İçeriğe geç
Anasayfa » MARUFU EMİR, MÜNKERDEN NEHİY KAPISI KIYAMETE KADAR AÇIKTIR

MARUFU EMİR, MÜNKERDEN NEHİY KAPISI KIYAMETE KADAR AÇIKTIR

Maruf: Aklın kabul ettiği tab-i selîmin uygun gördüğü ve dinimizin de emrettiği şer-i mübîn’in güzel gördüğü, Allah’ın razı ve hoşnut olduğu söz ve fiillerin cümlesine verilen isim.

Münker: Allah’ın razı olmadığı söz ve fiilleri ifade eden kelime.

İmam-ı Gazzali (r.a)’ın deyimiyle marufu emr, münkerden neyhetmek dinde en büyük kutup noktasını (zirvesini) teşkil etmektedir. Allah (c.c)’ın peygamber göndermesinin en mühim ve ana sebebi de budur. Şayet marufu emredip münkerden nehy etmek ortadan kaldırılıp ilim ve amel ihmal edilse idi peygamberlik atalete, din de çöküntüye uğrar, ihtilaflar çoğalır sapıklık yaygınlaşır, cehalet ortalığı kasıp kavurur, fısk uı fücûr her tarafa yayılırdı. İmam-ı Gazzali bu sözleri ile emr bil maruf nehy anil münkerin önem ve ehemmiyetine dikkat çekmiş oluyor.

Marufu emr münkerden nehyetmenin luzum ve vucûbunu (farziyetini) bildiren bir kısım ayet-i celile ve hadis-i şerifi nakletmek istiyorum.

“(Ey mü’min kullarım ) Sizden öyle bir cemaat (bir topluluk) bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar marufu (iyiliği) emretsinler, kötülükten de vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar felaha erenlerin (korktuklarından emin umduklarına nâil olanların) ta kendileridir.”[1]

Ayette geçen “bulunsunlar” emri vucûbu (farziyeti) ifade eden bir emirdir. Yine ayetteki “Onlar felaha erenlerin ta kendisidir.” cümlesi hasrı ifade ettiğinden kurtuluşun emri bil maruf nehyi anil münkere bağlı olduğu anlaşılmaktadır.

(Ey ümmet-i Muhammed) “Siz insanlar için (insanlığın saadet ve selâmeti için seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. (Çünkü siz) iyiliği emreder kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Siz) Allah’a inanıyorsunuz.”[2]

Bu ayet-i celilede ise emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapanların insanlar arasından seçilmiş en hayırlı kimseler olduklarının faziletini bildirilmektedir.

“Onlar Allah’a ve âhiret gününe iman ederler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Hayır işlerinde de birbiriyle yarış yaparlar. İşte onlar sâlih (olan kimse)lerdendir.”[3]

“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirlerinin velileri (dost ve yardımcıları)dır. (Bunlar insanlara) iyiliği emrederler, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah ve rasûlüne itaat ederler. İşte bunlar var ya Allah onlara merhamet edecektir. Çünkü Allah, Azîz ve Hakîmdir.”[4]

Bu ayet-i kerimede de iyiliği emretme, kötülükten vazgeçirme, mü’minin vazgeçilmez bir vasfı olarak beyan edilmektedir. Mü’minlerin aksine münafıkların ise kötülüğü emrettikleri iyilikten de alıkoydukları aynı sûrenin altmış yedinci ayetinde haber verilmektedir.

Konu ile alâkalı olmasına rağmen yanlış anlaşılan Maide Sûresi’nin 105. ayet-i celîlesine dikkat çekmek isterim.  Meali şöyledir “Ey iman edenler! Siz nefislerinizi (kendinizi) islah etme(y)e bakınız. Siz doğru yolda olduğunuz zaman sapıtanlar (yolunu şaşıranlar) size (hiçbir şekilde) zara veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir.”

Bazı Müslümanlar bu ayeti delil kabul edip başkaları ile ilgilenmeyi görev kabul etmezler. Siz kendinize bakın, kendi nefsinizle ilgilenin, başkasına karışmayın, beni sokmayan yılan bin yaşasın… gibi ifadelerlerle kendilerini teselli ederler. İyi de o bin yaşayan yılanın seni de sokmayacağını ne ile garanti ediyorsun. “Ben evimde İslam’ı yaşıyorum ya. İmansızlık, ahlaksızlık, fuhuş, küfür, fısk u fücur bütün bu illet ve hastalıklar bana hiçbir şekilde zarar veremez ya. “Zina en korkunç bir şekilde yaygınlaşmış bir hale gelmiş ise de ben yapmıyorum ya, içki su gibi tüketiliyorsa, dünya sıralamasında nerede ise ikinci sıra da yer alsak bile önemli değil, çünkü ben içmiyorum ya, ben kendimden sorumluyum. Başkalarının durumu beni hiç de ilgilendirmez.” diyen bir kısım Müslümanlar yanlış anladıkları için bu ve benzeri ayeti kerimelere sığınıyorlar.

