İçeriğe geç
Anasayfa » İLÂHÎ İRADEYE TESLİMİYET

İLÂHÎ İRADEYE TESLİMİYET

Hamd-ü senâlar Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne, salât-u selâmlar Allah-u Teâlâ’nın Habîbine ve bilcümle enbiya ve rasûllerine, onların âl ve ashâbına ve hususen Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in âl ve ashâbına ve kıyâmet gününe kadar tâbiîn ve tebe-i tâbiînler üzerine olsun.

Ve yine Reyhan’dan;

Reyhan dergimizde, mânen Reyhan’ın sedâlarını duyma fırsatını bizlere bahşeyleyen, reyhanı yaratıp, reyhâsıyla bizleri reyhâlandıran ve aynı zamanda o reyhâ vasıtasıyla bizleri kendisine ulaştıran Allah-u Teâlâ’ya (c.c) sonsuz şükürler olsun.

Reyhan der ki:

Sonbahar gelir solarım, sararırım, sonbaharın rüzgarlarıyla kuruyup, dökülür, çürüyüp yok olur gibi olurum.

İlkbahar gelince yine neşeli ve yeni bir hayata kavuşurum. Ey insanlar, bir yok oluşuma, bir de dirilişime bakın!

Benim neşeli bir hayata göz açtığım gibi sizler de bir hayata göz açmıştınız. Göz açtığınız andan itibaren sizler de yavaş yavaş sararıp, solmaya başladınız. Sizler de bir gün ölüp, çürüyecek ardından tekrar dirileceksiniz. Ama sizin dirilişiniz bizim dirilmemize hiç benzemez.

Ahh!

Sizin ölüm anındaki meşakkatiniz,

Derin hasretlikleriniz,

Kabir karanlığında göz açacağınız zamandaki korkunç anınız,

Kabirden elli bin yıllık yolculuğun başladığı an sırtınızda taşıyamayacağınız kadar ağır yüklerle ateşin gölgeleri altında sürüneceğiniz günler,

Ve Rabbinizin huzurunda hesap vereceğiniz an,

Ve daha sonra izah edilemeyecek kadar dehşet dolu günler.

Artık kendinize gelin ve en azından bizim gibi çiçeklere bakarak kendinize çeki düzen verin. Allah-u Teâlâ, sizlere ölümü hatırlatmak için bizleri yaratmıştır. Onun için baharlarda dirilir, sonbaharlarda yok oluruz. Sizleri uyarmak için bu imtihandan geçmekteyiz.

Bizlerden ibret alıp kendinize çekilince, kendinizden de alacağınız ibretlerin olduğunu daha yakından görürsünüz. O zaman her akşam ölür, her sabah yeniden dirilirsiniz.

Yine bizler beklenen o güne faydalı kazanç sağlamanın, hayırlı işlerle meşgul olmakla mümkün olduğunu kavramanız için Rabbimizi hiçbir zaman unutmayıp sürekli olarak tesbih eder, sizlerin önünde her sonbaharda ölür ilkbaharda diriliriz. Amma siz ibret almayı düşünemediğiniz için uyanamıyor, dolayısıyla da Rabbinizi unutuyorsunuz.

Tesbih, Rabbimizin eserlerinde, işlerinde ve yarattıklarında hiçbir eksikliği olmadığını mânen tasdik etmek demek olup, bitkiler bu tasdiki hal lisanlarıyla ispat ederek bizleri îkaz etmek için âdeta haykırırlar.

“İşte bahar geldi, bakın reyhana, bakın diğer çiçeklere, bakın köklü ve köksüz bitki ve ağaçlara! O köklü ve köksüz ağaçlar baharda hayata kavuşunca, dünyamızda yeni bir hayat, sonsuz güzellikte manzaralar görülünce “Ey Rabbimiz! Ne güzel ve ne büyük Müheymin’sin!” diye halleriyle seslenirler. Ve “Bizi çürütüp yok etmiştin, elhamdülillah. Hiçbir evsafımızı değiştirmeden her cins bitkiyi yarattığın gibi bizi de aynen dirilttin,” deyip şükür secdesi yapmak üzere secdeye kapanırlar. Âyette ifade edildiği üzere:

“Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.” [1]

Biz, sizler için, Allah-u Teâlâ (c.c)’nın eserlerinin, ef’âl ve sıfatlarının şahitleriyiz.

