İçeriğe geç
Anasayfa » OSMANLI DEVLETİ’NDEN GÜNÜMÜZE EVDE SAĞLIK

OSMANLI DEVLETİ’NDEN GÜNÜMÜZE EVDE SAĞLIK

Ülkemizde 2003 yılında başlatılan değişim ve sağlıkta dönüşüm programlarının en önemli hizmetlerinden biri de evde bakım ve evde sağlık hizmetleridir. Bu hizmet bizlere vatandaşlarımıza karşı üstlendiğimiz vazifeleri yerine getirme imkanı verirken hem muhtaç, kimsesiz ve yatağa bağımlı hasta ve yaşlılarımıza hizmet etmenin manevî hazzını tatmamıza yardım eder, hem de dünyanın ilk defa evde sağlık hizmeti veren ülkesi olma gururunu yaşatır. Evde bakım hizmeti millet olarak ecdadımızdan bize kalan bir mirastır.

Yaşlıları koruma hizmetini veren ilk kurum Selçuklular döneminde 11. yüzyılda kurulmuştur. Yine 12. ve 13. yüzyılda Selçuklu döneminde, bimaristan veya darüşşifa adı altında Anadolu’da yüzlerce hastane ve rehabilitasyon merkezi kurulmuştur. Hasta-özürlü rehabilitasyon ve bakım hizmetleri yönünden bimaristanlar, tıp ve psikiyatri tarihinde önemli bir yer almaktadır. Çünkü, bimaristanlar, kendi bünyelerinde “miskinler tekkesi” ünitelerine de sahiptiler. Buralarda özellikle bakıma muhtaç akıl hastaları ile meşgul olunmakta ve kendilerine özel müzik tedavisi de uygulanmaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun teşekkül dönemi esnasında, her şehrin fethinden sonra, Selçuklu geleneğinin bir devamı olarak, devlet adamlarının ve zengin hayırseverlerin katkılarıyla vakıf statüsü altında sosyal bakım hizmetleri sunan kuruluşlar inşa edilmiştir. Osmanlılar; bir taraftan, Anadolu Selçuklu Türklerinin mirasçısı olarak, geçmiş yüzyıllarda Selçuklular tarafından kurulan birçok sağlık ve sosyal hizmet kuruluşunun vakfiyesini aynen benimseyerek, bunların gelecek yüzyıllarda da sosyal görevlerini sürdürebilmeleri için, vakıf gelirlerini artırmışlardır. Diğer taraftan da mevcut kuruluşlara yeni vakıflar yoluyla daha çok ve daha kapsamlı sosyal tesisler (külliyeler) ilave etmişlerdir.

Ortaçağ Avrupa’sında “şeytanî” hastalıklara yakalandıkları düşünülen yaşlı ve özürlülerin yakıldığı bir devirde, Osmanlılar, cüzzamlıları, cüzzamhâne (Leprozoryum) denilen bakım merkezlerinde koruma altına alırlardı. Bakıma muhtaç cüzzamlıların geçimleri ise vakıf gelirleri ile sağlanırdı. Sosyal ve doğal meşguliyetler terapisi çerçevesinde bazı cüzzamlılar, etrafı duvarla çevrilmiş ağaçlı bahçelerde tavuk ve keçi besleme imkânına da sahip olurdu.

Sosyal bakım hizmetlerinin yanında, Osmanlı vakıfları, eğitim, sağlık, spor, kültür, sanat, din ve sosyal yardım hizmetlerinin ifasında önemli bir yere sahipti. Vakıflar aracılığı ile, başta yoksullara, sakatlara, yetimlere, dullara, kimsesizlere, hastalara, güçsüzlere yapılan her türlü yardım, kurumlaştırılmış bir sosyal sistem içinde cereyan etmekteydi. Bugün belediye ve kamu kurumlarının üstlendiği sosyal (bakım) hizmetlerinin büyük bir bölümü, geçmişte Osmanlı vakıf müesseseleri tarafından gerçekleştirilmiştir.

Sağlık ve sosyal bakım alanında Fatih Sultan Mehmet Han’ın vasiyetnamesi bu geleneğin en önemli örneğini oluşturmaktadır.  Fatih Sultan Mehmet Han demiştir ki: “Ben ki, İstanbul fatihi, abd-i âciz (âciz kul) Fatih Sultan Mehmed, bizâtihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kâin (bulunan) ve mâlumu’l-hudut olan 136 bap (parça) dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde (doğrultusunda) vakf-ı sahih eylerim: Bu gayr-i menkulâtımdan (taşınmaz mal) elde olunacak nemalarla (gelirlerle) İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsınlar, ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 yara sarıcı tâyin ve nasp eyledim (görevlendirdim). Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilâistisnâ (istisnasız) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar, var ise şifâsı ya da mümkünse şifâyap olalar (şifa vereler).”

