İçeriğe geç
Anasayfa » İNSAN-I KÂMİL OLMANIN ON TEMEL ŞARTI

İNSAN-I KÂMİL OLMANIN ON TEMEL ŞARTI

Hamd ü senâlar, kâinatı yokluk âleminden varlık âlemine çıkararak, kudretine delil kılıp birliğini izhâr eden Allah Zülcelâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin üzerine olsun. Salât ü selâmlarımız Allah Teâlâ’nın, insanlık âlemine insanın ölçüsünü tanıtmak için bütün peygamberleri gönderdiği gibi, son peygamber, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’yı göndererek O (s.a.v.)’na Yâsîn (ya insan) diye seslenen ve insanlığa, insan örneği olarak gönderdiği Habibi üzerine olsun. Ve yine O (s.a.v.)’nu hayatlarının örneği kabul edip, bütünü ile O (s.a.v.)’na ittiba eden hulefa-i raşidin, sahabîler, tabiînler ve tebe-i tabiînler üzerine olsun.

Bizler de Allah Teâlâ’dan; insanlığa, insan ölçüsü olarak gönderdiği Habibine tâbi olup, insan-ı kâmil olmayı cümlemize nasip etmesini tazarru ve niyâz ederiz.

Kayıtlara alınmış kitaplarda bilhassa tasavvuf konusunda kâmil insandan bahsedilmişse de insanın nasıl kâmil olacağı ekseriyetle araştırılmadan, kâmil insan ismi birçok kişi için kullanılmıştır.

Bilmeliyiz ki bir insan, Sünnet-i Seniyye’yi ne kadar hayatına uygulamışsa insanlığın kemâlâtından o kadar hisselenmiştir. Bir insan Sünnet-i Seniyye’yi tamamı ile hayatına uygulamış, diğeri de sünnetin birisini dahi hayatına uygulamamışsa, insanlıktaki farkı, diğeri ile kendi arasında izah edeceğimizden çok daha büyük bir farktır. İnsanlıktaki kemâlâtımız, sünnet-i seniyyeye bağlı olduğundan dolayı Allah Teâlâ “Muhakkak sizin için Rasûlullah’ın hayatında en güzel örnekleri bulursunuz.” buyurmuştur. Bunlar da insan olmanın örnek ve ölçüleridirler.

Rasûlullah (s.a.v.)’a tabi olmadan, insanlıkta kemâlât olacağını bir an bile düşünmek çok büyük yanlış olduğu gibi bu durum, insanlığın birlik beraberliğine de mânidir.

Geçen sayıdaki yazımızda belirttiğimiz üzere tasavvuf adı ile isimlenmiş olan ve insanlığın kemâlâtının buna bağlı olduğunun ispatına dair bazı hususlar kaydedilmişse de onlara da ihtiyaç hissetmeden, Allah Zülcelâl’in göndermiş olduğu Âyet-i Celîleleri araştırıp öğrenmeyi vazife bilmeliyiz. Çünkü insanlar, bazı yazıları, insanlara mal ettikleri için birbirlerini ve yazılarını küçümseyebilirler. Ancak Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak bir Âyeti ile bu hakikati bütün kâinata ilan etmek üzere “Ey Habibim sen en güzel, en büyük ahlâk üzerindesin.” ayeti ile hem ihtilafları kaldırmış hem de bütün varlığı susturmuştur.

Tasavvufun başlangıç tarihini geçen sayıdaki yazımızdan tekrar okuyarak, Ehl-i Tasavvuf’un Rasûlullah’a bütünü ile aynı yönde tâbi olduklarını ve son tarihe kadar da aynen bu şekilde devam edeceğini öğrenebilirsiniz.

Bir sünnetten ayrılınca insanlıktan eksik kalacaklarını gerçekten bilen, insanlığa örnek olarak yaşayanların temel şartlarının hiçbirisinin diğerinden ayrı olmadığını ve sünnet hayatından ayrılınca kâmil insan olunamayacağını temel kaynaklardan okuyabilirsiniz.

Ehl-i Tasavvuf’un insan-ı kâmil olmanın temel şartlarının on tane olduğunu tespit ettiklerini ve bütün Ehl-i Tasavvuf’un bu hususta ittifakta olduklarını da araştırınca görürsünüz:

