İçeriğe geç
Anasayfa » LÂZIM OLAN İRFÂN İMİŞ

LÂZIM OLAN İRFÂN İMİŞ

İnsan; beraber yaşadığı diğer insanlar, nimetlerinden istifade ettiği tabiat ve hayvanlar başta olmak üzere bütün mahlûkata karşı mükellef tutulmuştur. Allah Teâlâ, ictimâi hayatımızı düzenlemeyi, içinde yaşadığımız dünyayı imar etmeyi, vazife olarak bizlere tevdi etmiş ve bu uğurda hayvanları ve bitkileri dahi hizmetimize vermiştir.

Bu vazifeler bizleri tek bir gayeye ulaşmaktır içindir: Allah’ın rızasını kazanmak. İnsan bu gaye için doğar, hayatını sürdürür ve en sonunda ruhunu sahibine teslim eder.

Allah Teâlâ, insana yüklemiş olduğu bu vazifelerin yanında ona birçok nimet de bahşetmiştir. Hayatını devam ettirebilmesi için rızkını vermiş ve kendisine ulaşabilmek için bildirdiği yolda insana yardımcı olacak birçok vesile kılmıştır. Eğer insan vefasız ve nankör değilse, tabiatı icabı, bu nimetleri kendisine ikram eden Zât-ı İlâhî’yi sevecektir. Sevdiği nisbette Onu tanımayı arzu edecek ve muhabbetini celbeden Zât-ı Kerîm’in huzuruna varma iştiyakı duyacaktır.

İşte Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaya vesilesi olacak muhabbet ve tanımak arzusu büyüklerce “irfan yolu” olarak isimlendirilmiştir.

Allah dostlarının birçoğu irfan yoluna dair eserler kaleme almıştır. İrfanın ne olduğunu, bu yolda bilinmesi ve uyulması istenilen esasları ve benzeri birçok mevzuyu açıklamışlardır. Bu büyük zatlardan birisi de Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleridir. Okumakta olduğunuz yazımızın genel çerçevesini de onun Marifetname isimli eserindeki ‘İrfan Yolunun Esasları’ bahsinde beyan ettiği altı esas oluşturacaktır.

Lakin bu esasları açıklamadan önce dikkat etmemiz gereken bazı hususları hatırlamalıyız. Çevremize baktığımızda farklı yaşlardaki veya olgunluktaki insanların ihtiyaçlarının, düşüncelerinin veyahut zevklerinin değişiklik arz ettiğini görürüz. Aynı hadise karşısında küçük bir çocukla tecrübeli ve olgun bir insanın farklı tepkiler vermesi bu gerçeğin bir tezahürüdür. Bu durum açıklamak istediğimiz esaslara yaklaşımda da aynen geçerli olacaktır. Bu sebeple aşağıdaki satırlar okunurken insanın kendi tecrübelerini ve kabiliyetlerini göz önünde bulundurması elzemdir. Bu hususlara dikkat edilmediği takdirde “Bunlar bize göre değil, büyük zatların yapacağı işlerdir.” diyerek bu yola adım atamaz ya da bir hevesle çıktığımız yolculuğa “Hayır, hayır bu yazılanlar günümüzde yaşanabilecek şeyler değil.” diyerek veda edebiliriz. Bu iki tehlikeyi bilerek Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin sözlerine kulak verelim.

AZ YEMEK

İrfan yolunun altı esasından ilki az yemektir. Bundan maksat; aşırı istekleri olan hayvanî nefsi zayıflatıp onu akla boyun eğdirmek ve gururunu kırmaktır. İnsan böylece manevî yolculuğuna ilk adımını atmış olur. Gıda almak ve şehvetini tatmin etmek insanın nebatî ve hayvanî mertebeleri iken ilim ve irfan yolu asıl ulaşması gereken insanî mertebesidir. Aklı olan aç kalarak nefsin arzularından kurtulur ve kalbini ilim ve hikmet pınarlarına hazır kılar. Zira Allah Teâlâ hazretleri bir hadîs-i kudsîde «İlmi açlıkta yarattım. İnsanlar onu çok yemede arıyorlar. Nasıl bulabilirler ki?” buyurmuştur. Esasen çok yemek, insan bedeninde atalete ve zihinde gevşekliğe sebep olur. Kalbin tasfiyesi bu atalet ve gevşeklik içinde gerçekleşemeyeceğinden aç kalmak, irfan yolunda ilk ve en önemli adımlardan addedilir.

