İçeriğe geç
Anasayfa » ÖMRÜMÜZÜ İBADET NAMINA HURAFELERLE ZAYİ ETMEYELİM

ÖMRÜMÜZÜ İBADET NAMINA HURAFELERLE ZAYİ ETMEYELİM

Ya Rabbi!

Ne kendi namımıza ne de ümmet-i Muhammed namına sana hamd edecek lisanımız ve yüzümüzün kalmadığını itiraf ederiz.

Ya Rabbi!

Bizleri, Sana, senin lisanınla hamd edenlerden eyle.

Ya Rabbi!

Halîm, Kerîm ve Latîf sıfatlarınla bizleri hamd eylemiş kulların arasına kabul eyle.

Ya Rabbi!

Kendilerini âlim tanıtan bazı cahillerin, kullarını, göndermiş bulunduğun Kitab-ı İlâhî’nden ve İslâm dininden mahrum bırakarak, nasıl perişan bir hale getirdiğini bizden iyi bilensin.

Ya Rabbi!

Bundan dolayı ne kendi halimizi ne de Ümmet-i Muhammed’in halini sana arz etmeyi düşünmeyip sadece acziyetimizi itiraf etmek için, masum kullarının bu hainlerin şerrinden hıfz u emâna kavuşmaları için, huzur-i ilâhîne, itaat eden topluluklar olarak, alnımız açık bir şekilde gelmeyi bizlere nasip ve müyesser buyurman için senin kapına sığındık.

Ya Rabb!

Allah’tan gelip Allah’a giden yolu insanlara unutturup, her sahada insanlığın önüne insanları adeta bir put gibi diken, maddî ve manevî menfaatlerini temin etmek için Kitab-ı İlâhî’ni ve İslâm’ı istismar etmekle kalmayıp insanların içerisinden bazılarını İslâm namına büyüterek istismar etmeye çalışan, mahlûka itaati Allah’a itaat etmenin önüne getirerek mahlûkun sevgisini Senin sevginin önüne getiren bedbahtlardan ümmet-i Muhammed’i halas eylemeni tazarru ile niyaz eylemek için; bu yazımızı aciz kulların namına, Celîl ve Cemal sıfatına arz etmek niyetiyle lütfün ve izninle yazmayı murad ederim. Sen mahcup eyleme.

Ya Rabbi!

Habibin Ahmed, Rasûlün Muhammed (s.a.v)’e ümmeti olarak biz Salât u Selam getirmeye layık olamadığımızı itiraf ediyoruz, Kitab-ı İlâhinde buyrulan “Allah ve melekleri o nebî’ye salât getirir. Ey mü’minler siz de ona salât getirin.” emrine muhatap olduğumuz halde bu iltifata layık mü’minlerden olamadığımızı itiraf ediyoruz fakat Ey Allah’ım, Sen bizleri Senin ve meleklerin lisanıyla O’na salât getirenlerden eyle.

Muhterem okuyucularımız,

Her ne kadar dergimizin bu sayısında sünnete ittibadan bahsetmeye niyet etmişsek de bilmeliyiz ki; sünnete ittibayı, bir sayıda değil, bir yılda değil, nefesimizi her alıp vermemizde unutmamaya gayret etmeliyiz. Çünkü Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) dünyaya geldiği zamanda bugünkü gibi katl, zulüm, işkence, yağmacılık ve her türlü ahlaksızlık yeryüzünü işgal etmişti. Böyle bir zamanda Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)’in sünnetine ittiba ile dünya o perişan halden saadet devrine dönüş yapmıştır.

Şimdi bizler insanları İslam adına, sünnetten geriye doğru döndürmeye çalışan, ilim ehli olduğu zannedilen bir güruhla karşı karşıyayız. Bu kişiler o perişan günleri yine önümüze getirme gayretindedirler. Sürüklenmeye çalışıldığımız bu durumdan kurtuluşumuz Allah’ın kitabına ve sünnet-i Rasulillah’a hakkıyla ittiba etmekle mümkündür.

