İçeriğe geç
Anasayfa » ALLAH’IN KOYDUĞU DİN İSLÂM’DIR

ALLAH’IN KOYDUĞU DİN İSLÂM’DIR

Ebedî ve ezelî olan Yüce Allah, bu âlemi yaratmayı isteyince, bu âlem var oldu. Biz de kendimizi burada, diğerleri ile beraber var olarak bulduk. Bu tamamen bizim istek ve bilgimiz dışında oluverdi. Yaratılmamız hakkında nasıl bir müdahale, bilgi ve isteğimiz olmadıysa, kendi sınıfımızı tayin etmede, yaratılacağımız yeri ve zamanı, ırkımız ve rengimizi, hangi ana ve babadan geleceğimizi, vücut ve cinsiyetimizin seçiminde de, bize kimse danışmadı ve sormadı. Bunları kendimiz de tespit ve tayin etmedik.

Bahar gelince dünyanın gömleğini nazenin süngüleri ile delen, filizleriyle adeta mızraklarını çekmiş bir ordu gibi kıyam eden bitkiler de dâhil olmak üzere, bütün canlılar ve cansızların bünyesinde cereyan eden, sayısız fizikî ve kimyevî değişiklikler; her şeye gücü yeten, en ince ayarına, teferruatına kadar her şeyi tanzim edip düzenleyen, bilen, yaratan Allah tarafından yapılmaktadır. Yaratılış olayına kimsenin parmağının sokulmasına müsaade etmeyen  Yüce Allah, bunları nasıl bizim irade ve isteğimiz dışında, bize danışmadan, sadece kendi irade ve hikmetiyle takdir ettiyse, bizim hakkımızda razı olduğu dini de, öylece kendi irade ve takdiri ile seçmiştir. “Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez ona boyun eğmişken ve ona döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?”[1] Yaratılma hadisesine itiraz hakkımız olmadığı gibi -gerçi itiraz edilse de bir şey değişmez- uyulmasını istediği din hususunda da, İslâm’ı  seçmiş, bize itiraz ve tayin hakkı bırakmamıştır. Yokluktan varlığa çıkmamıza nasıl O karar verdiyse, kullarının dininin de; inancıyla, ibadetiyle, ahkâmıyla, ahlâkıyla İslâm olmasına O karar vermiştir.

“Şüphesiz Allah’a göre din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın  âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.”[2]

Bundan önce geçen Âyet-i Kerime’de, Allah Teâlâ kendi vahdaniyetine şahitlik ederek; “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Ondan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibidir.” [3]buyurmuştur. Bu Âyet-i Kerimenin siyak(akış)ında gelen, diğer âyetin manası; “Allah, melekler ve ilim sahipleri, Allah katında hak dinin İslâm olduğuna şahitlik ettiler.”[4] şeklindedir. Burada da, Allah Teâlâ hem kendisi, hem melekleri ve hem de ilim sahiplerini şahit tutarak insanlığa inanmaları, ibadet yapmaları, ahlâklanmaları ve dünya hayatını düzenlemeleri için, din olarak İslâm dinini koyduğunu, onların ahiret mesûliyetlerinin bu dinin ahkâmına  göre olacağını, razı olduğu dinin İslâm olduğunu değişmez kitabıyla haber vermiştir: “…Bugün kâfirler dininizden (İslâm’ı yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak  İslâm’a  razı oldum…”[5]

Yeryüzünde var olan bütün dinler listelense ve bunların müntesipleri Allah’a ibadet maksadıyla en zor  ve ağır bedelleri ödeseler,  tâkât getirilecek veya getirilemeyecek riyazetleri yapsalar da, bu yaptıklarının hiçbiri, İslâm’a teslim olmadıkça, onun ahkâmıyla amel etmedikçe bir işe yaramaz ve Allah Teâlâ tarafından asla kabul edilmez: “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan ebediyen kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. İman edip, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah doğru yola nasıl eriştirir? Allah zalim topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır. Onun (lanetin) içinde ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz (rahmetle bakılmaz).” [6]

İster Allah (c.c) tarafından gönderilen ve sonradan insanlar tarafından değiştirilen “muharref” dinler olsun, isterse insanlar tarafından ihdas edilen “batıl” dinler olsun, bunların hiç birinin Allah Teâlâ nezdinde geçerliliği kalmamıştır. İslâm dininin gönderilişiyle bunların hepsinin hükmü kaldırılmış ve müntesipleri de, sapık ve kendilerine  gazap edilenlerden sayılmışlardır ki; Peygamber Efendimiz gazaba uğrayanların Yahudiler, sapıtanların ise Hıristiyanlar olduğunu beyan etmiştir.[7] Fatiha Sûresi’nin son âyetleri de bunu ifade etmektedir: “(Ya Rab!) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayan (Yahudiler ve onlar gibi düşünen) kimselerin ve sapıkların (hakkı ararken batıla sapan Hıristiyanların ve onlar gibi düşünenlerin) yoluna değil.” [8]

İslâm dininden başka bütün din ve yaşayışların üzerine Allah tarafından siyah bir çizgi çekildiğini aşağıda anlatacağımız şu olay ve bu olay üzerine inen Âyet-i Kerimeden anlıyoruz.