  • Şeytanı düşman bilip, şeytandan kendilerini muhafazaya devam etmek. Şeytan hiçbir an aldatmasından gâfil olmadığından kâmil insan olmak için de her an kendini muhafazaya devam etmeyi tavsiye etmişlerdir. Bir an da olsa şeytanın iğvasına düşen insanın çok büyük bir helâk içinde olduğunu ispat etmek için Âdem babamızla Havva annemizin bir anki gafletinin sonuçlarını düşünmeyi tavsiye etmişlerdir.
  • Her yapacağı işi âyet ve hadis-i şeriflerin ışığında yapmayı tavsiye etmişler ve Sünnet-i Seniyye’yi terk etmenin zararının ne kadar büyük olduğunu bildirmek için Uhud Savaşında Rasûlullah’ın tavsiyesini terk etmiş olan nöbetçilerin kendilerine, sahabilere ve Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimize verdikleri büyük zararı örnek göstermişlerdir. Sünnet-i Seniyye’den fertlerin uzak kalışı ile Rasûl-i Ekrem Efendimizin müptelâ olduğu mihnet ve meşakkati unutmamayı tavsiye etmişlerdir.
  • Ölüme her zaman hazır bulunmayı tavsiye etmişler ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in “Ecelinizi iki kaşınız arasında yazınız, sağa bakarken ölümü, sola bakarken de ölümü hatırlayınız ve arkasından lezzetleri kesen ölümü unutmayınız.” Hadis-i Şerif’i gereğince, ölümü düşünmenin güzün ağaçların yapraklarının dökülmesi gibi günahlarının dökülmesine vesile olduğunu tavsiye edip bütün talebelerini ve insanlığı uyarmışlardır.
  • En çok Allah ve Rasûlü’nü sevmek. Bunun imanın sıhhat şartlarından biri olduğunu ifade ederek “Allah ve Rasûlü’nün sevdiklerini Allah için seviniz Allah ve Rasûlü’nün sevmediklerini Allah için sevmeyiniz”. buyurmuşlardır.
  • Allah’ın emri ile emretmeyi, nehyi ile nehyetmeyi ve bu vazifenin devamını tavsiye etmişlerdir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)’e bu hususta tam tâbi olup Allahın emri ve bütün Peygamberlerin sünneti olduğu için bir kişiye emri bil maruf ve nehyi anil münker yapacak olan insanın evvela kendi hayatı ile örnek olması gerektiğini bizzat yaşamışlar sonra başkalarına tavsiyede bulunmuşlardır.

Yaşamadan başkalarına yapılan emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker ile insanın kurtuluşa eremeyeceği ve bu görevi ile Hakk’a yakınlık yerine, Hak’tan uzaklaşacağını bildirmişlerdir. Zaten tasavvufun eğitim merkezleri olan ve tekke, dergâh gibi isimler verilmiş olan müesseseler, bunun için kurulmuştur. Buralarda evvela kişiye yaşamayı öğretirler ve yaşatırlardı. Ondan sonra bu kimseler başkalarına tebliğ için gönderilirdi. Allah Zülcelâl’in İsa aleyhissalâtü ve nebiyyina Hazretlerine tavsiyeleri arasında şu da vardır: “Ya İsa evvela kendine vâz-ü nasihat et sonra başkalarına. Kendine vâz-ü nasihat etmeden başkalarına nasihat ederken benden utanmaz mısınız?” (Yani iyi ise sen neden yapmıyorsun, kötü ise sen neden terk etmiyorsun mânâsında.)

6- Ehl-i Tasavvuf’un talebelerine yine tavsiyelerinin başında;

Sükûtunuz, fikir olsun. Yani bir şey düşünmem gerekiyor ama düşünmeye nereden başlayayım düşüncesi içinizde bir ağaç fidanı gibi yerleşsin de o doğru düşünce ağacının dallarında fikir meyvelerini yetiştirip o meyvelerden faydalanıp dünya ve âhiret saadetine eresiniz.

Bakışınız, ibret olsun. Dış görünüşte şu dünyamızın olaylarını sergileyip Âdem babadan beri varlığın hayat satırlarında kaydedilmiş olan uyarıcı, ibret verici halleri düşünün de siz de hayatınızı perişan olarak devam ettirerek yüzünüz kara, zelil, hor, hakir olarak Allah’ın huzuruna gitmekten sakınınız.

Konuşmanız ise hikmet olsun. Hikmet kısaca Allah Zülcelâl’in yasakladığı bir şeyin karşısında insanlığın uğradığı ve uğrayacağı büyük felaketleri anlayıp anlatmaktadır. Kısacası şeytanın Allahın bir emrine imtisâl etmemesinin karşılığındaki zararın büyüklüğünün ne olduğunu düşünün de yasağın hikmetini anlayın ve anlatın.

İlahi emrin karşılığındaki hikmetleri de düşünün, anlayın ve anlatın.

Hayatının bütününü isyanlarla geçiren bir insanın son anında “Allah’a ve Rasûlü’ne iman edin” emrine imtisâl edip, imanının karşılığındaki nimetlerin hikmetlerini de hatırlayın.

