İçeriğe geç
Anasayfa » MÜ’MİNLER MUHABBETİ SÂLİHLER SOHBETİ – Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI

MÜ’MİNLER MUHABBETİ SÂLİHLER SOHBETİ – Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI

Malûmunuz olsun ki; cihan, bir muhabbet mektebidir. Kâinatta en açık tezahür, muhabbet cereyanlarıdır. Zerresinden küresine kadar varlıklar muhabbet ve cazibe akışlarıyla doludur. Hayat, muhabbet ga­yesiyle açılmış bir imtihan salonudur. Bu cihetle muhabbet, hilkatin en bol sermayesi; yaşayanların en tatlı gıdası ve pek asîl duygusudur.

İnsan, varlığın en üstün ve örnek kıymeti olduğundan, en ince ve derin muhabbetler onda gizlidir. Lâkin unutmamak lâzımdır ki; mu­habbetlerin nizamında cereyan etmemesi ve onun kötüye kullanılması pek tehlikeli ve acıdır.

Hayatta en büyük felâketler, muhabbetlerin kötüye kullanılmasından doğmuştur. Gayeye doğru akmayan, meşru ve mâkul raydan çıkıp dağılan muhabbetler; perişanlıktan, nedâmetlerden başka bir netice vermez.

Muhabbetlerin nizamı Allah muhabbetine bağlanmakla meydana gelir. Her hangi bir muhabbetin ucu, Allah’a bağlanmadıkça lezzet ol­maktan çıkar.

Muhabbetin saadet getirmesi; kalbi, ilâhî aşka raptetmekle müm­kündür. Allah sevgisi karışmayan ürperişler; sahte ve tehlikelidir. Zi­ra Allah’sız kalplerin bütün ümit ve emelleri erimeğe mahkûmdur. Onların, fânilik rüzgârlarıyla sararan gönülleri; hazan bahçelerine benzer, dâimî bir azap sarılığı ve ıztırap solgunluğu içinde kıvranıp dururlar.

İlâhî muhabbetin rahmet eliyle okşanmayan başlar; yetimlerin dağınık perçemlerinden daha çok hazin ve ikbalsizdir. Fâniliğin dar hu­dudunu, ölümün âteşîn çemberini aşamayanlara muhabbet saadeti yok­tur. İlâhî saltanatın aşk nağmeleri, hak tesisatı mahfuz kalmış kalplerin iman tellerinde zahir olur. Allah muhabbeti, muhabbetlerin sidret-ül müntehâsıdır. Bu muhabbet mi’racını yapamayanların, yeryüzünde sü­rünmekten başka vazifeleri kalmamış demektir.

Âdî muhabbetleri, gel geç emelleri, yalancı lezzetleri bırakmayan­ların bâkî nimetlerden nasipleri olmaz.

Allah muhabbetine ermek; maddeciliğin karanlıklarında kalan ve imansız, Kur’an’sız başlarında koyu cehennemî ıztıraplar katranlaşan mahrumlar için değil; can gözlerini iman nuruyla sürmeleyen hakîkî aydınlar içindir. Kur’an nuruna bürünemeyenlerin cehennem dumanla­rında boğulmaları tabiî bir netice ve zarûrî bir âkıbettir.

Allah ve Rasûlullah muhabbeti, bütün mü’minlerin etrafında pervaneleştikleri esas nurdur. Bu nura eremeyenlerin sevgilerine inanıl­maz; işlerinden bir hayır beklenmez. Kendisini, ailesini, malını, mülkünü, konu komşusunu, ahbap ve yaranını, millet ve memleketini, hat­tâ bütün varlıkları Allah için sevmesini bilmeyenlerin samimiyetten uzak oldukları; itimada şayan bulunmadıkları tecrübelerle sabit olan bir hakikattir.

Bundan dolayıdır ki; ciddî muhabbet olan Allah ve Rasûl muhab­betini; dinimiz iman temeli saymıştır. Mü’min olanlar, bu iman rabı­tasına bağlanmadıkça aralarında saadet getirici bir muhabbet teessüs etmez.

