İçeriğe geç
Anasayfa » İLÂHÎ BİR SIFAT OLAN İLİM MAHKÛMİYETİ KABUL ETMEZ*

İLÂHÎ BİR SIFAT OLAN İLİM MAHKÛMİYETİ KABUL ETMEZ*

Allah Zülcelâl ve’l-Kemâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine celâl zâtına, kemal sıfatlarına layık hamd ü senâlar ve şükürler olsun.

Bizlere sağlık, sıhhat ve afiyet bahşeden Rabbimiz, her birimize mahşerde Rasûlullah’ın sancağı altında, arş-ı a‘lânın gölgesinde bir araya toplanmayı, cennet âleminde de Rasûlullah’ın komşuluğunda bir araya gelip Cemâl-i İlâhiyesini müşahede etmeyi nasip ve müyesser buyursun.

Muhakkak ki biz insanlar şerefli yolun birer yolcularıyız. Çünkü hangi birimize “Nereden geldiniz?” diye sorulsa “Allah’tan geldik.” cevabını vermekteyiz. “Nereye gidiyorsunuz?”  sorusuna verdiğimiz cevap da “Allah’a gidiyoruz.” şeklinde olmaktadır. Bu kadarını bile düşünebilsek bizim için uzun uzun nasihatlere, ferdî davetlere ihtiyaç kalmayacaktır. Ama biz bu iki soruyu ve verdiğimiz cevapların hakikatini düşünmezsek ne kadar söz dinlesek de birileri bize yol göstermeye ne kadar gayret etse de biz de bir değişiklik olmuyor, yolumuza hakikat üzere devam edemiyoruz.

“Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz.” cümlesi üzerinde çok düşünmeliyiz. Evet, bizi yaratan Allah Teâlâ aynı zamanda bizleri huzuruna davet etmektedir.

Hiç şüphe yok ki çok sevip saydığımız biri bizi bir yere davet etmiş olsaydı, ona gitmek üzere çıktığımız yoldaki engelleri birer birer aşmak için her türlü çile ve meşakkate katlanarak davete giderdik. Ve hiçbir yorgunluk da hissetmezdik.

Ne acıdır ki maddî bir hayatta fanî bir varlığın muhabbet ve sevgisine kavuşmak için yoldaki engelleri aşmaya gayret ettiğimiz kadar Allah Zülcelâl’e kavuşmak için önümüze çıkan engelleri aşmaya gayret etmemekteyiz.

Şimdi insafa gelelim. Elhamdülillah, hepimiz akıllı kimseleriz. Bu aklımızı en güzel şekilde kullanmanın yollarını araştıralım. Etrafımızdaki herkes aklını kullandığından bahseder. Bu iddia bir yere kadar doğrudur. Ama asıl marifet aklı güzel bir şekilde kullanmaktır. Yani Allah’ın rızasına uygun kullanmaktır. Bazılarımız aklını nefsinin istek ve arzularının esareti altında hiçbir hakikate riayet etmeden kullanır fakat maalesef aklını gerektiği gibi kullandığını zanneder. Hâlbuki herkes aklıyla ilmi tevhid edebilmiş olsaydı insanlar birlik, beraberlik, huzur ve saadet içerisinde yaşardı. Günümüzde ise akıllar ilâhî bir kaynaktan beslenmediği için hepimiz şahit oluyoruz ki; ortada ne birlik, ne beraberlik, ne huzur, ne saadet ve ne de mutluluk var. Niçin bu haldeyiz diye düşünmeye ihtiyacımız var.

Aslında güzel bir ilimle birleşmiş bulunan aklın yolu birdir. Evet, aklın yolunun bir olması gerekir. Çünkü akıl, hakikatleri tespit eder, hakikatler de değişmeyen doğrulardır. Varlıkların asıllarının değişmemesi hakikatin ve Hakk’ın değişmediğinin şahididir Öyleyse biz niye yolumuzu seçemiyoruz diye düşünmeliyiz.

Akıl aynı zamanda insanları darlıktan kurtarmak için bahşedilen bir kuvvet ve nimettir. Akıllı bir varlığın mahkûmiyetinin, esaretinin, perişan bir halde yaşamasının sebebini araştırdığınızda göreceğiniz şey; toplumların, akıllarını nefislerinin esareti altında bırakmış oldukları gerçeğidir. Ne acıdır ki herkes nefsi ile düşünüyor. Nefisle düşünmeye başlayınca herkesin nefsî istek ve arzuları ayrı ayrı olduğundan dolayı insanların aralarındaki samimiyet de kayboluyor. Samimiyetin kayboluşuyla hak ve hukuka riayet de aradan kalkıyor. Ama tekrar edelim ki bizler, elhamdülillah, akıllıyız. Onun için bir nefes olsun aklımızı nefsin esaretine bırakmamanın mücadelesini vermeliyiz.

Nefis ve şeytanla mücadelede muvaffak olmak için mü’minlerin değişik vesilelerle de olsa bir araya gelmelerinde büyük faydalar vardır. Bundan dolayı sohbet ve ilim meclislerine devam etmeyi ihmal etmemeliyiz. Belki de bu meclislerde geçirdiğiniz vakitlerde nefsinizin esareti altında kalmaktan kurtulabilirsiniz. O zaman da ruhunuz dinlenmeye başlar, ibadet ve fiillerinizden zevk almaya başlarsınız. O zaman toplum içerisinde bir samimiyet meydana gelir, birbirinizi sevip sayarak huzur içerisinde yaşarsınız. Ama kapıdan çıkınca yine aklınızı nefsin esareti altına teslim ederseniz yine işlerinizin bereketi ve huzurunuz kaçar.

