İçeriğe geç
Anasayfa » İMKÂN ELİMİZDEYKEN KENDİMİZE ÇEKİLELİM*

İMKÂN ELİMİZDEYKEN KENDİMİZE ÇEKİLELİM*

Allah Zülcelâl ve’l-Kemâl Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne, Celâl zâtına ve Kemâl sıfatlarına lâyık hamd ü senâlar ve şükürler olsun.

Rabbimiz Allah Teâlâ Hazretleri, her birimizi mahşer meydanında Rasûlullah’ın sancak-ı şerifi altında, Arş-ı A‘lânın gölgesinde ve cennet âleminde de Rasûlullah’ın komşuluğunda bir araya getirsin. Oradan da Cemâl-i İlahî’yi müşahede etmeyi cümlemize nasib ve müyesser buyursun.

Allah Zülcelâl’in bizlere vermiş olduğu nimetleri düşünüp takdir etmekte hiçbir zaman ihmalkâr davranmamalıyız. Çünkü bir nefes de olsa ihmalkârlığın hasreti sonsuza değin devam eder. Bu ihmalkârlığın en kötü neticelerinden biri de vaktimizi boş geçirmektir. Halbuki böyle bir şey yapmaya hakkımız yoktur. Zira Allah Teâlâ, insan hayatı için boş bir an yaratmış olsaydı, -hâşâ- faydasız bir şey yaratmış olurdu ki Rabbimizin abesle iştigal ederek faydasız işler meydana getirmesi onun ulûhiyeti ile bağdaşmaz. Onun için vakitlerimizin, zamanımızın ve nefeslerimizin kıymetini çok iyi düşünüp takdir etmeliyiz. Onlardan en güzel şekilde nasıl faydalanacağımızı öğrenerek hayatımızı ona göre değerlendirmeye gayret etmeliyiz. Rasûlullah’ın (s.a.v) “Ey Rabbim! Eşyayı olduğu gibi tanıt.” niyazına dikkat etmeli ve öyle dua ederek duamızda istediğimiz gibi yaşama kararı vermeliyiz.

Bir yerde oturuyorsak niye oturduğumuzun, oradan kalkıyorsak niye kalktığımızın hesabını yapacağız ki zamanımızı boşu boşuna geçirmeyelim, Eğer konuşuyorsak neyi, ne şekilde ve niçin konuştuğumuzun hesabını yapmamız gerekir ki, konuştuğumuz sözler bizim aleyhimizde şahitlik yapmasın.

Eğer oturup dinleyenler niye dinlendiklerinin, konuşanlar da niçin konuştuklarının hesaplarını yaparlarsa nice meselelerin halli de kolaylaşır. Ama biz sırf alışkanlıklarımızın devamı olarak oturup kalkarsak, konuşup durursak, bazı duygularımızı tatmin etmek için anlatılanları dinlersek çok değerli zamanlarımızı boşu boşuna harcamış oluruz. Ve bir gün gelir de elimizde bir şey kalmadığını görürüz.

Hayatımız boyunca hatalarımızı asgariye indirmek için yapmamız gereken ilk şey doğruyu ve yanlışı öğrenmek olmalıdır. Doğruyu öğrenmeli ve öğrendiğimiz doğruyu kavrayıp ve yaşamalıyız. Çevremizdeki insanlara da bir şeyler anlatmak istediğimiz vakit –kulaktan duyma bilgilerle yetinmeyerek- konuşacağımız mevzuu araştırmalıyız. Bu hususlara dikkat ettikten sonra anlatacaklarımız müessir olacaktır inşaallah.

Mesele konuşmak ya da dinlemek değildir. Zira yıllar boyu oturup konuşsak ve anlatılanları dinlesek fakat okuyup dinlediklerimizi yaşamazsak hayatımızda bir şey değişmez.

İmam A’zam (r.a) Hazretleri buyuruyorlar ki:

“Bir insan yüz sene yaşasa ve bütün ömrünü ilim tahsiliyle geçirse, bütün kitapları okusa ve bütün ilimleri öğrense fakat öğrendikleri ile amel etmezse ilmi kendisine ve insanlığa bir fayda sağlamaz.”

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) faydasız ilimden Allah’a sığınmaktadır. Hangi sahada olursa olsun, hangi meslekle meşgul olursan olsun, sahip olduğun ilim, amele dönüşmezse ne kendine ne de insanlığa bir fayda sağlayabilirsin.

Öyleyse vakitlerimizi boşu boşuna oyun ve eğlencede kaybetmeyelim. Kendimize bir hedef tespit ederek o istikamette kararlı ve sabırlı bir şekilde ilerlemeye gayret edelim. Hedef olarak seçtiğimiz hususu öğrenmeden başka bir konuya sonra da bir başka konuya yönelmeyelim. Bu söylediklerimize –aynen- dünyevi mesleklerimiz hususunda dikkat edilmelidir. Bir mesleği hakkıyla icra etmeden yenilerine yönelmemelidir. Yoksa yıllar geçer de oradan oraya dolaşmakla vaktimizi boşa harcadığımızı ama hedeflenen düzeyde bir şey elde edemediğimizi görürüz.

