İçeriğe geç
Anasayfa » ÇOCUĞUNUZA DUR DEYİN

ÇOCUĞUNUZA DUR DEYİN

Öz güvenin dengelisi faydalıdır. Egosu şişirilmiş çocukların sahip olduğu aşırı özgüven ne çocuğun işine yarar ne anne babanın ne de toplumun.

Kur’an ve dini bilgiler öğretmek için birkaç yıl önce organize ettiğimiz bir yaz kursumuzda Talha isimli, lise 1.sınıfta okuyan bir öğrencimiz vardı. Programın birinci haftası dolmadan kursta eğitim vermeye çalışan öğretmenlerimizin tamamı Talha’nın yaptıkları karşısında çaresiz kaldıklarını söyleyerek şikâyette bulundular. Biz de babasını çağırmalarını istedik. O akşam babası geldi. Öğretmenlerin tamamı büyük bir üzüntü içinde Talha’nın yaptıklarını babasına aktardılar. Talha, kurs bünyesinde yapılması gereken hiçbir işi, görevi, dersi yapmıyor, yapılmaması gereken, program akışına zarar veren her şeyi ise pervasızca yapıyordu. Üstelik kendisinin yaptıklarıyla da yetinmiyor, kendisi gibi birkaç öğrenciyi de organize ediyor ve programı sabote etmek için bütün gücüyle uğraşıyordu. Hocaların ricalarını, konuşmalarını ve yönlendirmelerini hiçe sayıyor, zararlarını gittikçe artırarak programı uygulanamaz hale getiriyordu. Babası hocaların anlattıklarını yarım saat kadar dinledi ve büyük bir gurur duygusu içinde ağzından şu asla beklemediğimiz, ihtimal vermediğimiz sözler döküldü: “Evet Talha zor bir çocuktur. Açığını yakaladığında hocasının canına okur.” Babanın tavrı ve söyledikleri inanılmaz şeylerdi. “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” zihniyetine sahip bir kültür gitmiş, onun yerine hocasının canına okuyan edepsiz, terbiyesiz, küstah, şirret bir talebe portresi gelmişti. Ama olaydan da görüldüğü gibi bu çirkin gelişmenin arkasında, oğlunun edepsizliği ile gurur duyan babalar, anneler vardı. Biz hemen görevli arkadaşlara, Talha’nın valizini ve kendisini getirmelerini söyledik. Babasına da, “Talha bir hafta bizim canımıza okudu. Ama hiç unutma ki; bu çocuk en fazla senin canına okuyacak. Biz ondan kurtuluyoruz, sen ise asla kurtulamayacaksın. Al Talha’nı ve hemen buradan git.” dedik.

Yıllardır uğraştığımız eğitim çalışmalarımız boyunca bu ve benzeri birçok olaya şahit olduk. Eğitimcilerin ve özellikle çocuklarla iç içe olan öğretmenlerin çok yaygın olarak yaşadıkları bir gerçektir bu. Eğitimi, sınır tanımaz, büyük küçük bilmez, pervasız çocuklar yetiştirmek olarak algılayan anneler ve babaların yetiştirdiği pervasız çocuklar, bizzat anne ve babalarının istediği eğitim çalışmalarını yapılamaz hale getiriyor maalesef. Küçük yaşlarda iken, arkadaşına, komşu çocuğuna verdiği zararları görmezden geliyor, hak hukuk tanıtmıyoruz. Okul çağlarında bu serbestliği okul arkadaşlarına ve öğretmenlerine yöneliyor. En küçük olumsuzlukta arkadaşlarıyla kavga ediyor, öğretmenlerine ve hocalarına hayatı zehir ediyor, onun bütün bu yanlışlarına sahip çıkıyor destek veriyoruz. Fakat ergenlik döneminin başlamasıyla birlikte bu şiddet, o çocuğa dur demeyen, sınırlarını bildirmeyen, hakkı hukuku öğretmeyen anne ve babaya dönüyor. Bu durumda olan anne ve babalar, çaresiz bir şekilde psikologlar, psikiyatristler, eğitimciler, rehberler ve danışmanlar arasında mekik dokuyorlar ama çare bulamıyorlar. Ektiklerini devşiriyorlar.

Kırk elli sene önceleri çocuklarımızı yetiştirme adına şiddet ve dayak yöntemini kullanıyorduk. Bunun yanlışlığı ortadaydı. Yavaş yavaş bu yanlışlığı fark ettik. Ama orta yolu bulmak yerine bu sefer tam tersine yöneldik. Çocuklarımız arkadaşlarına zarar verdiğinde ses çıkarmadık. Bir büyüğüne çirkin bir şekilde hitap ettiğinde veya hakaret ettiğinde bunu zekâsına vererek gurur duyduk. Sofraya oturduğunda sofranın her tarafını karıştırdı, bulaştırdı, oğlum/kızım önünden ye, başka yerleri karıştırma demedik. Komşunun meyvesinin dallarını kırdı, taşlayarak meyveleri yerlere serdi, tepki göstermedik. Hocasına hakaret etti, bunu özgüven, medenî cesaret olarak yorumladık. Söylediği abuk sabuk sözleri zekâ parıltıları olarak onayladık, teşvik ettik. Başkalarında gördüğümüzde asla tahammül edemeyeceğimiz davranışları çocuğumuz yaptığında büyük bir hoşgörü deryasına daldık. Sonuç felaket bir nesil olarak önümüzde bulunuyor.  Anne baba hakkı hukuku tanımayan, büyük küçük dinlemeyen, ağzına geleni önüne çıkan her insana pervasızca sarf eden, laf anlamayan, söz dinlemeyen, hiçbir şeyden çekinmeyen, dilediği gibi yaşayan, hiçbir şeyi kale almayan hoyrat bir nesil… Müslümanlar tarafından kurulan özel okulların öğretmenleri ile (Patronlarıyla değil) yapılacak çok kısa bir iki görüşme sonucunda bu söylediklerimizin ne kadar yaygın bir felaket olduğunu anlamamız mümkündür.