Akıl, Allah Teâlâ’nın bize bahşettiği en büyük nimetlerden, bir lütf-i ilâhî olduğu gibi ilim de insanlığın en üstün şerefidir. Çünkü ilim Allah’ın sıfatıdır. İnsanın ondan üstün bir şerefi yoktur. Ve insanları dünya ve ahiretinin saadetine erdirecek olan fiillerinin başında ilim gelir. Onun için o ilmin hürriyetinin de her yerde korunması gerekir. Bundan dolayı ilmimizi nefsimizin veya başkalarının nefislerinin heva ve heveslerinin esareti altına mahkûm etmekten muhakkak sakınmalıyız. Çünkü ilahi sıfat mahkûmiyeti kabul etmez. O, mahkûmiyeti kabul etmediği için insanların da ilmin mahkûmiyetini asla kabul etmemeleri gerekir.

Fakat bir kişi, ilmini; nefsin, heva ve hevesâtın esareti altında bırakırsa birlik ve beraberliğimizi tesis etmemiz mümkün olmaz. Toplansak, hepimiz bir araya gelsek, fakat ilmimizi nefsin esaretinden kurtaramazsak ilim, hürriyete kavuşamaz. İlim hürriyete kavuşamayınca da hakikatler meydana çıkmaz.

Öyleyse, ben biliyorum, bence böyle demek ilim değildir. Ellerde dolaşan diplomalar da ilim değildir. İlim, eşyayı olduğu gibi bilmektir.

İnsanoğlunun her sahada ilim sahibi olması gerekir. Zira kâinattaki varlıklar hayatlarının devamı için suya nasıl muhtaçsalar beşerî hayatın, varlığını korumasının kaynağı da ilimdir. Bilhassa meslek sahipleri, mesleklerinin ilmine vakıf olmalılar.

Unutmamalı; ilim denizinden alınmayan sözlerle bir yere varılmaz. İlim gözesinden beslenmeyen sözler insanlığa yön gösteremez. İlim gözesi gerçekte Allah’a dayalı bir göze olduğu için o gözenin dışındaki laflarla beraber insanlık hayat elde edemez. Onun için ilminiz kadar yükselirsiniz, cehaletiniz kadar batarsınız. İlminiz kadar aziz, şerefli olursunuz, cehaletiniz kadar rezil rüsva olursunuz. İşte önümüzde sergilenmekte olan dünya tarihi bunun en açık örnekleriyle dolu. Tarihin satırlarını biraz okuyun, ardından kâinat kitabının satırlarına bakın. İnsanların aziz olduğu günlere bakın, dünyanızda aziz olan toplumların gördüklerine bakın. Bütün bunların varlıkları ilme dayalıdır. Fezanın yıldızlarını insanların ayakları altına aldıran şey, ilimden başka bir şey midir? Onun için ilim, temel kaynaktır. O kaynağın, pınarın çevresini güzelleştireceğiz ki ilim gözeleri kaynamaya devam etsinler.

İlim, aklınıza ışık tutar. Böylelikle aklınız ilmin peşinden gider. Edindiği tecrübelerle ilmin yolunda yürür. Akıl ancak ilmi ispat eder, ilmin önüne geçemez. Çünkü ilim sonsuz bir sıfattır. Akıl mahlûktur, ölçülüdür. Tecrübeleri ile beraber ilimle birleşir. İlimle tevhidi sağlayarak insanlığa yön gösterecek olan kudret, akıl kudretidir. Ama bu akıl, ilmin önünde değil, ilmin arkasındadır. Çünkü ilim, ilâhî bir sıfattır.

Evet, insanlığı kurtuluşa erdirecek, dünya ve ahiretin saadetine kavuşturacak olan ilk sebep, güzel ilimdir. Mü’min bu ilmi elde etmek için Allah’ın Rasûlü’nün yalvardığı gibi dua ve niyazda bulunacaktır. Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Ey Allah’ım!  Bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster.”

Bizler de Rabbimize aynı şekilde dua etmeliyiz. Bizler de her şeyi olduğu gibi tanıma gayretinde olmalıyız ki hayatımızı eğlence ve oyun olmaktan çıkaralım. Her şeyi olduğu gibi bilemeyen insanlar hayatlarını zayi ederler. O çok kıymetli nefes ve zamanlarını boşu boşuna geçirirler. Onun için hiçbir şeyi küçümsememeliyiz. İlimdeki bir zerreyi bile öğrenmeye gayret etmeliyiz. Bundan ne olur canım, dememeliyiz. Çünkü Allah Teâlâ hiçbir şeyi boşuna yaratmış değildir. Buna O’nun ulûhiyeti mânidir. Öyleyse hiçbir zerreyi küçümsemediğimiz gibi hiçbir sözü de küçümsemeyeceğiz.

 

* Bu makale, Merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin 29.06.2001 tarihinde gerçekleştirdiği Eyüb Sultan Sohbetleri’nden bir bölümdür.