İçeriğe geç
Anasayfa » HAYATIMIZ CİHADDIR

HAYATIMIZ CİHADDIR

Cihad, ciğerlerimize hava almak gibi bir şeydir.

Bazen sıhhatimiz için hareket yaparken bilinçli olarak içimize hava aldığımız gibi cihad sohbetleri yapar, cihad üzerine kitap okuruz ama çoğunlukla farkına varmadan nefes alıp veririz ya işte asıl bizi ayakta tutan bu nefes alış-verişler olduğu gibi farkına varmadan yirmi dört saatimizi cihad içinde geçirmektir gerçek cihad.

Uykusunu ibadete çeviren uykusunda cihad yapıyor demektir.

Sabah-akşam yürüyüşleri dahi cihad sayılan er kişilerden olanlar, her saniyesinde cihad üzeredirler.

Cihad, hayat demektir.

Hayatımızı devam ettirmek için her gün işimize gidiyoruz, didiniyoruz, çalışıp çabalıyoruz. Dinimizi öğrenmek için de zamanımızı, malımızı, enerjimizi harcıyoruz, Kur’an ve sünneti öğrenmek için çabalıyoruz.

Hayatımızı devam ettirmek için kazandığımızı yediğimiz ve kanımıza, tenimize, kalbimize, kalıbımıza gıda verdiğimiz gibi dinimizi yaşamak için öğrendiğimiz bilgileri bireysel ve toplumsal hayatımızda eyleme/amele dönüştürmek için cehdetmeye çalışıyoruz.

Hayatımız için kazandığımız yiyecekleri gıdaya dönüştürürken, ekmeğimizi çevremizdeki dostlara ve ihtiyaç sahiplerine dağıtmaya cömertlik dediğimiz gibi bize hayat veren İslâm’ı da bütün insanlığa bir nimet olarak sunmaya, tebliğ etmeye cihad diyoruz.

Gıdamızı alırken boğazımızdan aşağıya haram lokma yutmadığımız gibi dinimizi yaşarken ibadetimizin içine Allaha isyanı sokmamaya çalışacağız.

Şarap, rakı, viski, votka gibi içkiler ve uyuşturucu satanlarla; domuz eti, faiz, rüşvet işi yapanlarla alışveriş yapmadığımız gibi imanımızı zedeleyecek, şüpheler bırakacak, amelimize zarar verecek, ihlâsımızı köreltecek şeytan ve şeytanlaşmış insanların aldatmalarına kanmamaya çalışmaktır cihad.

Hayatımızı devam ettirmek için ekip biçtiğimiz, sularından içtiğimiz toprakların; zalimler, kâfirler eline geçmemesi için malımızı koruduğumuz gibi bizi meleklerin secde ettiği kıvama getiren, hayvanlardan daha aşağıya düşmemizi engelleyen, iyiyle kötüyü, hak ile batılı, hayırla şerri öğreten dinimizi, insanlık düşmanlarına karşı korumanın adıdır cihad.

Bedenimizi günde üç öğün yemekle ayakta tuttuğumuz gibi gönlümüzü diri tutmak için günde beş vakit namazla gıdamızı alıyoruz.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) daha Mekke’de iken, din ve insanlık düşmanlarına karşı harbe izin verilmeden önce nazil olan Furkan Sûresinde Rabbimiz, cihadın Kur’anla olacağını “O halde, kâfirlere itaat etme. Onlara karşı bununla (Kur’an’la) büyük bir cihad yap.”[1] ayet-i kerimesi ile bildirir.

İnsanlık için bir nimet olan bu Kur’anın bütün insanlığa tebliğini cihad olarak nitelendirmiş Rabbimiz.

Kur’anın kurallarına göre hareket etmeye başlarsa bir Müslüman, dünyanın birçok zorluğuyla da karşılaşır.

Haram yollardan para kazanamaz. İşçisini sömüremez. Hazineye hortum takamaz. Fuhuş ticareti yapamaz. Rüşvet alıp veremez.

Bütün bunlar sıkıntı meydana getirir.

Zaten Cihad kelimesinde meşakkati göğüslemek manası da vardır.

Zalim, gaddar, müşriklere karşı savaş izni verilmeden önce Mekke’de nazil olan sûrelerden Ankebut Sûresinde Rabbimiz “Cihad eden, ancak kendisi için cihad eder. Şüphesiz Allah, âlemlerden (yaratılmışlardan) müstağnidir (kimseye muhtaç de­ğildir).”[2] buyurur.

