İçeriğe geç
Anasayfa » Paradigmamız Oluşurken: Çevrenin Kişiliğimize Etkileri

Paradigmamız Oluşurken: Çevrenin Kişiliğimize Etkileri

Hayata ve dünyaya bakış açımız, yaşam felsefemiz, dünya görüşümüz, inançlarımız, değerlerimiz, hedeflerimiz, ilkelerimiz, tutkularımız, duygularımız, mantığımız ve yaklaşımlarımızın tamamı paradigmamızı oluşturmaktadır. Yani bütün davranışlarımızın temelinde paradigmamız yatmaktadır.

İç ve dış dünyamızı, yaşamı ve yaşadığımız ortamı algılama ve yorumlama biçimi olarak tanımlanan paradigma ya irademiz dışında çevreden gelen telkinler tarafından kendiliğinden oluşur ya da onu bilinçli olarak kendimiz oluştururuz.

Eğer paradigmamızın oluşum sürecinin farkında değilsek ve onun doğru yönde gelişimi için gerekli müdahaleleri yapmıyorsak paradigmamız bizim irademiz dışında oluşacaktır. Bu durumda eğer paradigmamızı etkileyen ve yönlendiren dış faktörler onu batıl yöne doğru yönlendiren faktörler ise sonuç hiç de iç açıcı olmayacak demektir. Rüzgârın önündeki kuru bir yaprak gibi, dışarıdan gelen saptırıcı, çeldirici etkiler bizi, Allah’ın muradının dışına doğru sürükleyecek ve sonucu hiç de hayır olmayan inançlara, bakış açılarına, algılama ve yorumlama biçimlerine doğru bizi götürecektir.

Dışarıdan gelen etkiler genellikle sosyal çevremiz, izlediğimiz medya kanalları (Televizyon, facebook, twetter vs.) ve okumalarımızdan gelen telkinlerdir. Bu telkinler bizim paradigmamızın temel oluşturucuları konumundadırlar. Ancak genelde insanlar yaşam tarzlarıyla ilgili olarak “Bu benim kendi tercihim” diye düşünürler ve çevrenin etkisiyle değil, tamamen kendi tercihleriyle hareket ettiklerini iddia ederler. Evet, yaşam tercihleri görünüşte kendi kişisel tercihlerinden ibarettir ancak o kişisel tercihlerin arka planında kişinin paradigması vardır ve paradigma tamamen denetlenmemiş dış telkinler sonucu oluşur. Yani dış etkiler tercihlerimizi doğrudan yönlendirmezler, oluşturdukları paradigmalarımız yoluyla ve dolaylı olarak etkilerler. İşte bu yüzden tercihlerimiz, tamamen kendi özgür irademizin sonucuymuş yanılgısı oluştururlar.

Bu gün çevremiz, irademizi aşan ve denetleyemeyeceğimiz, değiştiremeyeceğimiz sosyal çevre, televizyon, telefon ve diğer sosyal medya araçları tarafından sarılmış ve işgal edilmiş durumdadır. Ve eğer biz, inançlarımızın oluşmasına etkin olarak müdahale etmezsek onun oluşmasını bu çevresel faktörlere bırakmışız demektir. Bu durumda paradigmamızın oluşma sürecine müdahalemiz, ebedi geleceğimiz açısından son derece önemli hale gelmiştir. Ya biz müdahale edip Allah’ın rızasına uygun bir paradigma geliştireceğiz ya da değiştiremeyeceğimiz çevremizden gelen etkenlerin ölümcül rüzgarına kendimizi bırakacağız.

Eğer paradigmamızı kendi irademizle oluşturmak istiyorsak bu takdirde onun oluşum süreci şu şekilde gelişecektir:

1- Bilinçli olarak düzenlediğimiz iç telkinler

2- Tercih ettiğimiz ve tercihimize göre yönlendirdiğimiz çevresel (dış) telkinler

3- Tercih ettiğimiz okumalarımızdan aldığımız telkinler

Dikkat edilirse bilinçli paradigma oluşturmada öncelikli ve etkili faktör, bilinçli iç telkinlerdir. Dışarıdan gelecek etkili uygunsuz telkinlerin bertaraf edilmesi için etkili iç telkinler gerekmektedir. Tam bu nokta bizim için hayati önem taşımaktadır. Çevremiz, herhangi bir şekilde değiştiremeyeceğimiz olumsuz etkenlerle doluysa bunların etkilerinden kurtulmanın yolu bilinçli olarak düzenlediğimiz iç telkinler olmaktadır. İşte tasavvuf isimli sistem tam da bunu yapmaktadır. Günlük zikir ve tesbihatlarımız, rabıta-i mevt ve rabıta-i mürşid bilinçli iç telkin teknikleridir. Mürşid ve ihvandan oluşan sosyal çevre bilinçli olarak tercih ettiğimiz çevredir. Günlük olarak okunacak evrad, ayetler ve dualar tercih edilen okumalardır. Görüldüğü gibi günümüzde çevremizden gelen güçlü ve yıkıcı telkinlerle mücadele edebilmenin yolu, tasavvufun sistematize ettiği eğitim ve terbiye tekniklerinden geçmektedir.

Tasavvufun sistematize ettiği bu teknikler bizzat Kur’an’ın emirleridir. Şu ayetler bu durumu anlamamız için yeterli olacaktır:

“Ve yine onlar, günah işledikleri veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı (zikrederler) hatırlarlar ve hemen günahlarına istiğfar ederler.”1

“Beni hatırlayınız ki ben de sizi hatırlayayım. Bana şükredin ve nankörce küfretmeyin.”2

“Allah’ı, ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken zikredenler (ananlar).”3

“Dikkat edin, dinleyin! Kalpler Allah’ın zikriyle (anılmasıyla) mutmain olur.”4

“Öyle adamlar ki… Onları ne ticaret, ne alış-veriş Allah’ı anmaktan ve namazı ikame etmekten alıkoyamaz.”5

Bu ayetlerde geçen “zekerû, uzkurû, ellezîne yezkürûne ve zikr” kelimelerinin anmak, hatırlamak anlamında olduğu açıktır. Başka ayetlerde geçen ve Kur’an, namaz gibi anlamlara gelen “zikr” kelimesinden farklı anlama sahiptirler. Zihnen ve hayal olarak anmak, hatırlamak anlamındadırlar.

“Muhakkak ki namaz kılarken Rabbinin ismini söyleyerek kendini tezkiye eden (arındıran) kurtuldu…”6

“Rabbinin ismini söyle ve her şeyden kesilerek O’na yönel.”7

“Sabah-akşam Rabbinin ismini söyle (zikret).”8

“En yüce azamet sahibi olan Rabbini, ismi ile tesbih et.”9

“En yüce olan Rabbinin ismini tesbih et.”10

Bu ayetlerde geçen “zekkir isme rabbik” ifadesine dikkat edilmelidir. Bu ifadeler Allah’ı sadece zihnen hatırlamayı değil, O’nun yüce ismini/isimlerini dilimizle ifade etmemizi emretmektedir. Bazılarının iddia ettikleri gibi Kur’an-ı Kerîm’de zikir kelimesi sadece Kur’an veya namaz anlamlarında kullanılmamıştır. i


1 Âl-i İmran, 3/135

2 Bakara, 2/152

3 Âl-i İmran, 3/191

4 Ra’d, 13/28

5 Nur, 24/37

6 A’lâ, 87/14-15

7 Müzzemmil, 73/8

8 İnsan, 76/25

9 Vakıa, 56/74, 96

10 A’lâ, 87/1