Geçmişte darüşşifa, akıl hastahanesi, tabhâne (misafirhâne), nekahathâne, aşhâne, hamam, medrese gibi toplum sağlığı ve eğitimi ile ilgili külliye şeklinde bir çok sosyal tesis yapılmıştır. Bunlardan birisi Edirne’de yapılan II. Bayezid Külliyesi’dir. Bu külliye mimarî ve şehircilik bakımından merkezî sistemde yeşil bir sahaya inşa edilişi, akıl hastalarının su ve müzikle tedavisi için, akustiğin sağlanması, tehlikeli hastaların tecridi, havalandırma sisteminin oluşturulması gibi konular göz önünde tutulursa, Batı toplumları böyle projeleri ancak 18-19. asırlarda gerçekleştirebilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun bir diğer önemli külliyelerinden olan Süleymaniye Darüşşifası diğer hastaneler gibi, 40-50 yataklı ve yaklaşık 30 kişilik geniş bir personele sahipti. Diğerlerinden farklı olarak, özel bir asabiye (nöroloji) bölümü de külliye içinde bulunduruluyordu.

  1. ve özellikle 18. yüzyılın sonlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama devresi başlamış, ekonomik yetersizlikler sebebiyle bu dönemlerde sağlık ve bakım hizmetlerinde yenileşmeye gidilememiştir. Ancak, daha önce kurulan sağlık ve sosyal hizmet müesseseleri, halka hizmet etmeye devam etmiştir.

Tanzimat’tan önce, Osmanlı sağlık ve bakım hizmetleri, İslâmî ve klâsik bir karakter taşımaktaydı. Tanzimat’la beraber batılılaşma akımı başlamış ve sağlık hizmetleri de buna göre, bir değişime uğramıştır. Meselâ, daha önceden bimarhâne olarak adlandırılan sağlık kuruluşları, Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yaptırılan “Gureba-i Müslimîn Hastahânesi”, ilk defa “hastahane” olarak isimlendirilmiştir. Büyük bir ihtimalle Münih’teki “Allgemeines Krankenhaus” hastahanesi örnek alınarak yapılan bu modern ve sivil Osmanlı hastahanesi, fakir ve garip Müslüman hastalara vakfedilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin sonlarına doğru yaşlılara ve bakıma muhtaçlara kurumsal (yataklı) bakım hizmetleri vermek amacıyla kurulan en son bakım yurdu, İstanbul’da II. Sultan Abdülhamit Han tarafından 1895 yılında kurulan Darülaceze (Düşkünler Evi)’dir. Darülaceze’nin ilk nizâmnamesinde açılış amacına yönelik bugünkü dile çevrilmiş ifadelerinde, “Kendisini geçindirecek hâli, tâkati olmayan sakatlar ve hastalar, kendilerine şer‘an bakmakla mükellef kimseleri yok ise veya yakınları bulunup da onlar da kendilerini geçindirmekten aciz ise, bu gibileri barındırmak ve beslemek için Darülaceze açılmıştır.” denilmektedir.

Darülaceze’ye kimlerin alınmış olduğunu incelersek, bu kurumun, bugünkü anlamda sosyal bakım hizmetleri sunan bir bakım merkezi niteliğinde olduğunu ifade edebiliriz. Burada, kadın-erkek ayrımı yapılmadan her kesimden, sebebi ne olursa olsun, sürekli olarak bakıma muhtaç hâle gelmiş insanların, uzman bakıcı kadro tarafından bakılmış olmaları, kurumsal bakım hizmetlerinin güzel bir örneğidir.

Osmanlı Devleti’nin çöküşü ile beraber, sürekli savaşlar, siyasî gerilimler, ekonomik bunalımlar ve netice itibariyle sosyo-ekonomik gerileme sebebiyle sağlık ve bakım hizmetleri de yetersiz hâle gelmiştir.

Sağlık, sosyal yardım ve bakım hizmetleri kapsamına giren konularda zengin ve yüklü bir tarihî geçmişe sahip olan Selçuklu ve Osmanlı Türkleri, 18. ve 19. yüzyıllara kadar Avrupa’ya kıyasla çok üstün bir durumda idi. Sosyal tarihimizin, millî kültürümüzün, örf ve âdetlerimizin güçlü kaynakları referans olarak alınır ve bu temeller üzerinde yeniden yapılandırılmaya gidilirse sağlık, sosyal hizmetler ve sosyal bakım uygulamalarında da ileri bir noktaya çok kolay kavuşmak mümkündür.

