İçeriğe geç
Anasayfa » ÜSLÛB-I HAYAT -ÖZLENEN BAHAR-

ÜSLÛB-I HAYAT -ÖZLENEN BAHAR-

Bir mevsimi baharına geldik ki alemin

Bülbül hamuş, havuz tehi, gülistan harab

Bir dürrü yekta isteyen Sezai

Sinesin misl-i sadef ol pak ider

 

Erzincan ovasında savaşa yanaşmayan Uzun Hasan’ın şerrinden emin olmak için annesini yanına alan Fatih, ordusuyla Trabzon’a doğru ilerliyordu. Uzun Hasan’ın annesi oğluyla anlaşma yapan Pontus kralını kurtarabilmek için her fırsatı değerlendiriyor Fatih’i bu fetihten vazgeçirmeye çabalıyordu. Nihayet ordu Zigana dağlarının sarp yamaçlarına, balta girmemiş ormanlara tırmanmaya başladı. Değil ordu ve koca toplar, tek başına bir askerin dahi bu yeşil denizi geçebilmesi mümkün görünmüyordu. Zaten bunu bildiği için Pontus Hükümdarı da dağlardan gelecek bir saldırıyı beklemiyordu. İşte bu en imkânsız noktadan şehre girmeye gayret eden Fatih en nihayet atından indi, cübbesinin eteklerini toplayıp belinin içine soktu. Baltalarla sürekli bağrına yol açılan ormanda bir er gibi ilerlemeye başladı. Cihan padişahının bu yalçın dağların zorlu sırtlarındaki halini gören Uzun Hasan’ın annesi fırsatı ganimet bilip Pontus’a merhamet dilenmeye başlar; “Ey Sultanım! Bu şehir için bu zahmete değer mi? Trabzon’dan elde edeceğin ganimet ve fayda ne ki bu hallere katlanırsın?” Padişahın cevabı dünyayı ve onun zahmetlerini nasıl bir zaviyeden değerlendirdiğini gösteriyor; “Trabzon’u fetihten maksat, kale fethetmek ve servet kazanmak değildir. Buraları Müslümanlara vatan yapmak, Allah’ın rızasını ve cihad sevabını kazanmaktır. Bu zahmet din (İslâm) içindir. Bundan ötürü çektiğimiz sıkıntılardan daha çoğunu da çeksek yine azdır.”

*          *         *

Biz yirmi birinci yüzyılın Müslümanları, son asırlarında daha önce hiç görülmemiş bir ivmeyle değişen bir dünyada bulmuşuz kendimizi. Eski zamanların asırlarda gördüğü değişimi belki her on senede görmüşüz, görüyoruz. Dünyadaki bu değişimler Avrupa’nın nass’tan akla yönelmesiyle başlar ve gelişir.

Avrupa’da kiliseye ve dine başkaldıran insan onun yerine kendi beynini ve onun mahsulü yaşama biçimini koyalı Avrupa ve onun etkisinde dalga dalga tüm dünya bu aynılaştırıcı değişimin etkisindedir. Değiştiriyor ama değişenlerin hepsi eskinin aksine birbirine benziyor. Avrupalının yozlaşan dine tepkisi bütün kutsalını toptan rafa kaldırmak şeklinde oldu. Sadece kültürel bir motif haline gelen Hıristiyanlık aslında dünyadan ziyade ahirete nazır dengesiz bakışıyla da bu sonu kolaylaştıran bir yapıya sahipti.

Ruhbanlığı kutsayan bu din karşısında Avrupalının tercih ettiği alternatif, aklı yegâne yol gösterici edinme ve nefsi nihai rıza makamı olarak belirlemesiydi. Avrupa bu değişimleri geçirirken ve yeni yolunda ihlâs ile ilerlerken dünyanın geri kalanı ama bilhassa Müslümanlar da kendi kadim yollarında geriliyorlardı. Ortaya koyduğu maddi güç ve kabiliyetler ve ürettikleri yeni dünya görüşü bütün baş döndürücülüğüyle Müslüman kitleleri kendine hem esir etti hem benzetti.

Başta teknoloji ve idari ıslahat gibi haklı gerekçelerle girilen taklit yolu beraberinde girdikleri ülkelere fikriyat ve hayat felsefesini de getirdi. Onların sosyal hayattaki kural ve usulleri hatta kullandıkları her türlü alet ve eşya dahi bizleri o hayat tarzına doğru götürdü. Mevlana “ Kalpten dile yol olduğu gibi dilden de kalbe yol vardır. Sevmediğin biri hakkında iyi şeyler söyleye söyleye sonunda onu seversin.” der.  Yani fikir zikri etkilediği gibi zikirde fikri etkiler. Aynı şekilde fikirlerin kendisinden sudûr eden işi kendi rengine boyaması gibi bir fikrin mahsulü işler ve ürünler de kendi renklerini onu yapana/kullanana vermektedir. Artık Müslümanlar diğer az gelişmiş ülkeler gibi kola içip kot pantolon giymekte, cep telefonları ve lüks ev aletlerine yatırım yapmakta, üniversitelerini eğitim ve öğretim sistemlerini onların sistemine göre işletmekte, hatta çocuklarını bile batılı nasıl yetiştiriyorsa aynı tarzda, aynı hedeflere yönelik ve aynı araçlarla yetiştirmektedir. Günümüz Müslümanı –ki sözde değil özde Müslüman olmaya gayret edenlerdir mevzu bahis olan- bu batının seralarında yetişmiş turfanda haliyle eski zamanlarda nurunu doğrudan İslam’dan alan bir medeniyetin bahçesinde yetişen ecdadına hayretler etmektedir. Muvaffakiyet ve ihlâslarını kavramakta zorlanmaktadır. Hâlbuki İslam tüm zamanlara hitap eden yapısıyla bu asın Müslümanlarına da destanlaşan bir toplum vaat etmektedir.

İçinde bulunduğumuz mevsimi suskun bülbüller, kurumuş havuzlar ve harab gül bahçelerinden kurtarıp özlenen İslam baharına döndürmek yine inci bekleyen sedefler gibi derununu pak etmekten geçiyor. Ümmi bir peygamberin tabileri olarak özünü, hedeflerini ve bu hedeflere ulaştıracak vasıtalarını saf İslami prensiplerden almak, hariçten gelen her türlü tortulardan temizlenmek Kuran-ı kerimde gösterilen kâmil mümin ve kâmil topluma gidişin belli başlı şartlarındandır. Batıl kafaların ürünü hikmet kırıntılarından özünü temizlemek, onların günlük yaşantı şeklinden alışkanlıklarından uzak bulunmak ve kendi din ve medeniyetinin sosyal araçlarını kullanarak yükselmek… “Kem alet ile kemâlât olmaz” sözü de bunun bir ifadesi olsa gerektir.