında Hakk lisanından kendi idrakimiz kadar bir şeyler yazmaya ve ulaşabildiğimiz kadar çok kişiye ulaşmaya niyet ettik.

Eğer bizler Reyhan kelimesinden, reyhanın içinde saklı olan manayı anlayıp, o mananın bizi maddi âlemden mana âlemine, mana âleminden de mana âleminin ötesine getiren bir yol olduğunu kavrayabilirsek tevhid-i hakikiye ulaşmış oluruz inşaallah.

Dergimize isim verdiğimiz Reyhan aynı zamanda hoş kokusu olan, sevildikçe etrafa kokusu yayılan bir çiçeğin de ismidir. Umumî manası ile hoş kokulu olan bütün nimetlerin de ismidir.

Bizler hoş kokusuyla iltifata mazhar olan reyhanın hem kokusundan faydalanırız, hem de onunla göz zevkimizi tatmin ederiz.  O güzel varlığın manzarasına yönelen bakışımız ve hissettiğimiz o güzel kokular bizlere, onlara bu güzellikleri vereni hatırlatır.

Reyhanın umumî manasına dikkatimizi çekebilirsek görürüz ki her nimetten etrafa hoş ve değişik reyhalar yayılmaktadır. Reyhanın kokusu, gülün kokusu, pişen etin kokusu… Düşünen insanlar bu kokulara yönelir. Onlardan yayılan reyhalar o güzel nimetlerin güzel elçileridirler.

Hissettiğimiz sonsuz reyhalar, gördüğümüz sayısız nimetler ve onların gözümüzü ve hislerimizi bıktırmayan manzaralarından oluşan o güzel elçiler, bizleri daima neşe ve huzura yöneltir.

Etrafımızı saran bu sayısız reyhalardan bütün insanlar aynı şekilde faydalanamazlar muhakkak. Kimisi koku duygusunu kaybettiği için hiçbir şey hissetmez. Kimisi de hasta olduğu için o güzel reyhadan mahrum kalır. Dolayısıyla her insan bu güzel reyha ve manzaralardan aynı seviyede faydalanamaz.

Mevzuyu hulasa etmek istersek, değişik kokulara sahip olan nimetlerin asıl reyhaları birdir. O da onlardan etrafa yayılan tevhid inancının reyhasıdır. Bu reyhadan herkes kabiliyetine göre etkilenerek kabiliyetine lâyık olan reyhayı seçer.

Bütün reyhaların aslı bir olduğu için bu reyhaları temsilen biz de Reyhan’ı seçtik.

Reyhan, reyhasını teneffüs edip güzel manzarasına bakanlara hâl lisanı ile “Bana bakma, beni terbiye edip bu güzel reyhaya büründüren Âlemlerin Rabbine bak. Bütün nimetleri terbiye edip onlara sahip olduğu özellikleri bahşeyleyene bak!” der.

Güllerin sadece etrafa yayılan güzel kokularını teneffüs edip güzelliklerini göremeyen bülbüllerin önündeki perdeler kaldırılınca o güzel gül bahçesine kavuşan bülbüllerin terennümü daha değişik olur.  Zira bülbüller güle ve gülün reyhasına âşıktır. Onunla vuslata ermek için feryad-ü figan ederler.

Güller ve etrafımızı saran bütün güzel reyhalar Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz’in nurunun terinden yaratılmıştır. Güzel kokuları temsil eden reyhanlar bizlere bir taraftan maddi ihtiyaçlarımızı temin edebileceğimiz varlıkları işaret ederken diğer taraftan da aslî görevleri olan tevhid yolunu işaret ederler.

Dolayısıyla diyebiliriz ki; eşya da bir şekliyle mürşittir. Eşya, insanlara manadan maddeye, maddeden de manaya giden yolu gösterir. Bizler de biraz ehl-i hâl olup, onların hâllerinden yayılan o güzel reyhanların ifade ettiği manaları biraz daha ihlâslı bir şekilde düşünürsek; bütün reyhaların, içi ve dışı nur-u mübin yani apaçık bir nur olan Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa’yı (sav.) hatırlatan reyhanların arkasında kaldığını görürüz. O’nun (sav.) batınında olan reyhanın bütün rayihalara tesir ettiğini kavrayınca, diğer varlıkların kokularını temsil eden reyhanın da reyhası bütün varlıklar gibi arkada kalır. O mübarek reyhadan beslenen reyhanın kokusu, onu teneffüs etmeye muktedir olan insanlara ulaşır ve o reyha ile kişiler hayat bulur.

Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz’in manevi reyhasını almak, kişinin Rasûlullah’a (sav.) olan muhabbeti seviyesindedir. Muhabbet ise kişiyi bu duygunun yoğunluğu kadar karşı tarafa bağlar. Bundan dolayı bir insan sevdiğine baktığı gibi başka birisine bakamaz. Onun reyhası gibi bir başka reyhadan hoşlanamaz. Sevmediği bir kişiden yayılan güzel bir reyha dahi ona hoş gelmez.

İnsandaki duygu kuvvetleri, muhabbet miktarınca artarak genişler. Buna duygularda keşif denir. Kişinin muhabbeti artınca, uzaktaki dostları hayaline girer. Onlar adeta onunla karşı karşıya gelir ve sohbet ederler. O vakit sevdiği kişilerden yayılan o güzel reyhaları çok uzaklardan bile hissederler. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yakup’un (as.) “…inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!”[1] buyurarak çok uzaklardan Hz. Yusuf’un (as.) reyhasını aldığını ikrar ediyordu. Muhabbet ona Hz. Yusuf’un (as.) reyhasını getiriyordu. Reyha ise onu Hz. Yusuf’a (as.) kavuşmaya getiriyordu.

Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz bir gün hane-i saadetine gelince; kendisini görmek için Yemen’den kalkıp gelen fakat annesine verdiği söze itaat ederek evde olmadığı için kendisiyle görüşemeden tekrar Yemen’e dönen Veysel Karani Hazretlerinin kokusunu alır.

Demek oluyor ki âşık ile maşuk arasındaki muhabbet tamamlanınca ne kadar uzakta olursa olsunlar birbirlerinin reyhasını teneffüs ederek huzurlu bir hayat yaşarlar.

Ebu Hasan Harkani Hazretlerinin muhabbet reyhaları sayesinde Ebu Yezidi Bistami Hazretlerinin kabirlerini bulduğunu, Akşemseddin Hazretlerinin de Ebu Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin kabrini aynı muhabbet reyhalarıyla bulduğunu bilmekteyiz.

Dünya muhabbetiyle kalpleri dolu olanların bunları idrakleri mümkün olmaz.

Bu gibiler daldıkları gafletten uyanmak için hayvanlar âlemini düşünsünler. Onların en küçük temsilcilerinden biri olan arılara baksınlar. Arılar, görmeyen gözeriyle sadece kokuya yönelerek uzak mesafelere gidip kendilerine vahyedilen vazifelerini tamamlamak için tekrar kovanlarına dönerler. Bunların bu davranışları da muhabbetlerinin bir işaretidir.

Ama iğrenç kokular içerisinde uzun müddet yaşamış ve bu hususta ısrarcı olan bir insanı güzel kokulu bir bahçeye getirirseniz o güzel kokular onun için hiçbir mana ifade etmez. Aksine o havayı teneffüs emekten rahatsız olur.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki muhabbetten hissesi olmayanlar adeta ruhsuz bir ceset gibidir. Bu gibilere bir şey anlatmaya çalışmak zamanı boşa sarf etmekten başka bir şey ifade etmez.

Hazreti Fatıma (r.anha)’nın babası olan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa’ya (sav.) âşık olabilenler için de muhabbetin önemini ifade ettiğimiz bu sözler bir şey ifade etmez. Çünkü onlar, sözden hâle geçmişlerdir. Onların halleri sözleri, sözleri de halleri olmuştur.

Bundan dolayı Hz. Fatıma (r.anha)’nın sevgili babaları baki âleme irtihal edince:

“Benim üzerime dökülen musibetler gündüzlerin başına dökülseydi gündüzler gece oldurdu, artık benim halim nice olur.” diye terennüm ederek ağlardı.

Üstüne Hz. Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa’nın (sav.) yattığı toprağın reyhası sinen bir kimse asırlar boyu yaşasa, onun için ondan daha güzel bir reyha düşünülemez.

Dergimizin bir önceki sayısındaki yazımızın sonunda, Vakıa Süresinin 88 ve 89. ayetlerinden yola çıkarak “Revh-u Reyhan” ı anlatacağız demiştik.

Bu “Revh-u Reyhan” sözüne dikkatle bakarak, bizi ona kavuşturacak hakikatleri okumaya ve dinlemeye devam edelim.

