İçeriğe geç
Anasayfa » HAKİKATLERLE HAKK’A SEYİR

HAKİKATLERLE HAKK’A SEYİR

Reyhan der ki:

Bizi yaratan Allah Zülcelâl Teala ve Tekaddes Hazretlerine şanına lâyık hamd ü senalar olsun. O (c.c) benim hâlikimdir, ben de O (c.c)’nun mahlûkuyum. Ben, yaratıldığı gaye üzere yaşayan âlem-i mahlûktan biriyim.  Ben, bana bakıp beni görene beni yaratanı hatırlatırım. Beni göremeyenlere ulaşan reyhalarımla bana bu reyhayı vereni hatırlatırım, reyha alamayanlara da başkaları benimle beni yaratanı tanıtırlar.

Görme, duyma ve reyha alma kabiliyetini kaybetmiş olanlara da melekler vasıtasıyla ulaştırılan ilhamlarla ben veya benim gibilerin uyandırıcı örnekleri verilerek bizleri yaratanı hatırlatıp, yaratıcılarını tanımaya teşvik ederler. Aynı zamanda bizleri ve bütün mahlûkatı yaratanın koymuş olduğu tabiat kanunlarıyla yaratıldığımızı ve o kanunlara göre yaşadığımızı hatırlatırlar. Çünkü mahlûk olan bizler daima yaratıcımıza muhtacız. Var olmamız ve varlığımızı devam ettirmemiz için muhtaç olduğumuz kanunları da o yaratmıştır.

Varlığımızı devam ettirmemiz için muhtaç olduğumuz her şey, aynı zamanda bizi Allah Teala’ya götüren bir yoldur. Aynı zamanda bütün mahlûkatın varlığının devamı için O’na muhtaç oluşu, bize O’nu Halik olarak tanıtan bir yoldur.

Muhtaç olanı yaratan O (c.c),

Mahlûklarının ihtiyaçlarını giderecek olan varlık ve eşyayı da yaratan O (c.c).

İhtiyaçlarımızı verene doğru gidersek ulaşacağımız varlık yine O (c.c).

Varlıklara ve bizlere verilen reyhaları, şekilleri ve güzellikleri tefekkür edersek bunları bize verenin de yine O (c.c) olduğunu görürüz.

Reyhanları da, baharları da, sonbaharları da yaratan O (c.c)

Diriliş de O’ndan, yokluk da O’ndan.

Çünkü öldüren de O (c.c) dirilten de O (c.c).

Ve her şey O’ndan geldi ve sonunda yine O’na gidecektir.

Reyhan der ki:

Bana bakma! Sana işaret ettiklerime bak.

Unutma; bakışın, hayvanî ve insanî bakış olmak üzere iki yönü vardır.

Hayvan bakınca yeme, içme ve nefsî ihtiyaçları için bakar. İnsan ise bunların yanında ibret almak ve nereden gelip nereye doğru gittiğini anlamak için bakar.

Mevlânâ (k.s) Hazretleri Mesnevî-i Şerifi’nde bakışın bu iki yönünü anlatmak için güzel bir kıssa anlatarak şöyle buyurur:

Zamanın birinde göz hastalıklarını tedavide mahir bir hekim varmış. Bir gün kendisine acil bir hasta gelir. Derhal gözünü ameliyat eder. Bu vesile ile gözü yuvasından dışarı çıkarır. Lâzım olan bir aleti almak için diğer tarafa dönünce bir Atmaca hızla süzülerek adamın gözünü kapıp gider. Hekim telaşla ne yapacağını düşünürken dışarıda otlayan bir kuzuyu görünce süratle onun gözünü alarak hastanın gözüne nakleder. Gözünü sarar ve hastasını bir müddet sonra pansumana gelmesini söyleyerek gönderir.

Hasta gelir, hekim gözü açar ve tekrar kontrole gelmesi tembihleyerek hastayı yollar. Bir müddet sonra hasta gelir. Hekim “Gözün nasıl, görüyor mu?” diye sorar. Hasta “Diğerinden daha iyi görüyor ama gözümde bir gariplik var, bir çimenlik ve yeşillik görünce gözümü ondan ayıramıyorum.” der.

Evet, bu kıssa bize insanî bakışla hayvanî bakışın farkını öğretmektedir. Bize düşen insan olarak bakışlarımızın hayvanların bakışlarına benzememesini temin etmektir.