Şimdi, nasıl ilkbaharda Allah-u Teâlâ (c.c)’nın Müheymin isminin şahitleri olduğumuzun sohbetini yapmaya başlayalım.

Allah (c.c) Müheymin’dir. Her şeyi, her zerreyi ve kürreyi olduğu gibi muhafaza edici olduğunu, bitkilerin zerrecik misâli tohumlarını toprağın en üst tabakasında, sıfırın altındaki dondurucu soğuklarda ve yanmış arazilerdeki kavurucu sıcaklarda şekillerini, reyhâlarını ve özelliklerini değiştirmeden koruyarak bizlere göstermektedir. Bu dünyanın yaratılışından beri devam eden ve kıyamete kadar da devam edecek olan ilâhî bir kanundur.

Bitkiler ve ağaçlar bu ilâhî kanuna, yani irâde-i İslâmiyye’ye teslim oldukları için mutlu yaşarlar, mutlu bir şekilde ölüp, mutlu bir şekilde dirilirler.

Reyhân der ki:

Biz, ezelde ilâhî iradeye teslim olmuşuz. Bu gün de bu teslimiyetimiz devam etmektedir. Biz bütün varlığımızla Rabbimize teslim olduğumuz için bize bakanlar itâatimizin sürekli olduğunu görürler.

Akıllı varlıklar, biraz dikkat ederek bizim Rabbimize teslimiyetimizden meydana gelen huzur ve sükûneti kavrayabilmiş olsaydılar, hesap günü “Ahh! Ne olaydı da bizler de bitkiler gibi Rabbimize teslim olup, tevekkül ederek huzur ve sükûn içinde yaşasaydık,” dememek için dünya hayatında tazarru ve niyazla Âlemlerin  Rabb’ine yönelip hatalarının afvı için yalvarırlardı.

Şimdi dikkatinizi bir başka hususa çekmek isterim:

Mâlum olduğu üzere kâinattaki varlıkların bazılarına nefis ve akıl verilmiştir. Onlara nefis ve akıl verildikten sonra irâde-i cüz’iyye de verilmiştir. Bu varlıklar cüz’î iradelerini kendi istedikleri gibi değil de irâdeyi verenin istediği gibi kullanmayı tercih ederseler, hayatlarına huzur ve mutluluk içerisinde devam ederler. Şayet bu varlıklar irâdelerini, kendilerine bu irâdeyi verenin istediği gibi kullanmazsalar, ancak kendilerine zulmetmiş olurlar.

Kâinatta akıl, irâde ve nefis sahiplerinin hayatı başladığı zamandan günümüze kadar insanlar içerisinde bir toplum, iradesinin bütününü severek ve kendi istekleriyle Rabblerine teslim ederek dünya ve âhiretin saâdetine ermişlerdir. Diğer bir toplum ise irâdelerini kendi hevâ ve heveslerinin arzularına göre kullanmak istediler. Bu isyankârlar bununla da kalmayarak başkalarının iradelerine de müdahale ederek onların hayatlarını da kendi hevâ ve heveslerine göre tanzim etmek istediler. Bu mücadeleleri neticesinde bazı insanların irâdelerine tahakküm ederek onları kendilerine köle ettiler. Onların arzularına karşı koyanlarla da şiddetli bir mücadele başlatarak mazlum insanlara zulmettiler. Ama onların farkında olmadıkları husus, yaptıkları bu eziyetlerle gerçekte başkalarına değil kendilerine zulmettikleriydi.

Allah-u Teâlâ (c.c) Kur’an-ı Kerim’de bu hususla ilgili olarak:

“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.”[2] buyurmaktadır.

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’an’dan önce gönderdiği ilâhî kitaplarda ve hususen Kur’an-ı Kerim’de:

“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara (ve onların içerisindeki bütün varlıklara) teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (mesuliyetinden) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok câhildir.

(Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.[3]

Âyette ifâde edildiği üzere yerler, gökler ve onların içerisindeki bütün varlıklar “Yâ Rabbî, Senin emanetini taşıma gücüne sahip değiliz,” diyerek acziyetlerini itiraf ettiler.