  • Kalbinizi muhafaza ediniz. Çünkü iman mevki, merkezi kalptir. Kalbinizi muhafaza ederseniz aklınız, kalbinizin sultanı olur. Ama kalbinizi Allah ve Rasûlü’nden başkalarının sevgisi ile doldurursanız o vakitte nefsiniz, kalbinize muhabbeti ile sızar ve sizi aldatır. Çünkü bir hâneye, hâne sahibi çok sevdiği bir hanımı hizmetçi alınca onu sevdiği için gâfil olur. Hânenin eşyasını her şeyini alıp götürdüğü gibi, nefis sevgisi de insanı aldatır, kalbinizi harap eder. Kalbimizin muhafazasına bütün dikkatimizle devam ederek inkâr edilmesi lüzumlu olan her şeye hayır demek gerekir. Kelime-i tevhidin evvelindeki Lâ gibi. Yani inkâr edilmesi Allah tarafından lüzumlu kılınmış olan her şeye hayır demek. İnkârından Allah Teâlâ’nın yasakladığı her şeye de evet demeye devam edip, bunlardan hiçbirisinin yerini asla değiştirmemeye gayret etmek gerekir.
  • Allah gafûrdur, rahîmdir, kerîmdir diyerek yalnız bu esmâları düşünüp de Allah’ın Kahır sıfatlarını unutarak Allah’ın kahrından emin olmayınız. Çünkü Allah’ın azabından, mekrinden emin olanların fâsıklar ve hüsrana uğrayanlar olduğunu Allah Zülcelâl Kitâb-ı İlâhîsinde bildirmiştir.
  • Allah Teâlâ’nın rahmetinden de ümit kesmeyiniz. Bir kanadınız ümit kanadı, bir kanadınız da Allah’a karşı saygı kanadınız olsun. Bu iki kanadınız ile çırpınarak Allah Teâlânın “Gel ey kulum.” davetine kavuşuncaya kadar yolunuza devam ediniz. İlminizle mağrur olmayın, amelinizle de ucuplanmayınız.
  • Dünya hususunda Allah’ın size verdikleri ile sevinmeyiniz. Kendinize bir makam, mevki, servet kapıları açılınca sevinmeyiniz. Çünkü Allah verir imtihan eder, alır imtihan eder. Veren de, alan da Allah’tır. Alınca kişinin Allah’a saygısının daha çok artması gerekir. Bayezid-i Bistamî Hazretlerinin; küçük yaşlarda (beş yaşlarında) medreseden geldiğinde annesinin O’na sofrada çeşitli yemekler hazırladığını görünce; “Yarabbi bu nimetlerinle beni imtihan mı ediyorsun?” diye ağladığı, ne zaman ki evine gelip te başka bir şey olmaması sebebiyle annesini sofrada kuru ekmek hazırlamış bulunca “Ey Rabbim; Rasûlullah (s.a.v)’ın sofrası gibi bir sofraya oturmayı bana nasip ettin.” diyerek şükrettiği rivayet edilmiştir.

Aslında bu on temel esas “Ey Habibim şüphesizlik aradan kalkıncaya kadar Rabbinize kulluk görevinde devam edin.” (Hicr 15/99) ayetinde toplanmıştır.

Ehl-i Tasavvuf bu on temel meseleyi tafsilatları ile öğrenmeyi tavsiye etmişlerdir. Bunlar kulluk ve tasavvufun temel on şartı diye kayıtlara alınmıştır. Her ne kadar Hak tarikatlarda yazılış şekilleri, ifadeleri ayrı görülüyorsa da maksatları bir ve aynıdır. Bunlar, sünnet hayatının temel şartlarıdır. Tarikat ve tasavvufun da temel on şartı olarak yaşanmış ve yaşanması tavsiye edilmiştir. Allah Zülcelâl bizlere de bu on şartın içinde yaşama imkânlarını nasip ve müyesser buyursun da hem salihlere ve hulefa-i raşidîne hem de sahâbîlere ve Rasûlü (s.a.v)’ne ittiba ederek, cennet âleminde onlara komşu olmayı Allah’tan tazarru ve niyâz ederek, insanlığın kemâlâtının bu ifadelerin içinde olduğunu düşünerek yola devam etmeyi bizlere nasip buyursun.

Kışın yaprağı dökülen ve münafıklara benzetilen ağaçlar gibi değil de yazın da kışın da yaprağı dökülmeyen ve mü’minlere benzetilen ağaçlar gibi olup, dâreynde Allah’ın selâmıyla selâmlanmayı arıyorsak, buna kavuşmak için Rasûl-i Ekrem Efendimizin Sünnet-i Seniyyesini hakkı ile yaşamalıyız.

Allah Teâlâ sünnet hayatını yaşamayı hepimize ihsân ve nasip etsin.

Selâm, insanlığın kemâlâtına kavuşmak için gayret edenlerin üzerine olsun.