İçeriğe geç
Anasayfa » İNSAN OLABİLMEK

İNSAN OLABİLMEK

Birkaç ay geçmesin ki şöyle bir haberle karşılaşmayalım:

“Yapılan etüt çalışmaları sonucu falanca vilayetimizde şu kadar milyar dolarlık maden rezervi tespit edildi. Bu rezervlerin ülke ekonomisine ciddi katkılar sağlayacağı ve borç açığımızın büyük bir kısmını kapatacağı ifade ediliyor… vs. vs.”

Bu madenlerin, servis edilen haberler gibi, yeryüzüne belirli aralıklarla bırakılmadığını, belki asırlardır onların üzerinde yaşadığımızı hepimiz biliyoruz. Peki, ekonomik durumumuzu ciddî manada rahatlatacak, bizi borç bataklığından kurtaracak olan bu kaynaklardan şimdiye kadar neden istifade etmiyorduk?

Bu soruya çok farklı cevaplar verilebilir.

Mesela, ülkemiz bilim adamları o madenin diğer kaya parçalarından farkını henüz tespit edememiş olabilirler. Bize de ülke olarak kıymetli madenler üzerinde yaşayıp sıkıntılara tahammül etmek düşer. Sebep: Cehalet.

Bazen de bu değerli madenin varlığını; iyiliğimizi, refaha kavuşmamızı istemeyen birileri bizden önce tespit etmiş olabilir. Bizim için sonuç yine aynı: Mücevherlerle bezenmiş bir yatakta yatıp kalkıp, alacaklılarımıza kul köle olarak yaşamak. Sebep: Düşmanlarımız.

Yukarıda zikri geçen haberden birkaç gün sonra şöyle bir haberle karşılaşmak da gayet doğal oldu artık ülkemizde: Aslında ülkemiz bilim adamları bu maden rezervlerini bundan şu kadar sene önce tespit etmişti.

Allah Allah… Peki, biz neden bu kadar sene sıkıntı içinde yaşadık. Hep birilerine hizmet ettik?

Bu zahmetli işe kalkışmaktansa borç harç içinde de olsa günü akşam etmek çoğu büyüğümüze daha rahat geldi de ondan. An be an felakete doğru yaklaşıldığından habersiz, hayatın hep böyle devam edeceğini zannettiler. Önlerine atılan birkaç dünyalığa aldanıp farkına varmadan kendilerini erittiler. Sebep: Tembellik.

Bu tembelliğe düşmanlarımızın da muttali olduğunu düşünsenize… Böyle gitmiyor, artık bu atalete son vermeliyiz dediğimiz her an bizi meşgul edecek binlerce bayağı, basit, sun’î gündem… ve biz yine tembelliği tercih ediyoruz. Yapay ödüllere kanıyor; sun’î gündemlere, dünyanın en önemli konusuymuş gibi eğiliyor, bile bile tükeniyoruz. Sebep: Gaflet.

Sebep ne olursa olsun netice hiç değişmiyor: Sahip olduğumuz zenginliklerden mahrumiyet, aklımız başımıza gelip ne değerli şeylere sahip olduğumuzu fark ettiğimizde ya da tembellik ve gaflet uykusundan uyandığımızda ise pişmanlık içerisinde ah u vah edip inleyip durmak.

***

İnsanın da topraktan yaratıldığını unutmayalım. Ve topraktan yaratılan insanın da toprak gibi nice hazinelere sahip olduğunu…

Acaba ülkemizin başına gelenler bizim şahsî hayatımız için de düşünülebilir mi? Hiç şüpheniz olmasın.

Kendine pek çok nimetler ihsan edilen fakat kendini diğer canlılardan farklı ve üstün kılan en önemli hazinesinin kıymetini bilemeyen, onu ne için ve nasıl kullanacağından habersiz bir şekilde hayat süren, aklını kullanmayan, akletmeyen insan için tabi ki düşünülebilir.

Peki, akletmek ne demektir? Aklımızı layıkıyla kullanmanın ölçüsü nedir? Kullanılmayan bir akıl, sahibini diğer canlılardan üstün kılmaz mı? Bazı insanların hayvanlardan dahi beklenmeyecek işlere kalkışıp bütün dünyayı felaketten felakete sürüklemelerinin, ahirette keşke (hayvanların akıbeti gibi) toprak olsaydık serzenişlerinin aklın kullanılmamasıyla ilişkisi olabilir mi?

Gelin bu konuyu birazcık irdeleyelim.

Akletmek…

Akletmek iki şey arasında irtibat, bağ kurabilmek demektir. Bu irtibatın asgari düzeyi, madde ile ona ruh veren mânâ arasındaki irtibatı ve nihayet o mânâyı da var eden bütün mahlûkatın yaratıcısı Allah Teâlâ ile irtibatı kurabilmektir. Sahip olduğu aklıyla bu irtibatı kuramayan insan isterse bütün dünyanın menfaatine olan bir icadda bulunsun yine de aklının hesabını vermekten kurtulamaz. Zira bu kimsenin durumu sahip olduğu kırk milyonun zekâtı olarak yüz bin lira veren insandan farksızdır. Zahiren bakıldığında ne kadar çok zekât veriyor denilen bu insan aslında üzerine borç olan bir milyonun ancak onda birini verebilmiştir. Geri kalan onda dokuzun ise hesabı onu beklemektedir.

