İçeriğe geç
Anasayfa » İMAN CEVHERİ (Mülâkat)

İMAN CEVHERİ (Mülâkat)

Lütfü DOĞAN Hocaefendi ile…

Muhterem hocam, bir Müslüman için akâidin yeri, ehemmiyeti nedir?

 İman ve itikat meselesi oldukça önemli ve hayatî bir meseledir. Zira insanı insan yapan, insanın mümtaz şahsiyet olarak vücuda geldiğini ona bildiren, öğreten, telkin eden, mesuliyetlerini hatırlatan, akl-ı selime dayanan, akl-ı selimi aydınlatan imandır, itikattır.

Bu noktada akl-ı selîme de temas etmekte fayda görüyorum. Herkesin takdir edeceği gibi akl-ı selim çok önemlidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Kişinin dini aklıdır, aklı olmayanın dini de yoktur.” buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifte de aklın ehemmiyeti ifade edilmektedir. İnsan akıllı olduğu için mükellef oluyor. İşte o akıllı insan için de iman yani itikat hayattır, hayatın merkezidir. İnsan için iman bedenindeki kalp gibidir dersek belki biraz anlaşılabilir.

Bir insan için kalbi, kalbinin çalışması ne kadar hayatî önem taşıyorsa, ne kadar önemliyse o insan için İslâm’ın telkin ettiği iman, itikat da en az o derecede ehemmiyet taşır. Şu kadar var ki; kalbin çalıştırdığı insan bedeni fânîdir. Allah’ın verdiği ömrü yaşar ve bu dünyadan ayrılır.

İman ise hem dünyada hem ahirette insanı layık olduğu yüksek mevkie çıkarır, ona mevkiinin çok yüksek olduğunu öğretir. İnsanın güzel temiz bir hayat yaşamasını ona telkin eder. İman bu hayattan sonraki ebedî hayatın mutluluklarını da temin eden sağlayan ilâhi bir imkândır. İlâhi bir lütuftur insana. Bunu böyle bilmemiz lazım geliyor. Bu olmadı mı her şey mahvoldu, silindi gitti demektir.

İmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür!

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.

Şunu da hemen hatırlatalım, hiç şüphesiz insanın fıtratına en uygun olan itikad Allah Teâlâ’nın insanlığa peygamberleri lisanıyla bildirdiği itikaddır, imandır.

Hatırlarsınız her Müslüman ailede çocuklar 6-7 yaşına geldiğinde onlara hemen sorar, öğretirler. Son derece güzel bir usûldür bu.

Evladım imanın şartı nedir? İslâm’ın şartı nedir? Bunları sorarlar. Çocukta hemen altıdır, der. Amentü’yü sonuna kadar okuyup buna inanmaktır, der.

Çocuğa Amentü’yü öğretmek rastgele olan bir şey değildir. İslâm inancı Amentü billah’da özetlenmiştir.

Bunu bizler söylemiyoruz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) lisanıyla Allah Teâlâ İslâm ümmetine telkin buyuruyor.

O Amentü’de neler öğretilir. Herkesin bildiği gibi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe iman etmek, kadere iman etmek, hayır ve şerri Allah Teâlâ’nın takdir buyurup yarattığına inanmak diye özetlenenen esaslar öğretilir.

Hülâsa edecek olursak, iman cevheri tasavvurların fevkinde hem dünya hem de ahiret âleminde sonsuz mutluluğa ermek için insanın hayatını tanzim eden, düzenleyen, insanı ebedî mutluluğa kavuşturan ilahi bir cevherdir, akl-ı selimi aydınlatan ilâhi bir nurdur.

Biz imanın altı esasına inandık. İlk olarak Allah birdir. Bu varlık âleminin sahibi Allah’tır. Bu âlemindeki bilinen bilinmeyen bütün kanunları koyan Cenab-ı Hak’tır. İman bize bunu öğretiyor. Yani bize ilk olarak, bu esas ifade ediliyor.

Bu esası da kelime-i tevhidle ifadelendirmemiz bizden istiyor. “La ilahe illallah.” Allah’tan başka ilah yoktur. Bu cümle işin temelidir. Asılların aslıdır ve iman bununla başlar.

Ve “Muhammedu’r  Rasûlullah” diyerek İslâmiyette girişimiz tamam oluyor.

Yani Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed Mustafa sallalahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’nın kuludur ve elçisidir, rasûlüdür. İşin içerisine burdan giriliyor.

