İçeriğe geç
Anasayfa » ÜSLÛB-I HAYAT – BİR YOLCUNUN IZDIRAPLARI-

ÜSLÛB-I HAYAT – BİR YOLCUNUN IZDIRAPLARI-

Biz modern çağın insanları İslam’ın emirlerini yaşamak ve bahşettiği idrak terbiye­siyle hayatı anlamlandırmakta pek güç durumdayız. Elbette ki Hazret-i Âdem’den beri süregelen imtihanda insanoğlu, içindeki cevherin mihengi olacak türlü türlü suallere muhatap olmuştur Her asrın kendine has imtihanları olmuş ve insanoğlu sa­mimiyeti ölçüsünde Rabbine giden yolları aşabilmiştir. Tebliğ için dünya­nın bir ucuna yollanan bir Sahabe Efendimizle, bir serhat boyundaki Osmanlı akıncısının, bir Endülüs âli­miyle, Balkan köylüsünün imtihanları farklı farklıdır: Modern zamanların ürünü idrak kay malan, ulvi değer­lerin dimağlardan silinmesi ve fik­ri süflileşmeler de bizlerin başına
açılmış en büyük imtihanlardandır şüphesiz..

Fikrî sakatlıklarımız da imanı algılayışımızda başlar İmanı basit bir kabulün ötesinde insan aklına ve kalbine açtığı geniş ufuklarla düşünememek belki ilk ve başlıca hata­mız Allah’ın hâkimiyetini ve İslâm’ın mutlak doğrularını ruhuna sindire­meyen Müslüman, İslâm’ın esaslarını ve emirlerini doğrudan reddetme­den -biraz da gayri ihtiyari- yaşayı­şından uzaklaştırmaya başlıyor:

Dini emirler sırf emredildiği için yapılır. Hâlbuki faydacı zihin yapısı insanlara: “Fayda gördüğün şeyi yap!” der Böylece Müslüman kendince fayda mülahaza etmediği dini emirlerden kaçınmaya başlar Bir rahatlama vesilesi olarak dine sarılır ama zaten yola yanlış çıktı­ğından bu faydayı temin edemez ve tekrar dinden uzaklaşır. Sorumluluk şuuruyla dinin gösterdiği yolda yü­rüyenler ise, en önemsiz zannedilebilecek inceliklerin bile kendilerine nice huzur kapılan açtığını, nice gizli dertlerine devalar getirdiğini bilir­ler.

Hiç şüphesiz büyük bir batı rüzgârının mağdurlarıyız. Yüzyılların derinlerinden gelen bu büyük tufan bizi kendisine fazlasıyla benzetmiştir. Bugünün Müslümanı -husûsen Müs­lüman Türk’ü- hayat tarzı ile, dünya algılaması ile ve değer yargılarıyla dindar ecdadından çok çağdaş Hı­ristiyan batıya benzemektedir Değil dini nüfus cüzdanındaki ifadeden ibaret olan çoğunluk, dindar olduğu iddiasındakiler bile birçok meselede -İslam’ın hilâfına – modem hayatın getirdiği kabullere meyletmektedir­ler Bazen İslâm’ın çok açık olarak karşı olduğu bir meselede çağdaş dünyanın genel kabul görmüş ilke­lerini adeta bir refleks olarak kabul ederler

Modem zamanların biz farkına varamadan bünyemizde icra ettiği dönüşümlerden biri de bize ait kavramların yerine kendi hayalhanesi­nin ürünü kavramları yerleştirmesi. Düşünelim, nefis terbiyesinden kişi­sel gelişime giden yolda sadece keli­meler mi değişti acaba. Müslümanın en birinci kulluk vazifesi olan tövbe­nin adı duyulmazken özeleştirinin revaç bulması çok mu masumcadır.

Bir İslâmi deyimler sözlüğü açılınca önümüze saçılan hazinevârî dinî- tasavvufî ıstılahların unutulması ve yerini ithal malı yenilerinin alması maalesef sağlık işaretleri taşımıyor. Kitle iletişim araçlar hayra hiz­met eder mi etmez mi mütefekkir­lerimiz tartışadursun, hali hazırda birçok yanlışın rengi onların marife­tiyle yumuşatılıyor. Yaşı yeten herkes bir harama verilen tepkinin televiz­yonca nasıl yumuşatıldığını kendin­de örnekleriyle görecektir. Dinen sakınılması gerekenler için “normal’’, “estetik”, “iyi” ve hatta “ulvî” ifade­leri kullanılırken, günahlara “günah” demek “akıl dışı” muamelesi görü­yor. Modern zaman adamı tasavvuf yolunun adab, erkân ve düsturlarını çağ dışı kabul ederken, bir Budist rahibin, bir Avustralya yerlisinin ilkel dinî inanışlarını kutsîleştirir.

Geçim derdinin tazyikiyle, ölüm korkusuyla, modern rüzgârların etkisine kapılarak ve çoğunluğun değer yargılarına meylederek Müs­lüman her an Efendisinin -Aleyhisselam- izinden sapma tehlikesindedir. Mensubu olduğu toplum onu bin bir vasıta ile kendi melez haline benzetip, türlü türlü cereyanlarla İslâmî düşünüşten alıkoymaya uğ­raşırken Müslüman bu hale kayıtsız kalamaz. Kendi başına da bu tufa­na karşı koyamaz. Yapılacak olan ya terk-i diyar edip hicret eylemek ya da bu denizlerde boğulmamak için bir İslâm adacığının sahil-i selameti­ne kendini atmaktır…