İşte içinde yaşadığı kâinat ile onu var eden Allah Teâlâ arasındaki irtibatı kuramayan, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bağlantıları[1] koparan bu kimseler kendilerinden beklenenin – ne kadar büyük gözükürse gözüksün- ancak cüz’î bir kısmını yerine getirmiş olurlar. O sebeple çok da uzakta olmayan bir günde bu nimetin hesabını vermek zorunda kalırlar. O zaman da hakikati görüp öyle bir hasretle kavrulurlar ki “Keşke toprak olaydım da bu ızdırabı çekmeseydim.”[2] demekten kendilerini alamazlar.

Etrafımızı çepeçevre saran bu âlem akıl sahibi insanı yaratıcısına götüren işaretler manzumesi olmasına rağmen Rabbimiz bu âlâmetleri, işaretleri fark edemeyenler için bir de kitab-ı ilâhî göndermiş ve orada da akletmenin gerekliliğini bizlere tekrar tekrar haber vermiştir.

Peki, günümüz insanı bu gerekliliğin icabını yerine getirebiliyor mu? Cevabımız çokta iç açıcı olmayacaktır zannımca. Bütün bu işaretlerin, ikazların muhatabı olmamıza rağmen neden aklımızı gerektiği gibi kullanamıyoruz. Hâlbuki etrafımızı görüyor, anlatılanları duyabiliyoruz.

Etrafımızı görüyor ve anlatılanları duyabiliyoruz.

Acaba gözlerimizi ve kulaklarımızı asıl hedeften uzaklaştıran sebep etrafımız olabilir mi? İşte bu noktada bir miktar duralım. Fikir dünyamızı şekillendiren, düşüncemizin mecrâını belirleyen şeylerin neler olduğuna, bunların etrafımıza nasıl sokuştuğuna bir bakıverelim. Sanki iyiliğimizi, huzur içerisinde yaşamamızı istemeyen birileri bizimle hakikatler arasına sed çekmekte ve öğrenmemiz gereken pek çok bilginin bu sed sebebiyle bizlere ulaşmasına mani olmaktadır. Fakat daha kötüsü bu güç, sahip olduğumuz akletme kabiliyetimizin âtıl hale gelinceye dek boş durmayacağının da farkında olmuş ki bizi sürekli kendi hazırladığı gündem ile meşgul etmektedir. Bu gündemin büyük bir kısmı düşünce dünyamızı şekillendirmekteyken küçümsenemeyecek bir kısmı da düşünebilme, akledebilme mekanizmamızı bozmak, meseleyi kökünden halletmekle ilgilidir.

Evet, bizim selamete çıkmamızı istemeyen bir güç düşünmemize mani olmak ve aklımızı kullandırmamak için çalışmaktadır. Ama bu amacını gerçekleştiremediği kimseler için başka planlar hazırlamaktan da geri kalmamaktadır. Bu gücü idare eden Şeytan ve onun kölesi haline gelmiş insanlara göre illa da düşüneceksek o zaman kendi istedikleri gibi düşünmeliymişiz.

Ve bizi çepeçevre kuşatırlar. Aklımızı, zaman gelir oynanıp bitmiş bir maç için saatlerce meşgul eder bazen de dünyanın bir ucunda işimize hiç yaramayacak nice önemli (!) haberlerle zihnimizi doldururlar. Bazılarımızın dünyasını gerçekten oyun ve eğlenceden ibaret kılarlar.

Ve böylece yavaş yavaş, muhatabını uyandırmadan sinsice hedeflerine ulaşırlar:

Düşünmesi gereken asıl şeyleri düşünemeyen, kurması gereken irtibatları bir türlü becerip kuramayan insan. Ne dünyasını ne ahiretini dert edinen, yemek-içmek ve bir takım şehevî arzularını tatmin etmek için yaşar hale gelen zavallı bir insan, iman zevkinden, ibadet lezzetinden mahrum bir Müslüman.

Gelin biz öyle olmayalım. İyi bir insan, iyi bir Müslüman olmak, aklımızı gereğince kullanıp bu büyük nimetin hesabını kolaylıkla verebilmek için Rasûlullah Efendimizin (s.a.v) nasihatine kulak verelim. Bizi ilgilendirmeyen şeylerden uzak durarak ins ve cin şeytanlarının tuzağına düşmediğimizi ispat edelim.

Unutmayalım, “Bir insanın kendini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi onun güzel bir Müslüman oluşundandır.”[3]

 

 

[1] Bkz. Bakara, 2/27; Ra’d, 13/21 ve 25.

[2] Bkz. Nebe, 78/40.

[3] Tirmizî, Zühd 11;.İbn Mace, Fiten 12.