Akıllı yaratılan nefis sahipleri, büyük bir gaflete düşerek akıllarına güvenip bu emaneti yüklendiler. Yüklendikleri bu emanetlerin başında insana verilen cüz’î irâde gelir. Allah-u Teâlâ “Sizlere cüz’î irâde verdim, bunu kabul ettiniz mi?” diye sorunca insanlar “Kabul ettik!” dediler.

İrâde-i cüz’iyyeden maksat, kulun bütün irâdeyi kendi istediği gibi kullanabilmesi demek değildir. Yani irâdenin bütünü ona teslim edilmemiştir. Ölmek, öldürmek ve benzeri irâdeler insana verilmemiştir. Eğer insana ölmek gibi bir irade verilmiş olsaydı, insanlık âlemi içine sürüklendiği buhranlar sebebiyle çoktan kendisini ve etrafındaki insanları yok etmişti. İnsan biraz bunalıma girince kendini öldürür, insanlara karşı bir kin besleyince de bütün insanları katlederdi.

Kendilerine irâde verilen akıl ve nefis sahibi olan toplumlar birkaç kısma ayrılır:

Bir kısım insanlar sahip olduğumuz irâdeyi, “Bu irâdeyi bize verenin istediği şekilde kullanmalıyız.” derler. Çünkü “Bu irâdeyi yaratıp bizlere veren muhakkak irâdemizi nasıl kullanmamız gerektiğini en iyi bilendir.” diyerek irâdelerini ilâhî irâde ile birleştirip dünya ve âhiretin saâdetine ererler.

Tıpkı bir makine imalâtçısının veya araba imalâtçısının, o makinenin veya arabanın en verimli çalışma şeklini bilerek bunu kullanıcılarına tavsiye etmesi gibi.

Bir kısım insanlar ise, “Biz akıllıyız, irâdemizi en güzel şekilde de kullanabiliriz.” diyerek; irâdelerini, nefislerinin istek ve arzularına göre kullanırlar. Bunlar kendi yön ve istikametlerini kaybettikleri gibi diğer insanlara kötü örnek olmakla veya fiilî müdahale de bulunmakla yeryüzünü ifsâd ederler.

Bu gerçekleri tarih sayfalarında gördüğünüz gibi günümüz dünyasında da görmektesiniz. Bu gibi insanlar Kur’an-ı Kerim’de:

“O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesâda vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır.”[4] şeklinde bizlere tanıtılmıştır.

Bu hususlar hakkında teferruatlı bilgi aktarmak konumuzu aslî çizgisinden uzaklaştıracağı için sağlam kaynaklardan bu hususları araştırarak,

“…Ey akıl sahipleri! İbret alın.”[5] hükmüne uyup, gördüğümüz hadiselerden ibret alalım ki, hiç düşünmeden bunların peşine takılıp helak olanlardan olmayalım.

Bir diğer sınıfı teşkil eden toplumlar ise, beşerî irâdenin peşine takılanların başlarına gelen büyük felâketlere bakarak kendilerine bir kurtuluş yolu ararken, gaflete düşüp iradelerini hevâ ve heveslerinin arzularına göre yönlendirip, ne olduğunu anlayamadan kurtuluş yolundan uzaklaşarak, diğer sapıklaşanlar gibi yollarını şaşırırlar.

Bu topluluktakilerin her biri ayrı bir yola saparken, aynı zamanda her biri kendisinin en doğru yolda olduğunu zanneder. Bunların halleri ateş böceklerinin haline benzer. Pervanelerin yanan ateşin kendilerini ne büyük felakete sürükleyeceğini bilmeden etrafında dönüp dururken sonunda içine düştükleri gibi, bu gibi insanlar da bir şeyler yapıyorum zannıyla sağa sola koşarlar. Fakat bu davranışları boş bir hareketten başka bir şey ifade etmediğinden, bir gün pervaneler gibi çevresinde dolaştıkları felâket çukurlarının içine düşerler.

Bazı insanlar da yalnız kendi nefislerini terbiye ederek kurtuluşa ereceklerini zannederler. Bu gibiler zaman zaman seyr-ü sülûkla meşgûl olsalar dahi, rehbersiz olarak çıktıkları bu yolda çok kıymetli vakitlerini boşa harcarlar. Bu şekilde yola çıkanların pek azı tevfîkât-ı ilâhiyyeye ulaşıp, hidâyete ermişlerdir.