Allah Teâlâ, âyet-i celîlede:

O kimseler ki, iman edip ilâhî rızaya uygun, hayırlı işler yaparlar; Rahman bulunan Allah, onlar için mu­habbetler ihsan buyuracaktır.” –Yâni, onları ilâhî muhabbetinde topla­yacaktır- buyurmakla hakîkî muhabbetin Allah inayeti olduğu; iman ve âmâl-i sâliha gölgesi altında bulunabileceği açıklanmıştır. İşte, bu ilâhî muhabbet bakımındandır ki; gerek Rabbimize ve gerekse birbiri­mize karşı “hüsn-i zan” ile emrolunmuşuzdur.

Âşık maşukundan daima iyilik bekler, haberler ümit eder. Mu­habbet kanununun icabı budur. Kullar da -kazara irtikâb olunmuş gü­nahları olsa bile- Allah’tan af ve mağfiret ümit eder; günahlarının ba­ğışlanacağına ve O’nun lûtfuyla cennetlere nâil olacağına inanır. Bu hal, Allah’ın geniş rahmetine ilticadır.

Onun için Hadîs-i Kudsî’de:

“Benim kuluma muamelem, Onun ba­na karşı zannına göredir.” buyurulmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfte de, “Hüsn-i zan, güzel bir kulluk tezahürüdür” diye varid olmuştur.

Mü’minlerin aralarındaki hüsn-i zanna gelince, birbirlerini iyi görmek; her mü’min, diğer mü’min kardeşlerini kendisinden üstün tutmak; Allah’ın indinde kendisinden daha makbul olduğuna inanmak­tır. Bu cihetle, yekdiğerini sevmek; istemeyerek yaptıkları kusurları -meydana çıkmadan önce- örtmeye çalışmak mü’minlik şiârıdır.

Peygamber Efendimiz, hadîs-i şerîfte, “Allah, dünyada kusurunu gizlediği kulunun kıya­met gününde de ayıplarını örtecektir.” buyurmuşlardır.

Bu hadîs-i şerîfte günahlarını gizleyen mü’minlere hüsn-i zan olunmasına işaret vardır. Yoksa her günahı alenen irtikâp eden zahir mü’minleri hoş görmek; onlara hüsn-i zan etmek dinî ve ahlâkî bir hareket ve davranış olmaz. Bilakis onlara -Allah için- buğz etmek ayn-i imandır.

Mü’minlerin birbirlerine olan sevgilerini, lisânen bildirmelerinde de birçok hayır ve bereketler vardır. Efendimiz Hazretleri, hadîs-i şerîflerinde:

“Bir kimse, diğer bir mü’min kardeşini severse: Onu sevdi­ğini kendisine haber versin.” buyurmuşlardır. Bu ihbar keyfiyetinde hüsn-i zanna yol, kötü zanlara sed vardır.

Bir hadîs-i şerîflerinde de:

“Ancak mü’minlerle arkadaş ol; yeme­ğini, muttakî, Allah adamlarından başka kimse yemesin!” buyuruyorlar.

Evet, Allah adamlarının ve ilmiyle âmil ulemânın sohbetlerinde, meclislerinde bulunmak; çok bereketli ve feyizli olur. Onların “ilmî neşeleri, rûhânî ve ahlâkî meziyetleri, takva ve salâh durumları, dua­ları, âhirette şefaatleri” gibi nice ganimetler kazanılır. Allah adamları­nı hakîr görmek ise alçaklıktır.

Bizi, imana mazhar kılan, müslüman olmak şerefini ihsan buyuran Allah’ımıza hamd ü senalar eder, sapıkların şerrinden, hainlerin hilelerinden, müfsidlerin yoluna girmekten ona sığınırız.

Takvadan ayrılmayınız; Allah’ın rızasına koşunuz! Takva bir nur ve iç marazlarına şifadır. Daima Allah’tan afv ü mağfiret talebi üzerinde olunuz; Rasûlullahın muhabbet nuruyla gönülleriniz aydın olsun.

Ulemâ sohbetlerini, sulehâ meclislerini ganimet biliniz. Ulemâ ve sulehâ meclisleri, iki cennettir ki; içinde ilâhî aşk ile çağlayan gözler, gönüller vardır.

Sakın şeytana uymayın. Zira o, apaçık bir düşmanınızdır. Şeytan, maiyetini cehenneme çeker. Allah ise selâmet ve saadetlere davet bu­yurur; doğru yola yöneltir. Unutmayınız ki, son saadet muttakilerindir.[1]

 

[1] Bu makale Merhûm Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın “Fatih Minberinden Mü’minlere Hutbeler” (Kalem Yayınevi, 2010, İstanbul) isimli eserinden alınmıştır.