Sevgili Peygamberimiz de insana hep kötülükleri emreden nefsimizle uğraşmayı cihad kabul etmiş ve “Mücahid, kendi nefsiyle cihad edendir.”[3] buyurmuştur.

Kadınlarımızın makbul haccının, en efdal cihad olduğunu buyurmuştur.[4]

Yine Sevgili Peygamberimiz, cihadı tarif ediyor ve “Cihadın en efdalı, zalim yönetici yanında doğru sözü söylemektir.”[5] buyuruyor.

Cihad: Kadın-erkek her Müslüman’ın ayıplayanların ayıplamasından korkmadan, can, mal, fikir, görüş, makam, şan, şöhret, servet gücünü kullanarak el, dil ve gönül ile hedefine ulaşmak için çalışmak, hak dine bütün insanları davet etmek, bu yolda önce nefsiyle, sonra şeytanıyla daha sonra insanlık düşmanlarıyla mücadele ve mükatele etmek manasına gelir.

Bunu gerçekleştiren bir mücahide denk birinin olmadığını Efendimizden Ebu Hureyre (r.a) haber veriyor ve diyor ki, “Allah Rasûlüne soruldu: “Allah yolunda cihada denk bir şey var mıdır? Allah Rasûlü: “Cihada denk bir ibadete sizin gücünüz yetmez.” buyurdu. Bu soru üç defa tekrarlanınca üçüncüsünde “Allah’ın ayetlerine yürekten itaat ederek mücahid, cihadından dönüp gelinceye kadar hiç ara vermeden namaz kılsa, ara vermeden oruç tutsa ancak o zaman mücahide denk olabilir”[6] buyurdu.

Birileri çıkıp “Kardeşim, beni inkârımla baş başa bırak, yanarsam ben yanarım.” derse biz onu yine de bırakmayız.

25 yaşında üniversiteyi bitirmiş, aklı başında bir delikanlı kendini yakmaya teşebbüs etse ve aynı sözleri söylese, “Demokrasi var, özgürlük var, ten ve can bana ait, dilediğim gibi yakarım.” dese polis de itfaiyede ona müdahale eder. “Biz onu bırakmayız, müdahale ederiz” derken zor ve cebir kullanırız anlamında söylemiyorum.

Kur’an ayetlerini okumaya ve anlatmaya devam ederiz.

Kendini yakmak isteyen birini ikna etmeye çalışan ve onu lafa tutup ansızın üzerine atlayarak kurtaran polis veya itfaiye eri veya herhangi bir vatandaş, o gün basının kahramanı olur.

O kahraman insan aynı zamanda ödüllendirilmelidir de… Çünkü bir can kurtarmıştır.

Sevgili Peygamberimiz kendisini bize ta’rif ederken : “Benim ve sizin haliniz, geceleyin ateş yakan adamın haline benzer. Kelebekler/pervaneler ateşe doğru uçarlar. O adamda ateşte yanmasınlar diye o kelebekler/pervaneleri uzaklaştırmaya çalışır. İşte ben de sizler cehenneme gitmeyesiniz diye kemerlerinizden tutuyorum”[7] buyurmuştur.

Yine Sevgili Peygamberimiz “Zincirlerle cennete giren kavim Allah’ın hoşuna gider.”[8] buyurmuştur.‏

İslâm’ın en katı düşmanlarından, Sümame bin Üsale, Beni Hanife kabilesinin ileri gelen cengâverlerinden biridir ve Yemâme halkının efendisidir. Her hal ve şartta din düşmanlığını sergileyen bu adam bir gün esir edilir ve Medine’ye getirilir.

Efendimiz, o esiri Medine mescidinin içindeki direğe bağlamalarını söyler.

Efendimiz, mescide geldiğinde onun hatırını sorar ve “Nasılsın?” der. Sümame de, “İyiyim. Eğer beni öldürürsen kan sahibi bir adamı öldürmüş olursun (benim kabilem bunun intikamını senden alır). Eğer beni serbest bırakarak iyilik yaparsan sana teşekkür edecek birini bırakmış olursun. Eğer mal istiyorsan iste dilediğin kadarını vereyim.” diye cevap verir.