İman her iyiliğin esasıdır ve insanın yaratılışına tabiatına en uygun olan odur. Kur›an-ı Kerim’de de Allah Teâlâ tarafından bu hakikat bizlere bildirilmiştir. Ayet-i kerime’de “Allah Teala insanı bu fıtrat üzerine, bu tabiat üzerine yaratmıştır ve Allah’ın yaratmasında da bir değişme yoktur.” buyrulmaktadır.

Binaenaleyh insanın yapısı imana uygundur ve o iman ona telkin edildiği zaman insan da güzelce kavradığı zaman mesuliyetini bilir.

Nedir o mesuliyet? Örnek olarak söyleyelim. Ana babasına saygılı olma, kardeşlerine saygılı olma, insanlara saygılı olma, herkesin hak hukukuna saygılı olma, kendisi için arzu ettiği her iyiliği bütün mü’minler için isteme, kendisine gelmesini istemediği herhangi bir eksikliğin, bir zararın hiçbir insana gelmemesini arzu etme. İşte bunlar. Nedir bunlar? İmanın insana kazandırdıklarıdır.

-Hocam, bu kadar önemli olan bu konuda son senelerde cemiyetin kendilerini hoca olarak bildiği bazı ilim adamlarının İslâm toplumunun genel kabulleri, yani ehl-i sünnetin muhalifi ifadeler kullanmakta olduklarını görüyoruz. Bu tür ifadelerin sebeplerini sormadan önce şunu öğrenmek istiyoruz: Ehl-i sünnet İslam’dan ayrı bir şey midir?

Hayır, kesinlikle. Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat, İslâmiyet’in ta kendisidir. Niçin öyledir? Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in beyanı üzere; Ehl-i sünnet, Peygamberimiz (s.a.v)’in ve ashabının bulunduğu inanç, itikat üzerine bulunmaktır.

İslâm’ı farklı anlayanlar olmuştur. İslâm’ın dışında kalanlar olmuştur. Yeni değildir bunlar. Ta eskiden beri, hatta ikinci asır, yani hicretin ikinci asrından başlayarak bakıyorsunuz ki farklı görüşler ileri sürmeye çalışanlar olmuştur. Ama İslâm’ın nûru ile bu fikirlerin bir değerinin olmadığı da anlaşılmıştır. İslam’ın nûrunu bize aksettiren bir Kur’ân-ı Kerim’dir, iki Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesi’dir. Biz bunları gereği gibi güzelce kavradık, yaşadık mıydı mesele bitiyor.

Yani elde bir ölçü var, elde bir terazi var. O da, Kur’ân-ı Kerim, Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin sünnetidir. Peygamber Efendimiz İslâmiyet’i nasıl yaşamış, Ashab-ı Kiram nasıl öğrenmiş, nasıl yaşamış. Tabiîn ve onlardan sonra gelenler nasıl öğrenmiş yaşamışlarsa ki; bunlar apaçık bir şekilde ortadadır. İşte Ehl-i Sünnet dediğimiz şey tam olarak budur.

Yani bir cadde geniş bir cadde, hiç tereddüde mahal bırakmayan bir cadde. Peygamber (s.a.v) Efendimiz nasıl buyuruyor:

“Ben size iki esas bırakıyorum. Siz bu iki esasa sımsıkı sarıldığınız sürece yönünüzü şaşırmazsınız. Birincisi Allah’ın kitabı Kur’ân, ikincisi Allah’ın Rasûlü’nün sünnetidir.”

– Peki, bu muhâlif seslerin sebebi ne olabilir acaba?

Biliyorsunuz Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bizleri daima aydınlatmıştır. O’nun mübarek sözleri bize kadar intikal etmiştir. Dünyanın her neresinde müslüman varsa, ilim adamları varsa onlar vasıtasıyla bütün müslümanalara intikal etmiştir.

Peygamber Efendimizin bizlere nasihatlarından biri “Ya hayır söyle ya da sükût et.” hadis-i şerifidir. Demek ki bizim görevimiz müslümanlar olarak hangi dalda ilim sahibi isek o mevzuda konuşmak ve bilmediğimiz yerde sükût etmektir. Bildiğimizi öğreteceğiz, bilmediğimizi öğrenmek için sükût edeceğiz.  Bu kaideye uymadığımız takdirde işte karşımıza ifade ettiğiniz şekilde sözler çıkıyor.

Belki farklı düşünceler, farklı görüşler olabilir bu normaldır. Ama netice itibariyle esas caddeden ayrılma olmaz.

Kim Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ beyan buyurduğu gerçek şudur, derse biz ona elimizden geldiği kadar saygı gösteririz, ondan istifade ederiz.