Eğer fani olan bu dünyaya gözünü kapayan insan mukarrebinlerden ise; onun için her türlü rahatlık ve sınırsız sayıda güzel kokulardan meydana gelen bir tevhid-i reyhan vardır. Rahatsız edici kokulardan arınmış, sararıp solmayan, etrafa yayılan reyhalarıyla insanları kendisine cezbeden cennet nimetlerinden dolayı naîm ismiyle isimlenmiş cennetler vardır.

Eğer bizler, o reyhalara, o nimetlere ve Cennet-i Naîm ismiyle isimlenmiş cennetlere âşık isek, cennet güllerinin ve nimetlerinin reyhasını dünya hayatında teneffüs etmek istiyorsak: Allah Teâlâ’nın (cc.) sevdiklerinin reyhalarından faydalanmanın gayreti içerisinde olmalıyız.

Rasûl-i Ekrem (sav.)  Efendimiz’in “Bana Yemen tarafından Veysel Karani’nin reyhası geliyor.” buyurduğu gibi, güzel kokuların temsilcisi olarak sizlere anlatmakta olduğumuz Reyhan da sizlere Naîm Cennetindekileri, Allah Teâlâ’nın (cc.) sevdiklerini ve güzel kokular saçan sonsuz nimetlerini hatırlatır.

Böylelikle yok olmaya ve çürümeye mahkûm olan fâni nimetlere talip olmaktan vazgeçip, yok olmayan çürümeyen baki nimetleri ve o nimetlerin içerisinde yaşayan, Allah Teâlâ (cc.) Hazretlerinin dostlarını severiz. Kalbimizi onların sevgisiyle doldurup Rasûl-i Ekrem (sav.) Efendimiz ’in “İnsan sevdikleriyle haşredilir.” müjdesine nail oluruz. İnşallah o zaman mana âlemine misal olan rüyalarımızda dahi fâni dostlarla değil de baki dostlarla yaşarız. Fâni nimetlerle değil de baki nimetlerle vakit geçiririz. Böylelikle Allah Teâlâ (cc.) Hazretleri bizlere fâni kokuları olan reyhanlarla değil de baki kokuları olan reyhanlarla buluşma şerefini ihsan eder.

Reyhan lisân-ı haliyle der ki:

Burada kavuşmak yok.

Ve devam eder:

Ey ezelden ebede doğru yolculuğa çıkan insan, yaratılış gayene ulaşmak ve vaad edilen büyük mükâfatlara kavuşmak istiyorsan tevhide gel tevhide.

Bu cennetleri yaratan, orada muttaki kulları için sayısız nimetleri hazırlayan, o nimetlerden sizlere envai çeşit reyhalar sunan, benzersiz manzaralarıyla sizleri neşelendiren, onlara cemalinden cemal ihsan eden, izzetiyle izzet kazandıran tek varlığa itaat edin.

Yol gösterenlere bakma, onları önünde perde olarak görme. Seni neye davet ettiklerine ve kime götürdüklerine bak.

Çünkü O’nun indinde bütün varlıklar birdir.

Artık durma ilerle, seni Rabbinden uzaklaştıran önündeki perdeleri birer birer aşarak mukarrabinler diyarına gir ki sende de “Lâ ilâhe illallah’ın sırrı zuhur etsin.

O zaman O’na âşık olan ve O’nu sevenlerin bulunduğu mukarrabinler âlemine açılan yolu bulursun. O yolun nuruyla aydınlanan yolda ilerlersin.

Geçen sayıdaki yazımızın sonunda “Revh-u Reyhan” ayetindeki nimetlere kavuşmaya Reyhan’ın bize yol gösterdiğini yazmıştık. Bunu kısaca şöyle ifade edebiliriz.

Her şey manadan maddeye, sonra da maddeden manaya dönmektedir. Reyhan maddesi ile maddi reyhaları, nimetleri ve fani varlıkları da bizlere tanıtmaktadır. Bizlere fani nimetlerden baki nimetlere geçen yolu göstermektedir. Bu yolu göstermekle kalmaz o nimetlerin en üstün ve en değerlisine kavuşuncaya kadar bize yol göstermeye devam etmektedir.