İbn Cerir Taberî (r.a) söyle diyor: “Bu ayet-i celile hakkında yapılan te’villerin, söylenen sözlerin en isabetli ve en sahih olanı Hz. Ebu Bekir’den gelen şu rivayettir: Bir gün bu ayetin tefsiri hakkında konuşulurken Hz. Ebu Bekir (r.a) ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

“Bu ayeti okuyorsunuz fakat manasını yanlış anlıyorsunuz. Ben bir gün peygamber Efendimiz (s.a.v)’in yanında idim ve şöyle buyurduğunu duydum “İnsanlar zulmü (isyan, fısk u fücuru) görür ve o zulmü yapan insanları o kötülükten vazgeçirmezlerse çok yakın bir zamanda Allah’ın azabı onlara umûmileştirilir. (Genelleştirilir, ilahî azab hem kötülüğü yapanlara hem de seyirci kalıp engel olmayanlara müştereken ulaşır.)”[5] Bu hadis-i şerifin dayanağı da Enfal Sûresi’nin 25. ayet-i celilesidir. “Öyle bir fitneden korkun (sakının) ki; o fitne gelecek olursa sadece o fitneyi çıkaranlara isabet etmez, o fitneye göz yumanları (duyarsız kalanları) da içine alır.” İbnü’l Mübarek (r.a) ayetin “Siz nefsinizi koruyun, siz kendinize bakın.” bölümündeki nefsinizden maksat bütün Müslümanlardır diyor. Yani “Ey Müslümanlar! Siz birbirinizi koruyun, birbirinizle ilgilenin, birbirinize karşı marufu emr, münkerden de nehy etme görevini icra edin.” demektir. Çünkü Müslümanlar bir vucut gibidir. Tıpkı “Siz kendinizi öldürmeyiniz” ayetinde olduğu gibi burada da “Ey mü’minler! Siz birbirinizi öldürmeyiniz.” demektir.

Asrımızda olduğu gibi Musa (a.s)’ın asrında da insanlar üç guruba ayrılmıştı. Birinci gurup isyanda ısrarcı olan zalimler gurubu. Bunlar yetmiş bin civarında idi. İkinci gurup isyankâr zalimleri zulümlerinden vazgeçirmeye çalışan mücahidler gurubu. Bunlar yaklaşık on iki bin kişi idiler. Üçüncü gurup ise bana ne, neme lazımcılar gurubu. Susmayı tercih eden gurup. Mücahidler gurubu günahkârları zulümden vazgeçirmek için canla başla mücadele ederken işin kolay yönü olan susmayı tercih eden neme lazımcı müslümalar “Bırakın şu fâsık ve fâcirleri, Allah onları zaten helâk edecek, bunlarla ne diye uğraşıyorsunuz, bunlarla uğraşmaya değer mi?” diyorlardı. Allah (c.c) günaha ısrarcı olan zalimler gurubunu cezalandırdığını, isyankârları zulümlerinden vazgeçirmeye çalışan mücahidler gurubunu da kurtardığını haber verirken susmayı tercih eden neme lazımcılar gurubu hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Bahse değer insanlar olmadıklarına mı işarettir acaba bu durum? Bu konuda ulemanın çoğunluğunun görüşü zalimlerin zulmüne ses çıkarmayanların akıbetinin de zalimlerle beraber cezalandırılmak olduğudur. Bu hususu Kur’an-i Kerim şöyle açıklıyor:

“(Hatırla o zamanı ki;) Onlardan bir topluluk ‘Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir şekilde azap edeceği (bir) kavme artık ne diye vaaz-(u nasihat) ediyorsunuz.’ dediklerinde onlar da (vaaz u nasihat edenler de) ‘Rabbinize karşı bir mazeret(i açıklamak) için ve bir de belki sakınırlar diye (vaaz u nasihat ediyoruz)’ dediler.” Çünkü onları zulümden vazgeçirmek için vaaz u nasihat etmek bizim için bir vecibedir.

“(Ne zaman ki;) Onlar kendilerine hatırlatılanı unuttular, (yapılan vaaz u nasihate karşı duyarsız kaldılar.) Zulümden alıkoyanları (mücahidler gurubunu) biz kurtardık. Zulmedenleri yapmakta oldukları fâsıklıktan dolayı çetin bir azapla yakalayıverdik.”