İkinci gün yine aynı soruyu sorar ve aynı cevabı alır. Üçüncü gün gelince yine aynı soru ve aynı cevap tekrarlanır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Bunu serbest bırakınız.” der. Esirin bağlarını çözerler. Mescidden dışarı çıkar, bahçe arasına gider. Orada bulduğu bir su ile banyo yapar, geriye mescide gelir ve “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlühü. Ey Muhammed, bana yeryüzünde Senin yüzünden daha sevimsiz, çirkin bir yüz yoktu. Ama şimdi Senin yüzünden daha sevimli bir yüz yoktur. Yeryüzünde senin dininden daha kötü bir din yoktu ama şimdi Senin dininden daha sevimli bir din yoktur. Senin ülkenden daha sevimsiz bir ülke yoktu,  şimdi ise Senin ülkenden daha sevimli bir ülke yoktur. Ben Umre yapmak isterken Senin atlıların beni yakaladılar. Şimdi ne diyorsun?” der.

Allah Rasûlü, onu müjdeledi ve Umre yapmasını emretti. Mekke’ye vardığında Mekkeli müşrikler : “Ne o, dininden mi döndün?” dediler.

-Hayır, ben Rasûlullah’ın yanında Müslüman oldum. Hayır, vallahi, bu günden sonra Allahın Rasûlü izin vermeden size Yemâme’den bir buğday danesi bile gelemez” diye cevap verdi.

Hadisi Şerif’ten[9] anladığımız kadarıyla o günün kafirleri biraz daha onurlu insanlarmış.

Bakara Sûresi 190. ayette de “Sizinle harb edenlerle Allah yolunda harb edin  ama haddi aşmayın…” yani misli ile mukabele ediniz. Misli ile mukabele etmek vardır.

Bazı kardeşlerimiz batıya şirin görünmek için, (bilhassa üniversite çevresindekiler) “İslâm’da savunma harbi vardır. Müslüman’ın yayılmacılık politikası yoktur. Kendilerinin üzerine gelen­lere savunma yaparlar.” demektedirler.

Eğer öyle olsaydı Hz. Ömer (r.a) Kudüs’e niye gitti? Mısır’ı niye fethetti? Türkmenistan, Azerbaycan yöreleri niye fethedildi…? Veyahut da Hz. Peygamber İstanbul’u niye hedef gösterdi!..?

Atalarımız bize, “Su gibi aziz ol” demiş. Su yumuşaktır, ağacı yu­muşatır, ağacın tepesine kadar çıkar. Orada çiçeğe dönüşür güzel ve faydalı olur. Ama demirin üzerine ne kadar su dökülürse dökülsün, onu yumuşatmak yerine sertleştirir. Onu yumuşatmak için, şekil vermek için ateşe konulursa ve örsün üzerinde balyoz veya çekiç ile dövülünce bir faydası olur. Bir takım imansızların dövülmesinin hikmeti de budur. Yani savaşın mantığı, anlamı budur.

Hiroşima’da, Kore’de, Guatemala’da, Küba’da, Şili’de, Dominik’te, Panama’da, Vietnam’da, Kamboçya’da, Endonezya’da, Arjantin’de, Lübnan’da,  Grenada’da, Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de elli yılda elli milyonun üzerinde insan öldüren ve hala öldürmeye devam eden katiller ordusuna karşı yumuşak insanların fayda vermediği görüldü.

Yine Bakara Sûresi 193. ayetinde de; “Tamamen din Allah’ın dini oluncaya kadar fitne, zulüm, imansızlık yeryüzünden kalkıncaya ka­dar…” buyrulmaktadır. “Kalkıncaya” dan maksat, imansız adam kalma­yacak anlamında değil, onun hâkimiyeti ortadan kalkıncaya kadardır.

Bu hususu insanlara biz anlatamadık. “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar” buyuruyor Allah (c.c) yeryüzündeki birtakım insanlar, Afrika’daki insanların kanını, canını emmiş, ayağının altındaki maden­lerini almış, başının üstündeki ormanlarını tıraş etmiş, fakirlik ve zaru­ret içinde bırakmıştır. İşte bir gurup Müslüman çıkıp bunlara haddini bildirmeli. Ayetin emrettiği; “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar” dediği husus.

