İçeriğe geç
Anasayfa » NAKLİN KARŞISINDA AKLIN ACİZLİĞİ

NAKLİN KARŞISINDA AKLIN ACİZLİĞİ

 

İslam’da deliller, bilginin kaynağı bakımından naklî delil ve aklî delil şeklinde ikiye ayrılır. Naklî delil, oluşumunda müçtehidin katkısı olmayan (rey ve akıl bulunmayan), bütün öncülleri nakle dayanan delildir. Bir diğer ifadeyle Vahiy (Kitap ve Sünnet)’dir. Aklî delil ise naklî delil ile bağlantılı olmakla birlikte, aklî muhakeme ve beşerî yorumun ağırlıkta olduğu, bütün öncülleri akla dayanan delildir. Diğer bir ifadeyle Akıl ve Duyu Organları (Havass-ı Selime)’dır.

Akıl sahipleri Kur’ân’da övülmüş ve müjdelenen insanlar arasında sayılmıştır.[1] Ülü’l-elbâb, çok akıllı olanlar için kullanılan bir ifadedir ve Kur’ân’da 16 defa geçmektedir. Akıl sahiplerine seslenerek Allah’a karşı gelmekten sakınılması emredilmiş[2]; ancak akıl sahiplerinin, gerçekleri anlayabileceği[3], öğüt alacağı[4] ve Kur’ân’ın, akıl sahipleri öğüt alsın diye gönderildiği[5] bildirilmiştir.

Âyetlerde de görüldüğü üzere Kur’ân akıl üzerinde çok durmuş, aklın vahyin ışığında şekillenmesini istemiştir. Çünkü akıl, cüz’î bir iradenin, vahiy ise küllî bir iradenin ürünüdür. Vahiy olmadan akıl gerçek işlevini yerine getiremez. Akıl; imanın ve İslam’ın emrinde en büyük nimettir. Ama aklı vahye değil de vahyi akla uydurmaya çalışırsak bu da sebeb-i felaketimiz olur.

Kur’ân âyetlerini akla uymadığı için tevil etmek, hadisleri akıl ve mantığa uymadığı gerekçesiyle ayıklamak, elemek ya da kabul etmemek aklın yanılmazlığını kabul edip onu putlaştırmak olur. Her insan kendi akılını beğenir. Her aklını beğenen, akla uygun değildir diye bir hadisi reddetse, bir âyeti tevil etse elimizde ne hadis kalır ne de din…

Günümüz insanı artık birçok şeyi bilimsel verilere göre değerlendirmektedir. Bilimin onayladığı şeyi doğru kabul etmektedir. Unutulmamalıdır ki bilim, vahyin gerisinden gelmektedir. Bugün için bizim aklımıza yatmasa bile, Peygamberimiz’in yaptığı her davranışın, söylediği her sözün faydasını ve hikmetini ancak bilim ortaya çıkardıkça kabul etmişiz. Misvağı zamanında odun parçası olarak görenler, bilimin kırk kadar faydasını ispat etmesinden sonra anlayabildiler ondaki hikmeti. Tıpkı sağ tarafa yatmanın kalbin ritmini düzenlediğini; suyu üç yudumda ve oturarak içmenin midenin işleyişini rahatlattığını; sabah namazından sonra yatmamanın ve öğle vakti yarım saatle bir saat arasında uyumanın (kaylûle), günü verimli ve dinç bir şekilde geçirmeye yardımcı olduğunu; yemek yerken mideye yemek, su ve havayı eşit şekilde doldurmanın birçok hastalığı engellediğini bilimin ispat etmesi gibi… Bilim ispat edene kadar hadise de âyete de hep şüphe ile bakmış, akıl ve mantığımız onu kavrayamadığı için reddetmişiz.

Rabbim bu konuda da “Hayır, onlar ilmini kavrayamadıkları ve açıklaması gelmeyen şeyleri yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Bak zalimlerin sonu nasıl oldu.”[6] buyurur. Aklın kavrayamadığını reddedenin zalim olduğunu ve zalimlerin sonunun da felaketle sonuçlanacağını bize bildirmiştir.

Akıl, bir hadisi kavrayamıyorsa, bugüne kadar gelip geçen akıllar bu konuda neler söylemiş, onlar nasıl izah etmiş diye şerhlere bakılır, başka akıllardan faydalanılır. “Yok, benim geçmişin ilmine güvenim yok.” diyorsan o zaman oturup tekerleği yeniden keşfederek işe başla…

 

 

[1] Zümer, 39/17-18.

[2] Bakara, 2/197.

[3] Bakara, 2/269; Âl-i İmrân, 3/7.

[4] Ra‘d 13/19; Zümer, 39/9.

[5] İbrâhîm, 14/52; Sâd, 38/29.

[6] Yûnus 10/39.