İçeriğe geç
Anasayfa » İSLÂM KARDEŞLİĞİNİN EMREDİLİP TEFRİKANIN YASAKLANMASI

İSLÂM KARDEŞLİĞİNİN EMREDİLİP TEFRİKANIN YASAKLANMASI

Allah (c.c.) bu hususta şöyle buyurur:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”[1]

Bu ayet-i kerimenin izahına geçmeden önce bir önceki ayet-i kerimenin de mealini vererek her iki ayeti beraberce anlamaya çalışalım. İşte Âl-i İmrân Sûresi 102. ayet-i kerime: “Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün.”

Müfessirlere göre Allah’tan hakkıyla korkmanın anlamı Müslüman’ın, bütün varlığı ile Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalışmasıdır. Nitekim Abdullah b. Mesûd (r.a) ayet-i kerimenin bu kısmını şöyle açıklamaktadır: “O’na asi olmayıp itaat etmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak.”

Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra ayakları ve alınları şişinceye kadar ibadete devam eden ashâbı-ı kiramı daha sonra inen “Allah’tan gücünüz yettiği kadar korkun”[2] ayet-i kerimesi biraz rahatlatmıştır. Çünkü Peygamberler (a.s) dahi “Sana hakkıyla kulluk yapamadık ey Ma’bûd!” diyerek acziyetlerini itiraf etmişlerdir. Bundan dolayı bazı müfessirler: “Allah’tan hakkıyla korkun.” ayet-i kerimesini, O’ndan nasıl korkmak icab ediyorsa öylece korkun, şeklinde izah etmişlerdir. Bu da Müslüman’ın bütün gücüyle Allah’ın yasaklarından uzak durup, emirlerine yapışması ve ölünceye kadar bu hal üzere devam etmesiyle gerçekleşir.

Allah’tan hakkıyla korkup Müslüman olarak ölebilmek içinse top yekûn Allah’ın ipine sarılarak bir araya gelmek ve tefrikadan sakınmak gerekir. Hac ibadetinin farz oluş hikmetlerinden birisi de hiç şüphe yok ki İslam ümmetinin fiilî olarak bir araya gelişi, tanışması, kaynaşması, meselelerini görüşmesi ve bütün dünyaya karşı tek vücut olduklarını göstermesidir.

İman etmek suretiyle kalben bir arada olan müminler, fiiliyatta da beraber olmalıdır. “Ben kendi başıma dinimi, imanımı muhafaza edebilirim.” demek tehlikeli bir sözdür. Böylelerinin iman ve İslam üzere, son nefeste güzel bir yolculuğa çıkmaları şüphelidir.

Fertler baskı altında her şeyini kaybedebilir. Bir hadis-i şerifte: “Allah’ın eli (kudreti) cemaatle beraberdir.” buyruluyor. İslam dini cemaate ayrı bir önem verir. İslam cemaatinin olmadığı yerde Müslümanların hali perişandır. Her mümin Allah (c.c.)’ın bir tecellisine mazhardır. Hakkın bütünüyle tecellî edebilmesi için bütün müminler bir arada olmalıdır. Fiilî olarak bu birlik tesis edilmeyince gerçek takvâya erişmek ve Allah’a kavuşmak da mümkün olmaz.

Cemaat, Allah’ın ipine sarılmakla teşekkül eder. Bir hadis-i şerifte: “Allah’ın kitabı, gökten yere uzatılmış Allah’ın ipidir.” buyruluyor. Kurân-ı Kerim, bataklığa batmış veya bir çukura düşmüş olanları çıkarmak için uzatılmış ilahî bir iptir. Ve ona tam manasıyla iyice tutunmuş olanlar kurtulur. İslam cemaati de Kur’an-ı Kerime sımsıkı sarılan ve onun sayesinde maddeten ve manen yükselen şerefli bir topluluktur.

Müslümanlar cemaat olmakla da kalmayacak, içlerinden bir topluluk özel bir İslam eğitiminden geçtikten sonra “emri bi’l-marûf ve nehyi ani’l-münker” görevini sözlü ve fiilî olarak gerçekleştirecektir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.[3]

Müfessirler bu ayet-i kerimenin emri uyarınca Müslümanlar içinde, iyiliği emreden, kötülükten alı koyan bir ictimaî kontrol müessesesinin bulunmasının farz-ı kifaye olduğunu belirtmişler; ancak, bu görevi üstlenen kişilerde görevin iyi ve hakkaniyete uygun olarak yerine getirilmesini mümkün kılacak bazı şartların bulunması gerektiğine de işaret etmişlerdir.