İmam Buhari (r.a)’nin Sahîh’inde naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah’ın koyduğu sınırları koruyup günahtan sakınanların, sınırları aşıp günahı irtikab edenlerin durumu kur’a ile gemide yerini belirleyen bir topluluğun durumuna benzer. (Kur’a neticesinde) bir kısmının kur’ası geminin üst (tarafına), bir kısmının kur’ası (da) geminin alt (tarafına) düştü. Geminin alt tarafında olanlar (su ihtiyacı olduğu zaman) susadıkları zaman yukarı çıkıp (nehrin tatlı suyundan) istifade ediyorlardı. Sonunda “Niçin yukarı çıkıp üsttekilere eziyet edelim buradan (bulunduğumuz yerden) bir delik açalım ve üsttekilere eziyet etmeyelim.” dediler. Eğer (üsttekiler) alttakilere müdahale etmeyip kendi hallerine bırakılırsa hepsi helak olur. Eğer üsttekiler (alttakilere) engel olurlarsa gemidekilerin tamamı kurtulur.”

Efendimiz (s.a.v)’ın verdiği bu misal ne güzel değil mi? İşlenen günahlara karşı seyirci kalmak asla bir müslümana yakışmaz. Önce fiilî olarak müdahale etmesi yani eliyle değiştirmesi, bunu yapamıyorsa söz ile vaaz u nasihat ile önlemeye çalışması, bunu da beceremiyorsa en azından kalben buğzetmesi gerekir. Buhari ve Müslim’in Ebu Said el-Hudri’den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “(Ey Mü’minler!) Sizden bir kimse (İslam şeriatının güzel görmediği, Allah’ın ve rasûlunun razı ve hoşnut olmadığı bir söz ve fiille karşılaşırsa) onu eliyle değiştirsin buna (eliyle değiştirmeye) gücü yetmiyorsa bu defa (diliyle, sözle, vaaz u nasihatla) değiştirmeye (çalısın). Buna da gücü yetmiyorsa kalben buna (karşı) nefret duysun (buna onay vermesin, buna karşı bir öfke beslesin) bu ise imanın en zayıf (İslam’ın en iğreti) bir derecesidir.” Başka bir rivayette de  “Bunun ötesinde (kalben buğzetmenin ötesinde) imandan bir hardal tanesi dahi (kalmaz)”[6]

Hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere mü’min, bir kısım dünya menfaati karşısında halden hale değişen değil, bilakis zulüm ve haksızlıklara karşı yiğitçe direnen ve mücadele veren kimsedir. Yani durmadan değişen değil, değiştirmek için gayret sarf eden mümtaz bir şahsiyettir.

“(Ey mü’minler topluluğu) Sizler ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz yahut da Allah (c.c) şerir olanlarınızı (yaramazlarınızı) size musallat eder de sonra sizin (içinizdeki) iyileriniz (Allah’ın has kulları) dua ederler fakat (ilahi hüküm tahakkuk ettiği için ) duaları kabul olmaz.”[7]

Huzeyfe (r.a)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki; sizler ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Rabbinizin kendi katından size bir azap göndermesi (indirmesi) çok yakındır. Sonra (azaptan kurtulmak için) dua edip (yalvarıp yakarırsınız) da duanız müstecab olmaz”[8]

Bir başka hadis-i şerifin meali de şöyledir. “Bir kısım (insanların) işlediği günah sebebiyle (günah işlemeyen) umûmi insanları Allah helak etmez. Ta ki aleni olarak aralarında işlenen günahı görüp önlemeye de güçleri yettiği halde engel olmuyorlarsa. Şayet böyle yapıyorlarsa (engellemiyorlarsa) o zaman Allah günah işleyenlerle beraber onlara da azap eder.

Bütün bu hadis-i şeriflerin ardından hatırlatmamız gereken diğer bir husus da şudur ki; bu görevi yaparken peygamberlere uymak ve onları örnek almak lazımdır. Nice ilim erbabı vardır ki; bir çok ilimleri elde etmiş fakat insanlara faydalı olma yerine kötü yaşantıları ile hem kendileri zaal (sapmış) hem de başkaları için muzill (saptırıcı) olmuşlardır. Böyleleri ümmet için kanayan bir yara, bir afet ve bir musibettir. Buhari ve Müslim’in muttefekan Abdullah b. Ömer’den nakletikleri bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyorlar: “Allah ilmi kullarının (arasından) çekip çıkarmak sûreti ile almaz. Ve lakin ulemanın ruhunu kabzetmek sûreti ile ilmi alır. (Böylece) âlim kalmayınca insanlar cahil kimseleri (buna ilmiyle âmil olmayan alimler de dahildir) reisler (müfti, imam, şeyh) ediniverirler ve onlara (fetv) sorarlar. Bunlar da bilgisizce (keyfi, isteğe göre) fetva verirler. Böylece hem kendileri sapıklaşır hem de başkalarını saptırırlar.

.

[1] Âl-i İmran, 3/104.

[2] Âl-i İmran, 3/110.

[3] Âl-i İmran, 3/114.

[4] Tevbe, 9/71.

[5] Ebu Davud,  Tirmizi, Ahmed b. Hanbel.

[6] Camiu’s-sağir, c.2, s.171.

[7] Camiu’s-sağir, c.2 – s.122.

[8] Mişkât, 5140 nolu hadis.