İçimizden bazıları henüz küçük yaşlarda bulunan çocukları açısından “Olsun. Oğlum öyle yetişsin. Özgüven sahibi olsun. Kimseden çekinmesin” düşüncesinde olabilir. Böyle düşünen anne ve babalar çok kısa bir süre sonra, çocuklarının ergenlik dönemine girmesiyle birlikte yaptıkları hatanın sonuçlarıyla karşı karşıya kalıyorlar ve “Bu çocuğa ne oldu. Anne babası olan bizlere karşı neden bu kadar sınırsız ve saldırgan davranıyor.” diyerek çaresizlikler içinde olayın izahını aramaya başlıyorlar. Halbuki daha birkaç sene önce hiç kimsenin hakkını hukukunu dinlememesi gerektiği mesajlarını çocuğa telkin eden, sınırsız, sorumsuz bir dünya algısına ulaşmasını sağlayan bizzat anne ve babanın kendisiydi.

Evrende her şeyin dengeli olanı en doğrusudur. Her şeyin aşırıya kaçan tarafı her zaman zararlıdır. Bu açıdan eğitimin de temel ilkelerinden biri denge ilkesidir. Öz güvenin de dengelisi faydalıdır. Egosu şişirilmiş çocukların sahip olduğu aşırı özgüven ne çocuğun kendisinin işine yarar ne anne babasının ne de toplumun. Aksine bu özgüven, hem kendisine, hem ailesine ve hem de topluma büyük zararlar verir. Aileye ve topluma vereceği zararı bir tarafa bırakalım. Dengesiz ve sınırsız özgüven sahibi olan, kendisinden başka hiçbir varlığı kale almayan, hayatın merkezine rakipsiz bir şekilde kendi egosunu/nefsini koyan bir gencin en çok zarar vereceği kişi bizzat kendisi olacaktır. Bu kişiliğiyle hayata atılacak olan bu insan, evlilik hayatında, sosyal hayatta, ticari hayatta birçok zorluklara hazırlıksız olarak yakalanır ve birçok acılar yaşar. Her şeyi kolayca elde edebileceği yanılgısı, yaşayacağı en küçük başarısızlıkta büyük psikolojik travmalar yaşamasına sebep olur. Hiçbir şeyden tatmin olmayan doyumsuz nefsinin dürtüleriyle devamlı olarak mutsuzluk duygusunu yaşar. Elde edeceği hiçbir şey ona mutluluk duygusunu veremez. Hoyratça harcayacağı sosyal ve ticari ilişkilerinin ardından toplum tarafından soyutlanarak dışlanır. Uyumsuzlukları sebebiyle yakınları, akrabaları ve sosyal çevresi tarafından yalnızlığa terk edilir.

Yapılması gereken, her konuda olduğu gibi çocuk eğitimi konusunda da Efendimiz (s.a.v)’in yoluna tabi olmaktır. Son yıllarda, insan denen varlığı en iyi bilen o yüceler yücesi insanın çocuklara merhamet etmemizi öğütleyen sözlerini ağzımızdan düşürmüyoruz ancak yine onun çocuklara sınır koymamızı ikaz eden yüce bilgilerini hiç kale almıyoruz. Sofranın her tarafını karıştıran çocuğa “Yavrucuğum önünden ye.” buyurduğunu, ağacı taşlayan bir çocuğa “Yere düşmüş olanlarından ye. Ağacı taşlama.” dediğini, sağında oturmakta olan genç bir sahabiye “İzin verir misin? Sağımda bulunman hasebiyle sana ait olan sütü içme önceliği hakkını solumdaki büyüğüne verebilir miyim?” diye sorarak hak kavramı yanında büyüklere öncelik verilmesi gerektiği mesajını verdiğini vs. hiç duymuyoruz bile.

İçinde yaşadığımız bu yıllardan sonra hiç şüphesiz yaptığımız bu yanlışların farkına varacağız ve toplum olarak yaşayacağımız birçok acılardan sonra doğruya yöneleceğiz. Ama ne acı ki; bu değişimi Efendimizin yüce sünnetinden değil, yine bir oraya bir buraya savrulan batı biliminin arkasından yürüyerek yapacağız. Çünkü Batı psikoloji ve pedagoji bilimleri çocuklara sınır konulması gerektiğinin farkına vardı ve şimdilerde Batıda, ‘Çocuğunuza Sınır Koyma-Robert J. Mackenzie’ tarzı kitaplar yayınlanmaya başlandı.

Batının her girdiği deliğe girme gafletinden kurtulup her alanda olduğu gibi çocuk eğitimi alanında da en doğru bilgi ve davranışlarıyla bizlere en doğru örnek olan Peygamber Efendimiz’in sünnetine ittiba etmemiz temenni ve dualarımla…

(*) Sayı: 19, 2010.