Cumhuriyet döneminde 1930 tarihinde yürürlüğe giren 1580 sayılı yasa ile ilk defa, kamu kuruluşu olan belediyelere, bakıma muhtaç kişilerin (yaşlıların) korunması, yaşlı evleri yapma ve yönetme yükümlülüğünün getirilmesi üzerine değişik illerde aceze evleri, güçsüzler yurdu, düşkünlerevi ve huzurevi adı altında yatılı yaşlı kuruluşları açılmıştır. Korunmaya muhtaç yaşlı, çocuk ve engellilerin bakımı, yerleştirilmesi ve rehabilitasyonunu sağlamak üzere 1963 yılında, Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü kurulmuş ve bu kuruma bağlı ilk huzurevi 1966’da Konya’da, ikincisi ise Eskişehir’de açılmıştır.

1982 Anayasasının 61. maddesi Sosyal Hizmetler alanına giren grupları açık bir şekilde belirlemiş, korunmaya, bakıma, yardıma ve rehabilitasyona muhtaç çocuk, sakat ve yaşlılara öncelik tanıyarak, devletin bu alanda gerekli teşkilat ve tesisleri kurması veya kurdurması hükmünü getirmiştir.

(2001-2005) “Ülkemizin sosyo-ekonomik gelişmesine paralel olarak gelişme gösteren sanayileşme, kentleşme ve aile yapısında meydana gelen değişmeler ve 60 ve üstü yaş  grubunda yavaş da olsa görülmeye başlayan nüfus artışı, huzurevi ve yaşlı dayanışma merkezlerinin açılmasını, bu kesime yönelik bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin artırılarak sürdürülmesi ihtiyacının önemini ortaya koymaktadır.” ifadeleri yer almaktadır.

(2007-2013) Plan dönemine gelindiğinde, nüfus artış hızının 2000 yılından itibaren giderek düştüğü buna karşılık aynı dönemde, çalışma çağı nüfusu olan 15-64 yaş grubu ile 65 yaş üzeri yaşlı nüfus artışı devam etmiş ve toplam nüfus içindeki payları sırasıyla {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}65,7 ve {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f} 5,9 olmuştur. Plan döneminde; yaşlılara yönelik evde bakım hizmeti desteklenerek, kurumsal bakım konusunda ise huzurevlerinin sayısı ve kalitesinin artırılacağı, ülkemizde yaşlı nüfusta gözlenen artış ve aile yapısının değişime uğraması gibi nedenler, yaşlı kesime götürülecek hizmetlerin öneminin artırmakta olduğu belirtilmektedir.

2011 yılında kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması sürecinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturularak yaşlı hizmetlerinden sorumlu müstakil bir genel müdürlüğün kurulması ile birlikte bu alanda önemli bir gelişme sağlanmıştır.

Muhtaç yaşlıların tespiti, korunması, bakımlarının sağlanması ile ilgili hizmetleri yürütmek, bu hizmetler için gerekli sosyal hizmet kuruluşlarının tesisi ve işletilmesi ile ilgili görevler, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Bu görevler doğrultusunda bakım hizmetlerine yönelik kurumlar açılmaya başlanmıştır. 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması ile bu kuruluşlar ilgili bakanlık tarafından işletilmektedir. Bunun yanında kuruluş izni ve denetimi ASPB’nin kontrolünde olan özel bakım merkezleri de halen hizmetlerini yürütmektedirler.

Kurum bakımı, korunmaya ve bakıma muhtaç yaşlıların sağlık, sosyo-ekonomik ve psikolojik gereksinimlerinin yetişmiş kişilerce karşılandığı, onların refah ve mutluluğunu temel alan bir hizmet türüdür. Kurum bakımı, hukuki düzenlemelerin çizdiği çerçeve içinde, devlet, yerel yönetimler, gönüllü kişi ve kuruluşların işbirliği ile yürütülmektedir. Kuruluş ve işletme giderleri oldukça yüksektir.

Sonuç itibariyle, tarihimizde bakıma muhtaç yaşlı veya özürlülerin değil yakılması, toplumsal hayattan dahî uzaklaştırıldıklarına dair herhangi bir olay vukuu bulmamıştır. Tam tersine, erkek veya kadın, Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi ayrımı yapılmaksızın, bütün insanlara ihtiyaçları doğrultusunda eşit sağlık ve bakım hizmetleri sunulmuştur.