Belki bazılarınız bu kıssanın gerçek olup olmadığını düşünebilir. Ama bizim, Mevlâna’nın bu hikâyesinin gerçek olup olmamasından ziyade verilen örneğin gerçekle alakasına dikkat etmemiz gerekir. Bu kıssa; gözüyle görüp, kulağıyla duyduklarını idrak edemeyenler için bir misaldir. Bu ve benzeri misaller, bu örnekleri kalplerde canlandırıp düşünce ve kabiliyetleri harekete geçirmek için zikredilmektedir. Allah Teala’nın buyurduğu gibi:

“Onlar düşünsünler diye biz şu misalleri insanlara beyan ederiz.”[1]

Kur’an-ı Kerim’de buna benzer birçok Âyet-i Kerime mevcuttur. Bir diğer Âyet-i Kerime de ise Cenab-ı Hak,

“Bu misalleri insanlara beyan ederiz. Ancak insanlardan yalnız bilenler anlar.”[2] buyurmuştur.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz de:

“İnsanlarla ilimleri ve akılları seviyesinde konuşun.” buyurmuştur.

Çünkü insanlar Ehl-i Hakk ve Ehl-i Batıl olarak iki sınıfta değerlendirilirler.

Batıla meyyal olan insanlara, batılın tehlikeli yollarını anlatmak isteyince; Âyet-i Kerimelerin veya Hadis-i Şeriflerin onlar için bir mânâ ifade etmediğine şahit oluruz. İşin esasını öğrenmek için bilenlere de bir şey sormazlar. Bu da yetmezmiş gibi Âyet-i Kerime ve Hadîs-i Şerifleri batılı yerleştirip yaymak için çarpıtarak tevil ederler. Aynı zamanda bu gibiler Rasûlullah (s.a.v)’a düşmanlıklarından dolayı ya Hâdîs-i Şerifleri toptan inkâr ederler veya bunlar zayıf ve uydurma hadislerdir şeklinde propaganda ile Hâdis-i Şerifleri basite indirip insanlara, güvenilmemesi gereken bir kelammış gibi takdim ederler. Bunu yaparken gerçek mânâda uydurma olan hadisleri ise gayelerini yaygınlaştırmak için kendi görüşlerinin delili olarak sunar ve batıla meyillerini gerçekleştirmenin yolunu ararlar.

Hakk’a meyyal olan insanlar Hakk’ı, hak olanlarla ispat etmek için evvela hakikatlerle Hakk’a giden yolu bulurlar.

Hakk’a giden sırât-ı müstakîm yolunu bulunca da her şeye hak ölçüsü ile bakarak yaratılış gayesine doğru emin adımlarla ilerlerler.

Reyhan der ki:

Ben hakikatim. Çünkü varım. Beni Hakk (c.c) yaratmıştır. Her şeyimle beraber şeklimi ve reyhâmı da bana ihsan eden de O’dur.

Beni, varlığını sizlere tanıtmak için bir nişan ve alamet olarak yaratan da O’dur.

Bana bakarak, beni kendinize perde edip de yolda kalmayınız. Beni görünce, benim yaratanı bulmak için bir nişan oluşumu hatırlayın.

Ey insanoğlu!

Sen kendine de bir bak.

Eğer biraz dikkat edersen senden O (c.c)’na giden yolu kendi bünyenden de öğrenebilirsin. Benim gibi sen de O’ndan gelip O’na gittiğini insanlara hatırlatmak için yaratılmışsın. Bundan dolayı Rabbini ve Rabbinin ihsanlarını unutma. Bitkiler âlemi olarak bizler, Allah Teâlâ’yı bütün selbi sıfatlardan tenzih ederiz ve O’na bütün kemal sıfatlarıyla hamd ve sena ederiz.

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri buyuruyor ki:

“Hiçbir şey yoktur, ama bir şey var olmuşsa o şey Allah Teâlâ’yı kemal sıfatlarıyla senâ eder. Ve O’nu noksan sıfatlardan tenzih eder. Lâkin sizler, bunların tesbihlerini anlayamazsınız.”[3]

Bu Âyet-i Celile nâzil olunca Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz yanındaki sahabelere bu âyetin esrarını anlatabilmek için eline bir avuç çakıl taşı alarak bir müddet onları dinler. Daha sonra elindeki taşları yanındaki Hz. Ebu Bekir (r.a)’e verir o da bir müddet dinledikten sonra yanındakilere verir ve oradaki sahabelerin tamamı bu taşları eline alıp dinlerler. O taşlardan “sübhanellahi ve bi hamdihi” sedası duyuluyordu.

Ey gafil insanoğlu:

Sen de kendine bak. Eğer varlık olan eşyalardan birisi isen Allah Teâlâ Hazretlerini düşünür ve tesbih edersin. Eğer Allah Teâlâ’yı tesbih ve tahlillerle zikretmezsen bu Âyet-i Celilenin hükmüne göre kendini eşyadan bir şey sayabilir misin? Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz “Her şey bir şeydir, ama câhil hiçbir şeydir.” buyurmuştur. Çünkü câhil, Allah Teâlâ’yı tanımamıştır.

