İçeriğe geç
Anasayfa » Düşündüklerinin Ne Kadarı Senin?

Düşündüklerinin Ne Kadarı Senin?

Zihnimizden geçen düşüncelerin bize ait olup olmadığını hiç düşündünüz mü? Düşündüklerimiz ya da hissettiklerimiz gerçekten bizim istediklerimiz mi? Yoksa bunlar başkası tarafından mı yönlendiriliyor; biz hissettiğimizi ya da düşündüğümüzü mü zannediyoruz?

“Yok, canım, o kadar da olmaz; uzaylılar mı var ki zihnimizi kontrol etsinler.” demeyin. İnsana ilk başta tuhaf bir fikir gibi geliyor. Bilim kurgu filmindeki sahneler belki de gözünüzde canlanıyor.

Peki, Hasan Sabbah adını hiç duydunuz mu? Ülkesi, krallığı olmamasına rağmen zihinlerini kontrol ettiği adamları sayesinde çok güçlü hükümdarları bile korkuttuğunu biliyor muydunuz, hem de bundan yüzlerce yıl önce. Ya Firavunun, gözlerinin önünde öldüğü halde, etkisinin çok uzun zamanlar İsrailoğullarının zihninde devam ettiğini duymuş muydunuz?

Uzun yıllardır insanlar zihni kontrol etmeye çalışmışlardır. Bazen sihir/büyü, bazen hipnoz ya da telkin gibi yöntemler kullansalar da uzun ve kalıcı etkiye sahip olamamışlardır ama pes de etmemişlerdir. İnsanlar teknolojinin gelişmesiyle birlikte farklı yöntemler kullanmaya başlamışlardır. Özellikle bilgisayar ve televizyon bu alanda bir dönüm noktası olmuştur.

Bir bilgisayar, herhangi bir insanın beyin faaliyetini çözümleyerek ekrana yansıtabiliyor. Aynı zamanda beyin faaliyetini etkileyecek ve kontrol edecek dalgalar gönderebiliyor. Geçmişte bu amaçla insanların kafalarına elektrotlar yerleştirerek deneyler yapılmıştır. 1960’larda hayvanlar üzerinde yapılan “radyo sinyalleriyle yönlendirme deneyleri”, sonradan psikologlar tarafından Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Esir askerlerin kafasına elektrotlar yerleştirilmiş, sonra ellerine bıçaklar verilmiş ve birbirlerini öldürmeye yönlendirilmişlerdir.

Yıllar önce başlayan zihin kontrolüyle ilgili bu tür araştırmalar ve deneyler ara verilmeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak bu kaba metotlar, yerini artık daha teknolojik yöntemlere bırakmıştır; şimdilerde her şey uzaktan gerçekleştirilebilmektedir. Günümüzde Vietnam askerleri gibi beynimize elektrotlar yerleştirilmiyor ama onlar gibi ellerimize silahlar verilerek birbirimizi öldürmemiz için yönlendiriliyoruz. Yaşadığımız coğrafyayı yavaş yavaş kan gölüne çeviriyorlar ve biz bunu umursamıyoruz.

Acıma hissimiz devre dışı bırakılarak, ölen Müslüman kardeşlerimiz için çok derin bir üzüntü duymuyoruz. Haberlerin sunuş tarzı, bizim hangi olaya ne kadar üzüleceğimizi belirliyor. 1992’deki Körfez Savaşı’nda öldürülen binlerce insana, aynı savaş esnasında petrole bulanan pelikanlar kadar üzülmedik mesela. Tıpkı bugün işgal altındaki Filistin, Arakan’da öldürülen çocuklara, buz kütleleri arasına sıkışmış bir balina kadar üzülmediğimiz gibi… Bir ünlü arabesk şarkıcısının ölümüyle yıkılan Türkiye’nin, aynı gün ölen Suriyeli yüz elli Müslüman kardeşine üzülmediği gibi…

Hangi olaya üzülmemiz isteniyorsa o olay hüzünlü bir fon müziği eşliğinde acıklı cümlelerle, manevi elektrotlarla beynimize gönderiliyor ve biz içimizden gelene değil, yüreğimizin parçalanması gerekene değil, başkalarının istediklerine üzülüyoruz.

Hangi olaya sevinmemiz ya da gülmemiz isteniyorsa, onun üzerine gülme replikleri yerleştirerek, neye güleceğimize bile onlar karar veriyor. Onun için ağlanacak halimize, abuk sabuk ve bazen de değerlerimizle alay eden esprilere hiç gocunmadan gülebiliyoruz.

Bu durum sadece haberlerle sınırlı olsa işimiz kolaylaşırdı. Haberleri izlemeyiverirdik olur biterdi. Maalesef bu kadar kolay değil. Reklamlardan tutun da dizilere, filmlere, çocuk programlarına kadar birçok alanda zihnimize hücum ediyorlar. Bizim en değerli varlığımızı, bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimizi bizden çalıyorlar.

Japonya’da 1 Aralık 1997’de “Pokemon” adlı bir çizgi filmi izleyen 700 kadar çocuk epilepsi nöbetleri ile hastaneye kaldırılmıştır. Buna televizyon epidemisine, kırmızı ışığın saniyede 10 ila 3030 defa kesintiler halinde verilmesi yol açmıştır. Kesintiler halinde hızla geçen kırmızı ışık ilk önce beyin damarlarında spazm oluşmasına, sonra da bayılma, kasılma ve boğulma hissine sebep olmuştur. Bu kadar çocuğun beynine girmek için sadece iki şey kullanılmıştır: Televizyon ekranı ve bilgisayar monitörü.

Bugün bu iki alet neredeyse bütün Müslümanların evine girmiş durumda. Bunların kontrolünü acaba ne kadar sağlayabiliyoruz? Bu aletlerin bu kadar tehlikeli olduğundan kaç Müslüman haberdardır? Ya da tehlikenin farkında olan Müslümanlardan kaçı tedbirini alabilmiştir veya bu işin derdini taşıyordur?

Dinimiz; canı ve malı koruduğu gibi, aklı da korumayı esas almıştır. Bu değerlere herhangi bir şekilde zarar verilmesini yasakladığı için alkol, uyuşturucu ve sarhoş edici her şeyi haram kılmıştır. Müslümanlar, canını ve malını korumak için bir takım tedbirler alsa da aynı hassasiyeti maalesef aklı korumada göstermiyorlar. Bilmiyorlar mı ki, aklını koruyamayan insan, ne canını koruyabilir ne de malını…

“Ey iman edenler!.. Şüphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir.”1

“… Allah, azabı akıllarını kullanmayanlara verir.”2

“Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”3

1 Enfâl, 8/22.

2 Yûnus 10/100.

3 Enbiyâ, 21/10.