Peygamberimiz (s.a.v)’in bizlere olan vasiyetini ümmet olarak bir kez daha hatırlayalım:

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in “Benim size bir vasiyetim vardı. Dünya ahiretin saadeti onun içerisinde idi. Bu vasiyetimi yerine getirmeden benim yanıma niçin geldiniz.” hitabına muhatap olmanın bizim için ne kadar zor ve büyük bir felaket olduğunu düşünerek Rasûlüllah (s.a.v)’ın vasiyetini okuyup onunla amel edelim ki; huzur-i Rabbi’l İzzet’te “Ya Rab! Ben bunlara şefaat etmiyorum.” hitabına muhatap olmayalım.

Bu korkunç tehdidi, bunun neticesinde muhatap olacağımız akıbeti ve Rasûlüllah (s.a.v)’ın “Size Allah’ın kitabını ve Nebinizin sünnetini emanet ettim. Eğer sizler Allah’ın kitabına ve benim sünnetime sarılırsanız; sapıklığa uğrayıp helak olmazsınız.” buyurduğu vasiyetini hiç unutmayalım.

Bu vasiyeti önünüze açın, kitab-ı ilâhi olan Kur’an-ı Kerim’i ve sünnet-i rasûlillahı da gözünüzün önüne getirerek durumunuzu bir değerlendirin.

Bu vasiyetten ne kadarını hayatınıza tatbik ettiğinizi, ne kadarını da terk ettiğinizi iyice düşünün. Sonradan duyacağınız hasretlik ve pişmanlığın fayda vermeyeceğini de unutmayın.

Bu inançla yaşama kararını verip bir yandan Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifleri okurken diğer yandan da kitab-ı ilahiyi hayatına bütünüyle tatbik eden Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in hayatını en güzel şekilde öğrenmenin gayretinde olunuz.

Hayatımızı ferdî, ailevî ve ictimâî olarak Rasûlüllah’ın hayatının karşısına getirerek, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)’in hayatından ne kadarını yaşadığımızı ve ne kadarını yaşayamadığımızı bir düşünelim. Böylece Allah Teâlâ’nın katında kulluk görevimizi yerine getirip getiremediğimizi de öğrenelim.

Gayemiz Allah’ın kitabı ve Rasûlüllah (s.a.v)’ın sünnetine ittiba edip Allah Teâlâ’nın muhabbet ve sevgisine kavuşmuş bir kul olarak dünyadan ayrılmak olsun. Bu yolda ilerlerken ihmalkârlık yapmamaya da özellikle gayret edelim.

Bir gün Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v)’e sormuşlar ki:

“Ya Rasûlallah! Allah’a itaat eden kul dünyadan ayrılıp Rabbine nasıl kavuşur, âsi kullarda dünyadan ayrılıp rabbine nasıl kavuşur?” Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurur:

“Allah’a itaat eden kul şuna benzer:

Sizden birinizin çok sevimli bir evladı servet kazanmak için gurbete gitmiş ve yıllar boyu anne babasıyla görüşememiş, nihayet büyük bir servet sahibi olarak memleketine dönüş yapar. Yolculuk boyunca anne babasına kavuşmanın hasretiyle yanarken, diğer yandan anne babası da evlatlarına kavuşmanın hasretini çekmektedir. Birbirlerine kavuştukları anda anne ve baba evlatlarına sarılıp nasıl şefkatle karşılamışsalar Allah Teâlâ Hazretleri de Kendisine itaat eden kullarını böyle şefkat ve muhabbetle karşılar.

Rasûlüllah (s.a.v) isyankar kulların durumunu ise şu misalle anlatır.

Allah’a itaat etmeyen kulun hali ise:

Emrinde çalıştığı kişinin servetini çalıp kaçan bir köleye benzer. Ağasının servetini çalıp yiyip içerek bitirmiş. Sonunda yakalanıp elleri bağlı, boynu bükük bir şekilde ağasının huzuruna getirileceği kişinin hali gibidir.”