Evet; tekrar Reyhân’a dönelim.

O da içinde bulunduğu halle evimizdeki saksıdan bize bakıp hâl ve davranışlarımızı garipser bir şekilde bizlere seslenerek der ki:

“Ey bana hizmet edenler, bahçelerine benim gibi çiçekler dikip onlara hizmetkâr olanlar. Hiç değilse bizdeki güzel reyhâları teneffüs ederek kendinize gelin. Biraz insaf ederek kendi hâlinizi düşünün. Bak! Rabbimizin yarattığı günden bu yana, asırlar geçtiği halde şeklimiz, şemailimiz, reyhâmız hiç değişmiş midir? Ey beşerî irâdeye bağımlı olan insanlar! Hâlinize bir bakın, sizler kısa asırlarda ne hallerden ne hallere döndünüz. İşte bu hususa dikkatinizi çekerek kendi hâlinizi tefekkür edin. Biz asırlarca hiç değişmeden sizlerin huzuruna gelirken, bu kadar kısa süre içerisinde halden hâle dönüşünüzü nasıl izah edebilirsiniz?

Bizler ilâhî irâdeye teslim olduğumuz için Rabbimize teslimiyetimizin karşılığını yaşayıp, sunduğumuz nefis manzaralarla gözlerinize ziyafet çekerek, insanlık âlemine hem Rabbimizi tanıtmakta hem de güzel kokularımızla sizlerin hislerinize hitap etmekteyiz. Yâni bizler akıllarına mağrûr, nefislerinin esîri olanlara âyetler hükmünde deliller olarak nasihat etmekteyiz. Ne acıdır ki akılsızlar, önlerine geçtikleri nice akıllılara yol gösterirler, fakat akıllılar, sürü oluşlarından usanmaz ve utanmazlar.

Hâlbuki sizlerin içerisinde çok değişik sırlar mevcuttur. Bu sırları aklınızla araştırırsanız, içinde bulunduğunuz eksikliğin, Âlemlerin Rabb’inin irâdesine teslim olmayışınızdan meydana geldiğini öğrenirsiniz. Başkaları size, sizin esrârınızdan haber verecek olsaydı, gücenir ve darılırdınız. Ama ne yazık ki; sizler benim hâl lisânımdan anlamıyorsunuz.

Rabbim bana dil verseydi de size sırlarınızdan bir şeyler anlatmaya başlasaydım. Belki de o zaman sevip okşayarak sevdiğiniz beni bir darbede kırardınız. Ama ben Rabbime teslim olduğum için sizin bu davranışlarınızdan dolayı da hiç üzülmem. Rabbim beni yine var eder. Ben yok olsam dahi benden daha güzel reyhâları olan reyhânları yaratarak sizlerin hizmetine sunar.

Evet, dergimizdeki bu küçücük bahçede kısa bir zaman için de olsa bir arada yaşadık. Bu sayıdaki yazımın sonbaharı geldi sönüverdim. Rabbim dilerse gelecek yazı baharında bizleri yine kavuşturur. Ama Rabbim ona teslim olduğum için cennet baharlarında sevdikleriyle (siz de sevilirseniz) beraber olacağını haber verdiği için mutluyum. Sizlerde mutlu kalın.

Rabbimin izniyle ve yardımıyla bir sonraki mevsimde tekrar bu bahçede sizlerle buluşmayı dilerim. Bu arada sizlerin dikkatinizi de aşağıdaki Âyet-i Kerime’lere çekmek isterim.

Bu âyetleri okuyarak tefekkür ediniz:

“Ona rahatlık, güzel kokulu bir rızık ve Naîm cenneti vardır.”[6]

“Yapraklı dâneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.”[7]

Gelecek dergi sohbetimizde Rabbim murâd edip konuşturursa, sizlere revh-u reyhânı anlatmaya çalışacağız.

Allah (c.c)’ın selâmı, irâdesini ilâhî irâdeye teslim edenler üzerine olsun.

[1] Rahmân, 55/6

[2] Nahl, 16/33

[3] Ahzab, 33/72-73

[4] Bakara, 2/250

[5] Haşr, 59/2

[6] Vakıa, 56/89

[7] Rahmân, 55/12