Kim Peygamber (s.a.v) Efendimizin yolu budur,  ondan sonra gelen ve peygamberlerin vârisi olmak şerefine eren âlimlerin yolu budur derse, onların anlattıklarını bize anlatırsa, biz onları da daima saygıyla, sevgiyle, takdirle karşılarız.

Ama bu iki ana esasa zıt olarak kendi görüşünü herhangi bir kardeşimiz ortaya koyarsa, bu sizin şahsî görüşünüzdür, bizim ise düsturumuz Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet’e riayet etmektir, gücümüz yettiğince onlara göre yaşamaktır, deriz.

Bu hususta bir yanlışımızı görür de bizi aydınlatırsa, bize hakkı, doğruyu gösterirse, bunu bilmemize yardımcı olursa o takdirde ona teşekkür ederiz. Ama Kur’an ve Sünnet’in ışığı dışında, karanlıkta kalanlara ancak Allah iyilik versin diye dua ederiz.

Nitekim Hz. Ömer›in hepimizin de dikkat edeceğimiz çok güzel bir sözü vardır: “‹İnsanların içerisinde en çok sevdiğim, benim eksiğimi görüp, bilip, beni aydınlatan, beni uyaran, o eksiği işlemekten beni kurtaran kimsedir.” diyor.

-Muhterem hocam, günümüzde çokça konuşulan ve zihin kargaşasına sebebiyet veren bir iki mesele hakkında fikirlerinizle sohbetimizi noktalayalım isterseniz.

Peygamber Efendimiz için, O da bir peygamberdir, diyen fakat İslam’a girmeyen bir insanın cennete girme meselesi ve peygamber efendimizin şefaati?

Cenab-ı Hak, insanları mükellef olarak yaratmış, Kur’an-ı Kerim’de de “Kim İslâm’dan başka bir yol arar, bir din ararsa elbette ondan kabul edilmez, edilmeyecektir. Ve o kimse kıyamette hüsrandadır.” buyurmuştur.

Bu bir…

İki, Kur’an-ı Kerim’de, Allah Teâlâ cennet hakkında “Cennet muttakîler için hazırlanmıştır.” buyuruyor. Takvanın en geniş manası şirkten korunmak demektir. Bir insan La İlahe İllallah Muhammedü’r-Rasûlullah, dedi ve şirkten uzaklaştı, tevhide bağlandı mı? İşte bu kimse takva yoluna adım atmış demektir.

Ve yine Kur’an-ı Kerim’de Cehennem hakkında Allah Teâlâ “Ateş, cehennem, ehli küfür için, inkârcılar için hazırlanmıştır.” Buyuruyor. Şimdi ne kadar inkârcı varsa hangi ırktan, hangi toplumdan olursa olsun Cenab-ı Hakk onun durumunu bizlere bildirmiştir.

Mü’minler ehl-i cennettir. Mü’min olmayanlar ehl-i cehennemdir. Gördüğünüz gibi bunları kendiliğimizden söyleyemiyoruz. Söyleyecek olursak bu sözümüzün değeri de yoktur zaten.

Bütün mü’minler cennete gidecektir dedik ama mü’min derken de Allah’ın emrettiği şekilde iman eden, Peygamber Efendimizin beyan buyurduğu şekilde iman eden, ashab-ı kiramın peygamberimizden öğrenip, Kur’an’dan öğrenip, anlayıp, yaşadığı ve bizlere öğrettiği gibi iman eden kimseleri kastediyoruz. Yoksa herkesin kendi arzu ettiği gibi, istediği gibi bir imandan bahsetmiyoruz. Böyle bir inancın İslâm’ın içinde olacağı da düşünülemez. Bunu herkesin bilmesi lazım. Farklı düşünenler var mı, var. Kendi düşünceleri kendilerinedir. Herkes hesabını Allah’a verecektir. Konu bundan ibarettir.

Şefaat mevzuuna gelince efendim, şefaat haktır ve biz buna iman etmişizdir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem hatemün nebiyyîndir. Yani kendisinden sonra peygamber gelmeyecektir. Ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de “Rasûlüm, Rabbin sana razı olacağın kadar nimetlerini ihsan edecektir.” buyurmaktadır.  Bu nimetlerin içerisinde şefaat de bulunmaktadır. Ve ayrıca hadis-i şerifte de “Benim şefaatim ümmetimin günahkârlarınadır.” buyrulmaktadır.

Bütün mesele O’nun gösterdiği yolda yürümektir. O da Kur’an yolu, sünnet yoludur.

Mülâkat: Abdülkerim MALKOÇ