Üç kişi bir araya gelseler, bir çete kurup küçük çocukları yakalayıp yaksalar dünya ayağa kalkıyor.

Amerika’da da olduğu gibi yakın bir zamanda Belçika’da, ondan fazla çocuğu öldüren yüksek tahsilli önemli bir görevi de olan biri yakalandı.

Bunlara karşı yine dünya ayağa kalktı. Bunlar yaktıkları insana belki beş dakika acı verirler. Ama devlet halinde kurumlaşmış imansız çeteler, eğitim yoluyla ço­cukları dinden uzaklaştırarak milyarlarcasını cehenneme atıyorlar. İşte cihad, bu devlet çetesinin yakma işine son vermektir.

Herkes toprağına, hanımına ailesine sahip çıkacak, hayata din hâ­kim olacak, din hâkim olduğu zaman da huzur ve güven olacaktır.

Savaşın hikmetini de 40. ayette şu şekilde açıklıyor. “Eğer Allah (c.c.) imanlı insanlar vasıtasıyla imansızları yok etmemiş ol­saydı…”

Bakara Sûresi’nde (Ayet 25) Davud (a.s)’in komutanı “Tâlut” ve kâfir komutan “Câlut”un olayını bahsettikten sonra; “Allah (c.c), bazı insanları bazı insanlarla def etmemiş olsaydı, yeryüzünde fesat çıkardı.” buyurduğu gibi. 40. ayette de dağ başlarındaki rahiplerin sığındığı manastırlar, Yahudilerin havraları, Hıristiyanların kiliseleri ve içinde Allah’ın çokça anıldığı mescitler yıkılırdı, buyuruyor.

Demek ki mescitler toplumun birliğini, dirliğini sağlayan hürriyetini sembolize eden, bozulmayı önleyen yerlerdir.

Buradan şu anlaşılıyor; Devlet yönetimiyle ibadethaneler arasında sıkı bir alaka ve bağlantı vardır.

Yönetimi inançsız insanlar elde ettiği zaman ki tarihte bunun örnekleri vardır. Gerek Hıristiyanlık gerek Yahudilik gerekse İslâm beldelerinde bu dinlerin yaşadığı ve yaşamakta olduğu zaman ve mekânlarda fitne, fesat çıkıp Allah’ın bolca zikredildiği mescitler yıkılmıştır.

“Allah’ın dinine yardım edenlere Allah mutlaka yardım eder.” Ayette iki tane te’kid edatı kullanılmış. Türkçemizde bunu “mutlaka” kelimesi ile ifade ediyoruz. Buna göre mana “Mutlaka ve mutlaka, Allah’ın dinine yardım edene Allah da yardım eder.” Şüphesiz Allah (c.c) güçlüdür, galiptir. Ancak yardımı, güçlü ve azîz olan yapar, bu vasıfları olmayan birisinin yardımı da sınırlı olur. Allah’ın dinine yardım edenlere yardım edeceğini vaad ettikten sonra, kendisinin de güçlü ve galip olduğunu ifade ediyor, bu da dikkati calibdir.

Din düşmanları büyük; ama Allah celle celalühu her şeyden büyüktür.

Allah’ın, inananlara yardım örnekleri tarihte sayılamayacak kadar çoktur.

Roma’nın güçlü kuvvetli askerlerine karşı Hz. İsa (a.s)’nın üç beş Havarisi, Roma’nın Hıristiyan olmasına sebep olmuştur.

Cengiz’in ordularına karşı Müslümanların sabır ve metaneti, onların Müslüman olmasına sebep olmuş ve tarihte Cengiz’in torunları İslâm’a çok büyük hizmetler yapmışlardır.

 

[1] Furkan, 25/52

[2] Ankebut, 29/6

[3] Tirmizi, Sünen, K. Fezailü’l-cihad

[4] Buhari, Sahih, K. Hac

[5] Hakim, Müstedrek 4/551; Ebu Davud, K. Melahim, 3781; Tirmizi, K. Fiten; İbni Mace, K. Fiten

[6] Buhari, Sahih, K. Cihad; Müslim, Sahih, K. İmare

[7] Buhari, Rikak, 6; Müslim, Fezail, 17

[8] Buhari, Cihad, 2848; Ebu Davud, Cihad, 2561

[9] Buharî,  K. Meğâzî, Bab 66/4114; Müslim, K. Cihad, 19/1764