Osmanlı Devleti’nde İslam dini, toplumsal hayatta sosyal içerikli mesajlarıyla etkin bir rol aldığından dolayı, bundan en çok sosyal risk grupları (özürlüler, yaşlılar, kronik hastalar) yararlanmışlardır. Özellikle sayıca fazla olduğu anlaşılan hayırseverler, muhtaçların hem maddî, hem de psiko-sosyal sorunlarıyla yakından ilgilenmişlerdir. Yardımlar ve hizmetler, vakıflar aracılığı ile sağlandığı için, sosyal kurum, bireysel olmaktan çok kurumsal boyutta sistemleştirilmiştir.

Özellikle Osmanlı dönemine ait bakım merkezlerinin mimarî özellikleri, uygulanan tıbbî ve psiko-sosyal rehabilitasyon yöntem ve teknikleri, sosyal bakım hizmetlerinde verimlilik ve etkinlik sağlamaya dönük akıllı uygulamalardır. Değişik sosyo-ekonomik sebeplerden dolayı kamusal ve kurumsal sosyal bakım hizmetlerinin yetersiz kaldığı dönemlerde dahi, bakıma muhtaçlar, sivil sosyal dayanışma (güçlü aile yapısı ve komşuluk ilişkileri) sayesinde her şeye rağmen sosyal koruma altına alınabilmişlerdir.

Sanayileşme ve kentleşme süreci içerisinde geleneksel ailenin çekirdek aileye dönüşmesi, kadının çalışma hayatına girmesi, gelenek, kültür ve değerlerdeki değişmeler, ayrıca tıpta kaydedilen ilerlemeler neticesinde ortalama insan ömrünün uzaması ve yaşlı nüfusun artması, yaşlılığı bir sosyal sorun olarak ortaya çıkarmaktadır.

  1. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde gezici hekimlik hizmetleri sunması ve hasta olan bireylere aile fertlerinin bakması Türkiye’de evde bakım hizmetlerine dair geçmişte ilk uygulamalar arasında sayılmaktadır. İlerleyen zamanlarda ise özel hemşireler ve evde hasta bakan hasta bakıcılar ile formal olarak ve aile bireyleri tarafından informal olarak evde bakım hizmetleri süregelmiştir. Evde sağlık hizmetleri uygulaması Türkiye’de yeni sayılabilecek bir uygulama olmasına karşın temellerinin 12 Ocak 1961 tarihinde 224 sayılı sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi hakkındaki kanun ile atıldığı görülmektedir. İlgili kanunda, sağlık hizmetlerini tek bir elde toplamak, sağlık hizmetlerinin ve personelinin ülke geneline dengeli dağılımının sağlanması, yatak sayısının yetersiz olduğu hastanelere yönelik alternatif bir çözüm olarak köylere kadar ulaşılabilen evde tedavi örgütlerinin oluşturulmasının gerekliliği konularına değinilmiştir.

Türkiye’de evde bakım hizmetleri ilk aşamada Sağlık Bakanlığı’nın özel sağlık kuruluşları aracılığıyla sağladığı “Evde Bakım Hizmetleri Sunumu Hakkında Yönetmelik” 10 Mart 2005 tarihinde 25751 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Daha sonra bu hizmetlerin Sağlık Bakanlığı’na bağlı tüm sağlık kurum ve kuruluşları tarafından verilmesine ilişkin “Sağlık Bakanlığınca Sunulan Evde Sağlık Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Yönerge” 1 Şubat 2010 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Bakanlığa bağlı olarak faaliyet gösteren eğitim ve araştırma hastaneleri ile genel veya dal hastaneleri ve ağız ve diş sağlığı merkezleri bünyesinde kurulan evde sağlık hizmeti birimleri ile toplum sağlığı merkezi, aile sağlığı merkezi ve aile hekimleri vasıtası ile sunulur. Hizmetin yönetimi, birimler arasındaki iletişim ve koordinasyon, müdürlük bünyesinde oluşturulan koordinasyon merkezi tarafından sağlanır. Yönergeye göre evde sağlık hizmetleri biriminin görevi, konulmuş olan tanı ve planlanan tedavi çerçevesinde kişinin bulunduğu ev ortamında muayene, tetkik, tedavi, tıbbî bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin verilmesi, tıbbî cihaz ve malzeme kullanımına ilişkin raporların çıkarılmasına yardımcı olunması, hastanın ve ailesinin hastalık ve bakım süreçleri ile ilgili bilgilendirilmesi, hastalığı ile alakalı evde kullanımı gerektiren tıbbî cihaz ve ekipmanların kullanılması konusunda eğitim ve danışmanlık gibi hizmetlerin verilmesini kapsar.