Bu kişinin şiddet ve gazap içerisindeki ağasının yanına getirildiği anı düşünelim de Allah Teâlâ’nın huzuruna âsilerden olarak gitmekten vazgeçelim.

Allah Teâlâ’ya itaatimizin temel şart ve esası Kur’an ve sünnete ittibadır. Allah Zülcelâl Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:

“Ey Habibim (s.a.v) ümmetine söyle ki Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki; Allah da sizi sevsin.” buyurduğu ayet-i celilesini kendimize rehber edinelim. Nefes alırken de verirken de Sünnet-i Rasûlillah’a tabi olmayı asla unutmayalım.

Allah Zülcelâl’e yemin olsun ki sizi dünya ve ahiretin kurtuluşuna kavuşturacak örnekler ile Allah’a kavuşturacak işaretler ismi ve ünvanı ne olursa olsun şahısların değil; Rasûlüllah’ın sünnet hayatının içerisindedir.

Allah Zülcelâl’i çok zikretmek isteyenlere de en güzel örnek Rasûlüllah (s.a.v)’ın ibadet ve zikir hayatıdır. Allah Zülcelal’i hakkıyla ve en güzel şekilde zikretmek isteyenler Rasûlüllah’ın bu hususta buyurduklarını gerçek kaynaklardan araştırıp ona hakkıyla ittiba etmelidirler.

Günümüz dünyasında Cenab-ı Hakk’ın “Zikrullahi ekber” (Allah’ın zikri en büyüktür.” ayet-i kerimesine her zamankinden daha çok dönüş yapmaya ihtiyacımız vardır. Bizler zikirde ve fikirde Rasûlullah (s.a.v)’a hakkıyla ittiba edelim ki; ömrümüzü ibadet namına hurafelerle boşu boşuna zâyi edip; âsi köleler gibi Allah Teâlâ Hazretlerinin huzuruna boynumuz bükük yüzümüz kara olarak gitmekten kurtulalım.

Günümüz toplumunun içerisinde insanlığı dalalete doğru sürükleyen iki fikir meydana konulmuştur.

Bir grup karşısındakileri “gizli misyonerler” diye itham edip tenkit ederken kendileri de tahrif hususunda onlardan aşağı kalmamaktadırlar. Tarikat, sofilik, şeyhlik, hulefalık gibi sözlerin arkasına sığınıp insanlığı topyekün sünnet namına, sünnetin dışına doğru sürükleme gayreti içerisinde bulunmaktadırlar.

İki tarafa da dikkatle bakarsanız; insanlığı Kur’an ve sünnet hayatının dışına sürüklemekte olduklarını farkadersiniz

Kimileri isyana teşvik etmekte, kimileri de insanlığı Kur’an ve sünnet ölçülerinin dışına sürüklemektedirler.

Kesin olarak şunu ifade edelim ki mutlak küfrün ve şerrin zararlarını, kötülük ve yanlışlarını insanlara anlatmak mümkündür.

Fakat Kur’an ve sünnete ittiba adına sünnet sınırını aşanların anlattıklarının yanlışlık ve zararlarını dinleyenlere anlatmak çok daha zor hatta nereyse mümkün değildir.

Tarih boyu batıl inanç ve sapık görüş sahipleri İslam toplumuna Allah Zülcelal’in bir bedene hülül ettiği inancını anlatmaya ve yerleştirmeye çalışmışlardır. Fakat muttaki âlimler ve basiretli Müslümanların gayreti ile İslam dünyasında bu gayretler akamete uğramıştır.

Ama günümüzde bazı zevat, keşif sahibi bazı zatların görüşlerini duydukları anda reddedip söz sahibini azarlayacak yerde bunu önderlerinin büyüklüğünü ispat etmek için kullanmaktan çekinmeyerek Allah Teala’ya isnad ederek “ete kemiğe büründüm ….. diye göründüm” şeklinde ifade etme cehalet ve edepsizliğini göstererek bir çok masum insanı cehaletlerinin kurbanı olarak farkında olmadan İslam akidesinden uzaklaştırmıştırlardır.