Allah Teâlâ, müminlere önce takvâyı ikinci olarak Allah’ın ipine yapışmayı üçüncü olarak da Allah’ın nimetlerini hatırlamayı emrediyor. Bu tertibin sebebi şudur: İnsan, bir işi ya korkarak yapar ya da isteyerek yapar. Burada önce korkutma usûlü getirilmiştir. Çünkü zararı ortadan kaldırmak faydalı bir işi yapmaktan daha önce gelir. “Allah’tan hakkıyla korkun” sözü müminleri Allah Teâlâ’nın azabından korkutmaya işarettir. Bu korku Allah’ın dinine ve O’nun kitabına sarılmaya sebeptir. “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın” sözü bir teşviktir. Böyle bir izahtan sonra Allah’ın emirlerine boyun eğip hükümlerine itaat etmekten başka bir yolun olmadığı ortadadır.

Şüphe yok ki Hakk’ın yolu dosdoğru bir yoldur. Bu yolda, itikatta ve amelde doğru olanlar yürüyebilir. Ehl-i Sünnet inancının dışına çıkıp batıl mezheplere saplananlar bu yoldan ayrılmış uçuruma yuvarlanmışlardır. Kurtuluş için Allah’ın ipine sarılmaktan başka çare yoktur. Kim Allah’ın ve Rasûlünün gösterdiği yolda dosdoğru yürürse cennete, ebedî nimetlere kavuşur.

Ayet-i kerimede geçen “ip”ten maksat; din yolunda Hakk’a ulaşmak için lüzumlu olan her şey demektir. Şu manalar da verilmiştir:

İbn Abbâs (r.a) “ip”ten maksat: “…bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim…”[4] ayet-i kerimesinde geçen ahid (sözleşme)dir, demiştir.

“İp” Kurân-ı Kerim manasına gelmektedir. Hz. Ali (r.a) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Dikkat edin, fitneler olacaktır.” denildi ki: “Bu fitnelerden kurtuluş yolu nedir?” Rasûlullah (s.a.v): “Allah’ın kitabına sımsıkı yapışın. O’nda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberi ve aranızda çıkan meselelerin hükmü mevcuttur. O, Allah’ın sağlam bir ipidir.”

Bir başka rivayette de: “Bu Kurân, Allah (c.c.)’ın sapasağlam bir ipidir. O apaçık bir nûrdur, faydalı bir şifâdır. Kendisine yapışan için koruyucu ve kendisine tâbî olan için de kurtarıcıdır.” buyruluyor. Bunlardan başka, Allah’ın ipi:

3- Allah’ın dini,

4- Allah’a itaat ve kulluk,

5- İhlâs ve tevbe,

6- Allah’ın emri,

7- Cemaat, manasındadır. Zira ayetin devamında “parçalanıp bölünmeyin” buyrulmuştur. Müminlerin cemaatine muvafakat Müslüman’ı cehennem çukuruna düşmekten korur.

Ayet-i kerimenin “parçalanıp bölünmeyin” kısmı şöyle izah edilmektedir:

1- Dinde ihtilâfa düşmeyin. Çünkü Hakk bir tanedir. Hakk’ın dışında cehalet ve sapıklık vardır. “Hakk’tan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?”[5] ayet-i kerimesi buna işaret etmektedir.

2- Birbirinize düşmanlık ve hasımlıktan uzak durun. Çünkü cahiliyet döneminde birbiriyle çekişme ve savaşlar devam ediyordu. Allah (c.c.) bunu yasakladı.

3- Sevgi ve muhabbeti yok edecek veya azaltacak her türlü davranışlardan uzak durun.

Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir tanesi kurtulacak diğerleri ise cehenneme düşecektir.” buyurduğunda sahâbe-i kirâm: “Yâ Rasûlellah, kurtulan fırka kimdir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz cevaben: “Cemaattir.” buyurmuşlardır. Bazı hadislerde “Büyük cemaat” veya “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu (yani sünnete bağlı) cemaat” diye cevaplamışlardır.

İhtilâfın yasaklanıp ittifakın emredilmesi, Hakk’ın bir tane olduğuna delalet eder. Bundan dolayı kurtulan fırka da sadece bir fırkadır. O da hakka bağlı olan fırkadır.

Allah (c.c.)’ın nimetleri dünyevi ve uhrevi olmak üzere ikiye ayrılır.

“Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz…” bu dünyevi bir nimettir.

“…Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi O kurtarmıştı…” Cehennemden kurtulmak bu da uhrevi bir nimettir.

Evs ve Hazreç kabîleleri arasında 120 sene devam eden savaşlar İslam sayesinde sona erdi. Müslüman oldular, barıştılar, kardeş oldular. Bu durum fitne ve fesâdın esas kaynağı olan Yahudileri son derece rahatsız etti. Yolda yürürken Evs ve Hazreç kabilelerine mensup gençlerin bir arada oturmuş sevgi ve muhabbet içerisinde sohbet etiğini gören bir Yahudi bu durumdan fevkalade rahatsız oldu. Yanındaki arkadaşına gidip onlara, atalarının aralarında çıkan savaşları hatırlatmasını, ırkçılık duygularını harekete geçirmesini ve bu huzurlu ortamı bozmasını söyledi. Vazifeyi alan Yahudi, gençlerin yanına gelerek söyleneni yaptı. Çekişme, kavga derken neredeyse iş silaha kadar gelmişti ki durumdan Peygamber Efendimiz (s.a.v) haberdar oldu ve: “Ben sizin aranızdayken yine cahiliye adetleri mi?” diyerek onları uyardı. Bunun üzerine silahları bıraktılar. Yanlışlarını anlayıp özür dilediler. Birbirlerine sarılıp yeniden kucaklaştılar.