Yahudi dinine mensup Abdullah  b. Selâm ve arkadaşları Rasûlullah (s.a.v)’a ve onun şeriatına iman etmiş aynı zamanda eski Yahudi inancındaki bazı alışkanlıklarını: Müminlerin cuma gününü ta’zim etmeleri gibi onlar da cumartesi gününü ta’zim etmeyi, deve etini yememeyi ve sütünü de içmemeyi devam ettirmek suretiyle, Yahudilikten bazı ahkâmı İslâm dinine sokmak istemişlerdi. Onların bu durumlarını hoş karşılamayan Müslümanlara da, “Biz her iki dini de, yaşamaya güç yetirebiliriz.” demişler ve bu isteklerini Rasûlullah’a iletmişler. Bunun üzerine Allah (c.c) bu hususla ilgili olarak şu âyeti inzal buyurmuştur: “Ey iman edenler, hepiniz topluca İslâm’a ve bütün benliğinizle İslâm’ın tamamına giriniz. Şeytanın adımları(yolu)nı izlemeyin; çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”[9]

Hem İslâm’a öyle giriniz ki; zâhir yani dış yaşayışınızda ve bâtın yani gönül dünyanızda İslâm’ın hâkim olmadığı, İslâm’ın kontrol ve düzenlemesi altına  girmemiş bir tarafınız kalmasın.

Bu Âyet-i Kerime ile İslâm dininin dışındaki bütün dinler, din olarak adlandırılsalar da İslâm’a dayanmayan bütün beşerî sistem ve ideolojiler, şeytan aleyhi’l-la’ne’nin yolu ve izi sayılmıştır. İster kitab ehli olanlardan İslâm’a yeni girenler olsun, isterse Müslümanlar olsun, İslâm’ın ahkâmından herhangi bir hususu dinden ve hayatlarından çıkarmaya, onun yerine başka dinlerden ve sistemlerden ekleme yapmaya hak ve salâhiyetlerinin olmadığını bu Âyet-i Kerimeden anlıyoruz.

Zamanımızdaki birtakım sapıklar, insanımızın dinler hakkında yeterli malumatlarının olmayışı sebebiyle, İslâm dininin yanı sıra Yahudiliği ve Hıristiyanlığı da “İbrahimî dinler” diye sayarak, İslâm dininden başka; din, inanış ve yaşayışların da, Allah Teâlâ yanında geçerlilik payesi olduğunu iddia ediyor, bunu da, Müslümanları kendi yanlış inanışlarına çekmek için bir basamak ve yem olarak kullanıyorlar. Böylece kendileri saptıkları gibi başkalarını da, hak olan dinden saptırıyorlar…

Necran Hıristiyanları ve Yahudi âlimleri Peygamber Efendimizin huzuruna gelerek; Yahudiler, “İbrahim Yahudi idi.”, Hıristiyanlar ise, “Hayır, İbrahim Hıristiyan’dı.” davasında bulununca, Allah Teâlâ: “İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı  bir tanıyan, Hakk’a yönelen) bir Müslüman’dı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.” diye, Âyet-i  Kerimeyi  indirerek her iki taifeyi de tekzib etmiştir.

Ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyanlar, kendi kitapları olan Tevrat ve İncil’i taklîden kabul ediyorlardı. Onların bu hususta herhangi bir delilleri de yoktu. Ancak kitaplarında Muhammed (s.a.v)’in vasıflarını ve geleceğini buluyorlardı. Muhammed (s.a.v) gelince onu inkâr ettiler. Onu inkâr edince, Muhammed (s.a.v) Efendimizin geleceğini haber veren kendi dinlerinin ve kitaplarının da bir kısmını inkâr etmiş oldular. Bu inkârları taklide dayalı bir inkâr olmayıp delile dayalı bir inkâr olduğundan, cürümleri sadece İslâm’ı inkârla kalmayıp bunun yanı sıra, taklîden inandıkları kendi dinlerinden de çıkmış oldular. “Kendilerine ellerindekini (kitabı) tasdik eden bir Kitab (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. Tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Allah’ın laneti inkârcıların üzerine olsun.” [10]Onlar kendi inandıkları kitaplarını da,  böylece inkâr etmiş oldular. Bu, onların küfürlerinin alenî tescili oldu. Ne hazin manzaradır ki; Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da oldular.  Onlar Rasûlullah’ın nübüvvetini ve Kur’an-ı Kerim’i  hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde kesin bir dille reddediyorlardı. Onların izi üzere gelen müntesipleri de onlardan farklı düşünmüyorlar. Müslümanlara karşı yapmacık tebessümlerinin ardında, İslâm dinine düşmanlıkları daha da  derinleşerek devam ediyor.

Onların bu açık dalâletlerini göremeyen veya görmek istemeyen, “ ‘La ilahe illallah Muhammedun Rasûlullah’ diyenler cennete gidecek, demeyenler de gidecektir.” diyenlerin durumları kâfirlerden daha fazla esef vericidir: “(Ey Muhammed!) De ki, amel yönünden kâfirlerden daha zararda olanları haber vereyim mi? Onlar dünya hayatında gayretleri boşa gidenlerdir. Hâlbuki onlar güzel bir iş yaptıklarını sanıyorlardı.” [11]Bu, kör bir taklitle, önderlerinin peşine giden uyuntu taifesi hakkındadır. Ahirette ise önderlerine; “Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov.” [12]derler.

“De ki; Ey kitab ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze (buluşma noktasına siz) gelin; Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi (üçlü ilâh akidesiyle) ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rab edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse deyin ki; Şahit olunuz biz Müslümanlardanız.”[13]

“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?” [14]

[1] Al-i İmran; 83

[2] Al-i İmran; 19

[3] Al-i İmran; 18

[4] Keşşaf c.I , s.264

[5] Maide; 3

[6] Al-i İmran; 85-88

[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned,/ 32

[8] Fatiha; 6,7

[9] Bakara; 208

[10] Bakara;89

[11] Kehf;103,104

[12] Ahzâb; 67,68

[13] İmran; 64

[14] Fussilet; 33