İslam namına insanlığı felakete sürükleyen bu zevat hiç çekinmeden:

Şu cemaate mensup olmazsan sırattan geçemezsin. Şayet şu cemaate mensup olursan bütün engelleri aşarsın.

Eski devirdeki evliyaların seviyesi ile günümüzdekilerin seviyesi farklıdır gibi sapık ve hurafe görüşleri aktarmaktan da çekinmemektedirler.

Bu hurafeleri saymakla bitiremeyeceğimiz için ulemanın meşhurlarından Devvanî Hazretlerinin şu ifadeleriyle yetinelim:

“Ya Rabb! Bu fitne ve fesadı önlemeye benim güç ve kuvvetim yetmiyor. Bu insanları sana şikâyet ediyorum.

Ya Rabb! Faziletli âlimler toplumun içerisinden çekilip gitti, nurları söndü, topluma ışık tutacak âlimler de kalmadı.”

Ya Rabbi!

Bizler de bu karanlığın en şiddetli günleri içerisinde yaşamakta adeta bir zulmetteyiz.

Bizler de Rasulullah (s.a.v)’ın namına halimizi Sana arz etmekteyiz.

Ya Rabb!

Bu şaşkınlık ve zulmetten insanlığı kurtaracak olan sensin.

Hidayetinle Ümmet-i Muhammed’e tecellî eyleyip, hidayetinin nurunu insanlığa saçacak birisini lütfeyle.

Bizler de kendi halimizi değerlendirip muhasebemizi yapıp amellerimizin durumuna dikkatimizi yönelterek hiç değilse imanımızı koruyup, saadet-i ebediyyeyi kazanabilelim.

Eğer kendi hesabımızı yaparak Âlem-lerin Rabbinin huzuruna dönüşümüzü tespit etmek ve halimizin pür melalini öğrenmek istersek yine Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Rasûlillaha dönüş yapmalıyız.

Çocukluğumuzda ninelerimizden öğrendiğimiz inanç esaslarını bilemeyecek kadar aciz insanlar tarafından birileri müceddit ve gavsu’l azam olarak tanıtılmaktadır. Bir beşer olarak haddi aşıp bazı insanları bu şekilde tanıtmaya veya bu vesile ile kendilerini tanıtmaya çalışmak çok büyük bir vebal ve haddini bilmemezliktir.

Kısaca sahabi ile sahabi olmayanların farkını bilemeyen ve Peygamberimiz (s.a.v)’in,

“Asırların hayırlısı benim olduğum asırdır. Sonra, ondan sonraki asırdır, sonra ondan sonraki asırdır, ondan sonra da yalan yeryüzüne yayılır” hadisini de duymamış gibi davranmaktan, Rasûlullah (s.a.v)’dan ne kadar uzun zaman sonra dünyaya gelirse  insan o kadar büyük bir müceddit olurmuş gibi lafları söylemekten haya etmemektedirler.

Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı üzerine yaşayan, dininin esaslarını sağlam kaynaklardan öğrenerek aile ve çocuklarına öğretenler; İslam’ı birilerinin şöhret ve menfaatleri için kullanarak insanları dinlerinin hakikatinden mahrum bırakanları savunacak değildirler.

Bizler hiç şüphesiz şahısların tenkitçisi değiliz. Yanlışlardan ve batıl inançlardan insanlığın kurtuluşu için, insanlara ilahi emir olarak Kur’an ve sünnet yolunu tavsiyeyi boynumuzun borcu bilip bu vazifemizi imkânlarımız nispetinde acziyetimizin farkında olarak, Rabbimizin yardımına sığınarak yerine getirmeye çalışmaktayız.

Allah Zülcelâl Hazretleri her şeyi olduğu gibi anlamayı, anlatmayı ve yaşamayı cümlemize nasip ve müyesser buyursun.

Selam hidayete tabi olanlar üzerine olsun…