Konumuzla alakalı ayet-i kerimelerden önce ise Allah (c.c) bizlere Yahudi ve Hıristiyanlara tâbî olup itaat etmeyi yasaklayarak şöyle buyuruyor:

“Ey İman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden kafirliğe sevk ederler. Size Allah’ın ayetleri okunurken, üstelik Allah’ın Rasûlü de aranızdayken nasıl kafir oluyorsunuz? Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.”[6]

Allah (c.c.) bu ayet-i kerimelerden sonra Müslümanlara seslenerek üzerlerindeki büyük emanet görevlerini yerine getirebilmek için onları hayatî önem taşıyan iki temel esasa yönlendiriyor. Bunlar:

Allah’a iman, O’na karşı saygılı olmak ve hayatın her anında O’nu murakabe etmek. Başka bir ifadeyle “iman” ve “takvâ”.

Allah için kardeşlik.

Bu temel iki esastır ki; Müslüman cemaate, beşer hayatı ve insanlık tarihindeki en önemli görevi olan “emr bi’l-marûf ve nehy ani’l-münker” vazifesini yerine getirip hayatı maruf esaslar üzerine ikame edip münkerin pisliklerinden temizlemek imkânı sağlar.

Bu iki esas, İslam cemaatinin üzerine bina edileceği, büyük ve zor olan görevini yerine getirebileceği iki temel esastır. Bunlardan birisi yok olduğunda orada İslam cemaatinden söz edilemez.

Önce iman ve takvâ. Öyle bir takvâ ki; sahibini yüce Allah (c.c.)’a karşı vazifesini tam olarak yerine getirebilecek bir dereceye ulaştıran ve ölünceye kadar bir an dahi gaflete düşürmeyen, devamlı bir takvâ… Allah yolunda zorluklarla karşılaştıkça aşk ve muhabbeti arttıran bir takvâ… Kemâle erdiren bir takvâ…

Bu “iman ve takvâ” esası olmayınca topluluk cahiliye topluluğu, programı cahiliye programı ve yaşantısı cahiliye yaşantısı olur.

İkincisi kardeşlik: Allah için kardeşlik, İslam için kardeşlik ve İslam’ı hâkim kılmak için kardeşlik. Bu kardeşlerin görevi Allah’ın ipine, O’nun ahdine, O’nun kanunlarına, O’nun dinine sarılmak, O’nun için bir araya gelmek ve başka herhangi bir gaye gütmemek. Başka bir ifadeyle Hakk’ı bâtıl üzerine, marufu münker üzerine, hayrı şer üzerine gâlip getirmek. İşte İslam cemaati bunun için inşâ edilmiştir.

Vazife sadece vaaz, nasihat ve irşad değildir. Bu sadece bir kısmıdır. Diğer bir kısmı ise İslam’ın emir ve yasaklarını uygulamak, O’nun fiili olarak tatbik edilmesini sağlamaktır. Bu zor bir görevdir. Çünkü toplumdaki zalimler, adaletten, yoldan çıkmışlar istikametten, kötüler iyilikten hoşlanmazlar. Bundan dolayı sürekli hakkın önünde engel olmaya çalışırlar. Bu zor görev önce iman ve takva ile sonra sevgi ve ülfetle bütün zorluklara katlanarak yerine getirilecektir.

Ayet-i kerimelerde olduğu gibi hadis-i şeriflerde de cemaat ve İslam birliği emrediliyor, ayrılık ve tefrika yasaklanıyor:

“Allah sizin için üç şeye razı olur. Üç şeye de buğz eder. Sizin için razı oldukları: “Ona kulluk yapıp hiçbir şeyi ortak koşmamanız, hep beraber Allah’ın ipine sarılıp bölünmemeniz, idarecilerinize nasihat etmenizdir. Sizin için buğz ettiği üç şey de: Dedikodu, çok soru sormak, malı zayi etmektir.”

“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın kendi tarafından size bir azap göndermesi yakın olur. Sonra O’na yalvarırsınız da sizin dualarınızı kabul etmez.”

 

[1] Âl-i İmrân, 3/103.

[2] Teğabun, 64/16.

[3] Âl-i İmrân, 3/104.

[4] Bakara, 2/40.

[5] Yûnus, 10/32.

[6] Âl-i İmrân, 3/100-101.