Bitkiler, Allah Teâlâ’yı tesbih ederler. Bitkiler aynı zamanda Allah Teâlâ’nın maddî hayatlarının devamı için koyduğu kanunlara da teslim olurlar. Bitkilerin Allah Teâlâ’nın mükellefiyetleri için koyduğu bu kanunlara teslimiyetleri onların halleriyle Allah Teâlâ’nın koyduğu kanunlarda herhangi bir eksikliğin olmadığını ispat etmek içindir.

Ama bazı insanlara bakınca Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu kanunlarda eksiklik düşünebildikleri ve hayâsızca bir davranış içerisine girerek bu hükümleri değiştirmeye yeltendiklerini görmekteyiz. Sizler, Allah Teâlâ’nın kanunlarında eksiklik olduğunu düşünebilenlerin, değiştirmeye çalışanların veya bu kanunları kabul etmeyenlerin Allah Teâlâ’yı hakkıyla tanıyıp tesbih edebildiklerini mi zannediyorsunuz?

Akıllı insanoğluna düşen ilk görev, kendini yaratanı bilmek ve O’nu hakkıyla tanımaktır. Ardından da kalbiyle O’nu, O’na layık olmayan sıfatlardan tenzih edip, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu tasdik etmek ve diliyle de bu tasdikini ikrar etmektir.

Yani kul Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında ve işlerinde hiçbir eksikliği olmadığını kalbiyle tasdik ettiği gibi diliyle de ikrar edince Allah Teâlâ’yı hakkıyla tesbih etmiş olur. Allah Teâlâ Hazretlerini sıfatlarında ve işlerinde eksiksiz ve kâmil kabul ederek lisanen elhamdülillâh dediği vakitte ise Allah Teâlâ’ya karşı hamd ve senâlarda bulunmuş olur.

Bu hakikatleri düşünmeden hamd, sena ve tesbihlerde bulunanlar da sevap kazanırlar, fakat tefekkür ederek tesbihte bulunanlarla aynı feyz ve bereketi elde edemezler.

Mevzuumuzu buraya doğru getiren husus; her şeyin Allah Teâlâ’yı tesbih ettiğini ifade etmemizdi. Bahse konu olan reyhan da bu eşyalardan birisi olduğundan dolayı hâl lisanı ile ve daha güzel lisanlarıyla bizleri bu hususta uyararak der ki:

Ey İnsan! Ben, beni yaratanı hiç unutmam ve sürekli olarak tesbih ederim. Akıllı olan insan! Acaba sen nelerle meşgulsün. Ben, bu hayatta bir geldiğim yokluk âlemi bir de gideceğim yokluk âlemi olmak üzere iki tarafa doğru bakar dururum. Yani benim evvelim de sonum da yokluktur.

Ey insanoğlu, senin de evvelin benim gibi yokluktur. Fakat senin sonun benim gibi yok olmak değildir. Sen yok olmayacaksın. Bundan dolayı Allah Teâlâ’nın:

“Nereye gidiyorsun!”[4] buyurduğunu düşünmelisin.

Ben yokken beni var eden bir Varlık (c.c) vardı. O (c.c) bana varlığımı vermeden yani benden önce Madeniyat denilen âlemleri yarattı. O âlemlerden biri olan toprak âleminde de beni yarattı. Bundan dolayı toprak bir mânâda benim annem, bir mânâda da benim vatanım oldu. Onun için onu severim ve ondan ayrılmak istemem. O da beni sever. Annenin yavrusuna hizmet ettiği gibi o da bana hizmet eder. Beni beslemesi için suya muhtaçtır. Su bulamadığı vakitlerde feryat ederek paralanırcasına üzerinde çatlaklar oluşarak Rabbinden rahmet damlalarını göndermesini ister. Bizler de hayatımızın devamı için toprakta gizli olan suyu ararız.

Toprak, havasız kaldığı vakit bizi besleyemeyeceği için havayı da teneffüs ederek bize hayat verir. Bizler de ihtiyacımız olan havayı teneffüs ederek insanlara zararlı maddeleri kendimizde toplarken ihtiyacı olan maddeleri onlara veririz. Topladığımız maddelerden ihtiyacımız olanları bünyemizde biriktirirken zararlı olanları toprak bizden alarak imha eder.

Güneş ise her şeyin hayat kaynaklarındandır. Bundan dolayı onu severim. Onunla arama girecek olanlardan ise hiç hoşlanmam. Bana gölge yapacak bir şey olursa onunla mücâdele ederim. Eğrilip doğrularak, sağa veya sola doğru giderek gölgesinden kurtulmak isterim. Eğer gölgesinden kurtulamazsam sararıp solar veya kuruyup yok olmayı tercih ederek ebedî aşkıma dönerim.

Ey insanoğlu!