Demek ki; hangi sahada olursa olsun evvela mesleğimizi en güzel şekilde öğrenmemiz öğrendiklerimizi de olduğu gibi tatbik etmemiz gerekir. Çünkü hareketlerimizle bilgimizi, bilgimizle de hareketlerimizi birleştiremezsek kalkınamaz ve kurtuluşa eremeyiz. Onun için kendimize çekilelim. Oturup kalkarak zamanlarımızı boşu boşuna kaybetmemenin yollarını araştırmalı bu halimizden vazgeçmeli ve böyle bir durumdan sakınıp korkmalıyız. Çünkü bir nefesin hasretliği cennet âlemine gittikten sonra bile devam eder.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Cennet ehli; dünyadayken Allah’ı zikretmeden geçirdikleri nefeslerin dışında hiçbir şeyin pişmanlığını çekmez.”

Çünkü o nefesinin karşılığında Allah’ın kendisine vereceği mükafatların ne kadar büyük olduğunu ancak o zaman gerçek manada öğrenir ve hasretlik içerisinde pişmanlık duyar.

Cennete gitse bile bakıyor ki kaybettiği bir nefesin karşılığında cennette Allah Zülcelâl ona ne büyük dereceler hazırlamış.

İşte boşa geçen nefesler bizlere bu makamları kaybettiriyor. Rabbimiz bizim her nefesimize karşılık cennette bir derece daha yüksek makamlar hazırlamıştır. Yani her insanın ömrü onu cennetteki en üst dereceye yükseltecek şekilde tespit edilmiştir. Nefesini alırken ve verirken zikrullahtan gafil olmazsan cennet derecelerinin en üstüne doğru yükselirsin.

Merhametin sahibi olan Allah lütfeder, bağışlar, kişi cennetlik olabilir ama cennetin dereceleri insanların amellerinin karşılığıdır. İnsanlık cennet bahçesine yerleşince Allah Zülcelâl onlara “Ey kullarım! Cenneti rahmetimin gereği fazl ü ihsanım olarak sizlere bağışladım. Ama taksimatı amellerinizin karşılığındadır.” buyurur. Bundan dolayı nefeslerimizi boş gayelerin peşinde zayi etmemeye gayret edelim.

Bazı insanlara Allah Teala büyük servetler verir. Ama o serveti cennetteki makamına karşılık olarak ona vermiştir. Sahip olduğu serveti Allah’ın istediği şekilde kullanırsa, cennetteki derecelerini birer birer satın alır. Ama Allah’a isyan yolunda kullandığı vakitte cehennemin derinliklerine doğru yuvarlanıp gider.

Demek oluyor ki sahip olduğumuz her imkan bizi ya cennete götürecek veya cehenneme sürükleyecek bir vasıtadır. Yani her imkanımız bizler için birer hayat gemisidir. Hepimiz o gemiyle âlemlerin Rabbinin huzuruna yolcu oluyoruz. Ama yalnızca, gemisini Allah’ın rızasına uygun şekilde idare edenler Allah Zülcelâl’in güzel müjdelerine kavuşarak cennet limanına ulaşıyor.

Hayatımızın kesinlikle sona ereceğini ilim de akıl da teyit etmektedir. Dolayısıyla dünya hayatı fânî bir hayattır. Buradaki herkes bir gurbetten dönmeye hazırlanan birer yolcu gibidir. İnsanlar gurbet hayatından bir gün dönüş yaptığı gibi bizler de fânî hayattan ebedî olan hayata muhakkak ki dönüş yapacağız. Bu gurbet hayatımız dünyada aldığımız ilk nefesle başlayıp vereceğimiz son nefesle tamamlanacaktır. Bu iki nefes arasındaki bütün hadiseler bir anda gözümüzün önünden kaybolacaktır. O son nefesimizde eğer Allah Zülcelâl Hazretlerinin “Gel, ey kulum! Senden razı oldum, senin yerin cennetin şurasıdır.” hitabının muhatabı olursak gurbet hayatını en güzel şekilde değerlendirenlerden oluruz. Eğer son nefeste “Git, ey kulum! Senin yerin cehennemin şurasıdır.” hitabının muhatabı olursak bize kimsenin yardım etmesi mümkün değildir.  Demek oluyor ki bu fânî dünya hayatında her nefesimizi bir şeylerle değiştiriyoruz. Bu takasın karşılığında ya Allah’ın rızası vardır ya da Allah’ın gazabı.

Dünya hayatında imkan elimizdeyken kendimize çekilip ihmalkarlıklarımızı terk etmeli, hazırlıklarımızı en güzel şekilde yapmanın gayreti içerisinde olmalıyız. Bunun için de sürekli düşünmeli, her gün bir önceki halimizden daha ileri doğru gitmenin gayreti içerisinde olmalıyız. Geçici dünya nimetleriyle aldanıp ahiretimizi ihmal etmemeliyiz. Bunun için de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) dünya nimetlerine haris olmamamız hususundaki şu ikazına kulak vermeliyiz:

“Dünya hususunda daima kendinizden alt derecede olanlara bakınız.”

Hasta iseniz daha hasta olanları, fakirseniz daha muhtaçları, çile ve meşakkat çekiyorsanız daha muzdarip durumda olanları düşününüz.

“Dininizde ise Allah’ın emir ve yasaklarına sizden daha güzel bir şekilde tabi olanlara bakınız.”

Rabbim bu ikazların icabına göre hareket edebilmeyi ve cennetin en üst derecelerinde sevdikleriyle bir araya gelebilmeyi her birimize nasib eylesin.