AZ UYKU

İkinci esas az uykudur. Az miktarda yemekle iktifa eden insanın uykusu da az olur. İrfan yolcusu olan bu insan Allah’a ibadet edebileceği vakti böylece ziyadeleştirmiş olur. Kıymeti, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler ile takdir edilen seher vaktinden istifade etme imkânı bulur. Allah Teâlâ ile yalnız başına kaldığı bu vakti güzelce değerlendirip manevî mertebeler elde edebilir. Seherde uyanık olmak, murakabe yapmaya da vesile olur. Böylece insan kendisini de daha yakından tanıyarak hatalarının farkına varır. Zaten hikmet ehli herkesçe malumdur ki çok uyumak gaflete sebep olan ve kalbi karartan kötü işlerdendir. Vaktinin çoğunu uyku ile geçiren kimse Allah Teâlâ’yı tanımaya vesile olan ilimden ve hikmetten geri kalır.

AZ KONUŞMAK

Üçüncü esas az konuşmaktır. Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsîde şöyle buyuruyor: “Ey Âdemoğlu! Dilin düzelmedikçe dinin düzgün olmaz…”

Dili düzeltmek az konuşmaktan geçer. Çünkü çok konuşan insanın gıybet, dedikodu, yalan gibi birçok dil âfetine yakalanması kuvvetle muhtemeldir. Dil âfetleri yalnızca bize değil aynı zamanda ailemize, diğer yakınlarımıza hatta daha büyük topluluklara bile tesir edebilir. Dilin tesir kuvvetini bilen söz sultanlarından Yunus Emre hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmiştir:

Söz ola kese savaşı,

Söz ola kestire başı,

Söz ola ağulu aşı,

Bal ile yağ ede bir söz.

Bundan dolayı insan bin düşünüp bir konuşmalı, konuşması da hayır olmalıdır.

UZLET

Dördüncü esas uzlettir. Yukarıda bahsedilen üç esasa dikkat eden kimse artık uzlete yani yalnız kalabilmeye hazır hale gelir. İnsan, Hak ile irtibat kurabilmek için diğer insanlardan ve yaşamış olduğu hayatın hızından bir nebze olsun kurtulmalıdır. Çünkü insanlarla gereğinden fazla ilişki kurmak iki tehlikeyi beraberinde getirir; ilki zikir ve fikirden mahrumiyet, ikincisi ise kalp huzurunun bozulmasıdır. Bu sebeple civarımızla ilişkilerimizde ölçülerimizi hassasiyetle muhafaza etmeli ve bizi felakete sürükleyecek kimselerden elimizden geldikçe uzak durmalıyız. Rabbimizin bu husustaki ihtarını kulağımıza küpe ederek beraber olacağımız insanların sâlih kimselerden olmasına gayret etmeliyiz.[1]

DÂİMÎ ZİKİR

Beşinci esas dâimî zikirdir. Artık, irfan yolcusu nefsini hayvanî ihtiyaçlarından arındırmış ve kalbini Allah’ın zikrine hazırlamıştır. İrfan kapısının anahtarı mesabesinde olan zikir, gönlü uyanık kılar ve gaflete düşmekten muhafaza eder. Nefsin zevklerini mahveder ve onu dünyaya meyletmekten alıkoyar. Zaten zikrin hakikati de kalbi mâsivâullahtan (Allah Teâlâ haricindeki her şeyin muhabbetinden) arındırmaktır. Zikir, insanın gönlünde Allah Teâlâ’dan gayrı bir şey bulursa onu yakar, cehaletin karanlığını bulursa onu marifetin nuruna dönüştürür.

TAM FİKİR

İrfan yolunun son esası ise tam fikirdir. Habîb-i Ekrem sallalâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Bir saat tefekkür, bir yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır. Allah Teâlâ’nın mahlûkatındaki eşsiz güzellikleri tefekkür edip daima Onu hatırlamak bizi Rabbimizi tanımaya ve bilmeye götürür. Tefekkürün kalbe yerleşmesi ve orada karar kılması, kalbi kötü huylardan arındırıp onu güzel ahlâkla süslemeye bağlıdır. Böylece insan, kâinata ibret nazarı ile bakarak kalbini hikmet nurlarıyla doldurur.

Bu altı esas gerçekte her mü’minin -kendi kabiliyeti nisbetinde- yerine getirmesi gereken vazifelerdendir. Lakin irfan yoluna girerek daha yüce mertebelere nâil olmak isteyenler bunun rehbersiz olmayacağını da bilmelidirler.

[1] “Ey îmân edenler! Allâh’tan ittikâ edin ve sâdıklarla  beraber olun!” (Tevbe, 9/119)