Sizinle bizim maddî hayatımızdaki şartlar ve ihtiyaçlar aynıdır. Ama biz fâniyiz. Yok olup gideceğiz. Sizler ise bâkisiniz. Dünya sizin ilk merhalenizdir. Bizim her şeyimiz dünyadadır. Sizin hayatınızın karşılığı ise dünyada değildir. Dünya sizin kabuğunuzdur. Bir gün gelip bu kabuğunuz çatlayacaktır. O zaman ya sedef gibi içinden pırıl pırıl bir inci çıkarak etrafı aydınlatır, ya da ipek böceği gibi helak olursunuz. Eğer sizler de zevk ve sefaya dalıp gaflet yorganını üzerinize çekerseniz günahlarınız, ipek böceği gibi etrafınızı sarar. Bir şeyler elde ettiğinizi sanırsınız fakat bir gün ipek böceği gibi sizi saran kozayı delerek daldığınız gafletten uyanmaya fırsat bulamadan kaynamış kazanlar içerisinde helâk olup gidersiniz. Ama unutmayınız ki ipek böceğinin hayatı fâni âlemle sınırlıdır. O, yanarak aslında vazifesini yerine getirmiş olarak Yaradıcısına kavuşur. Çünkü o da bir eşya idi ve Rabbini tesbih ederek yaşamıştı. Tesbihatı bitince de Rabbine kavuştu.

Ey insanoğlu!

Senin de bir gün hayat kabuğun çatlayınca eğer Allah Teâlâ’nın ebedî hayat için koyduğu şartları hakkıyla yerine getirmişsen mukarrabinlerden olup Allah Teâlâ’nın cemâlini seyrederek cennet nimetleri içerisinde yaşarsın. Veya inkâr ederek Allah (c.c)’ın koyduğu hayat şartlarını reddedip cehennem ateşi içerisinde “Ya Rab beni bir daha dünyaya gönder. Salih ameller işleyeyim.” diye feryat ederek yaşarsın. Veya eshab-ı yemin’den olup cennet nimetleri içerisinde yaşarsın.

Evet, işte reyhan sizleri mukarrebinler ve eshab-ı yemin mertebelerine getirinceye kadar rehberliğine devam edecektir inşaallah.

Reyhan hâl lisanı ile sizlere şöyle seslenir:

“Ey insan, eğer yüzünü hakikate çevirmezsen benim gibi çürüyüp çiğnenerek fâni hayatını mahvedersin. Benden farklı olarak ebediyetin azabına da müstehak olursun.”

“Eğer bana ibret nazarıyla bakarsan benim reyhamı ve güzelliğimi bana veren Rabbim’i tanıyıp O’na âşık olup cennet nimetlerine ve mukarrabinler makamına kavuşursun.” ve devam eder,

“Benim vazifem ve rehberliğim Vakıa Süresi’nin son ayetlerinin gösterdiği makamlara kadar sizleri hâlimle uyarmaktır.”

Allah Teâlâ Vakıa Sûresi’nin bu son Âyet-i Celilelerinde:

“Eğer onlar mukarrabinlerden olurlarsa onlar için revh-i reyhan vardır.

Eğer eshab-ı yeminden olurlarsa, eshab-ı yeminden selam vardır.

Eğer sapıklaşıp yalanlayıcılardan olursanız ineceğiniz yer, nihayeti olmayan kan ve irin deryası Cehennemdir.”[5] buyurmaktadır.

Muhakkak ki hayat yolculuğunuzun sonu bunlardan birisidir.

Ey insan sen de Rabbini tanı, tesbih et, hayatının kurtuluş şartlarını eksiksiz olarak yerine getir ki vaad-ı ilahiyeye kavuşabilesin.

Çünkü O (c.c) koyduğu kanunlara göre muamele edendir.

Çünkü O (c.c) asla kimseye zulmetmez. Bu hakikati Cenab-ı Hak bizlere şöyle bildirir:

“Allah onlara zulmetmez. Ama onlar kendilerine zulmettiler.”[6]

Cennetteki güzel reyhâlar Rasulullah (s.a.v)’ın ruhunun terinden yaratılmıştır. Hz.Âdem (a.s), cennette üzerine yapışan bir yaprakla o reyhâyı dünya üzerindeki toprağa getirmiştir. O reyhâlardan bütün reyhâlar pay almıştır. Reyhan da o reyhâdan reyhâ alıp sizlere takdim etmektedir.

Sonsuz salât ve selam, O reyhâ menbâı Rasûlullah (s.a.v)’ın, âlinin, ashabının, tabiînin ve tebe-i tabiînin üzerine olsun.

O (s.a.v)’nun hürmetine İslâm Dünyasına huzurla buluşmayı tekrar nasip eylesin.

[1]

[2]

[3] İsrâ 17/44

[4] Tekvir 81/26

[5] Vakıa 56/88-95

[6]