En üstün ve değerli nimetten kastımız “mukarrabin” olarak vasıflanmış olanların nimetlendirildikleri emsalsiz nimetlerdir. Allah Teâlâ (cc.) Hazretleri bu nimetlere “revh” ismini vermiştir. Yani onlar için en üstün ve değerli nimet canlarından çok sevdikleri Rabblerine kavuşmaktır. Çünkü âşık maşukuna kavuşmak için yola çıkınca ne kadar güzel yerlerde konaklasa ne kadar değişik ihsanlara muhatap olsa; o vuslata kavuşmadıkça rahat edemez. O yola girenin rahatlığı ancak maşukuna kavuşup vuslata ermesiyle tamam olur.

Mukarrabinler Rabblerine kavuşunca, ruhları da rahata kavuşur. Dünya hayatına meyledenlerin dünya hayatındaki dostlarına kavuşunca rahat etmeleri gibi… İşte bu dostların kavuşmasına “revh” denir. Yani gerçek huzur ve zevk.

Dünya hayatında da gerçek dostlar birbirlerine kavuşunca her ne kadar rahat etseler de; kavuştukları bir mahlûk olup, eninde sonunda ayrılmaya mahkûmdurlar. Bütün bunları düşünürsek dünya hayatının rahatlıkları fani olup bir gün sona erer. Ama Allah Teâlâ (cc.) dostluğa eren kullar O’nun dışındakilerle dost olanlar asla böyle bir huzura kavuşmamıştırlar ve kavuşamayacaklardır.

Allah Teâlâ’nın (cc.) “Reyhan” dediği ona kavuşanların o anda duyacakları güven ve rahatlıktır. Bu gerçek rahatlıktır. Allah Teâlâ (cc.) Kendisine kavuşan kullarına “Sizden ebediyen razıyım. Size bir daha gazap etmeyeceğim.” buyurduğu vakit, kul rahatlığın sonsuz olarak başladığını anlar. O zaman gerçek rahatlığa yani reyhana kavuşmuş olur.

Böylelikle fani reyhan olan dünya nimetleri kulu baki reyhan olan nimetlere kavuşturmuş olur. Artık fani saraylar arkaya atılmıştır. Naîm isimli cennetlerde ebedi olarak yaşayacağına inanınca reyhanın onu kavuşturmuş olduğu nimetleri ve gerçek Dostunu düşünmeye başlar. Bir anda bunları gerçek hayatında görür gibi olur. İnancını bu mertebeye çıkarıp o halleri görür gibi olduktan sonra tekrar dünya hayatına bakarsa bu âlem hiçbir şeyiyle onu aldatıp Hakk’a giden yoldan çevirip kendisine hizmetçi kılamaz.

Kul o vakit anlar ve bilir ki; fani âlemdeki bu nimetleri verip o baki olan nimetlere kavuşmayı, fani olan dostları terk edip, baki olan gerçek dostluklar kurmayı her şeye tercih eder.

İlim yolculuğunu tamamlayanlar ibadet yolculuğuna başlarlar. Ve yüksek dereceleri elde etmek için nefis ve şeytanla mücadeleye ve bu yolda ilerleyenlerle kemale erme yarışına başlarlar.

Allah Zülcelâl (cc.), öncelikle Kendisine kavuşacağımız yolları öğrenip sonra da o yollarda hızla ilerleyerek ihsan buyurduğu nimetlerle kemale ermeyi nasip buyursun.

Reyhan bizleri Allah’a kavuşturan sayısı belli olmayan eşyalardan birisidir. Onun gösterdiği yolu düşününce, diğer eşyalardan da bizleri Allah Teâlâ’ya kavuşturacak yoları da öğreniriz. Bundan dolayı “Allah Teâlâ’ya (cc.) giden yollar sonsuzdur.” buyrulmuştur.

Sözlerimizi, Yunus’un aşağıda zikrettiğimiz mısralarına dikkat edecek olursak, daha iyi kavrarız.

Yunus (k.s) der ki:

“Mülki bekadan gelmişem

Fani dünyayı neylerem

Ben dost cemalin görmişem

Huri cinanı neylerem

Ben dost kokusunu almişem

Misk u hıtamı neylerem”

Bu sözleri yukarıdaki ifadelerle karşılaştırırsanız seyr-i ilallah denilen Allah (cc.) yolculuğuna fenadan bekaya doğru başlamış olursunuz.

Selam Allah yolculuğuna başlayanlara ve Rasûlü’ ne (sav.) tabi olanlara olsun.

 

[1] Yusuf, 12/94