İçeriğe geç
Anasayfa » GERÇEK MÜSLÜMAN CİHÂD EDEN VE CİHÂDA TEŞVİK EDENDİR

GERÇEK MÜSLÜMAN CİHÂD EDEN VE CİHÂDA TEŞVİK EDENDİR

 

 

“(Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmayacaksın. Müminleri de teşvik et. Olur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar, (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.

Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” [1]

Uhud savaşından sonra müşriklerin reisi olan Ebu Süfyan, Rasûlullah (s.a.v) ile gelecek sene Bedr-i Suğra denen yerde harbetmek üzere sözleşmişti. Belirlenen vakit gelince Rasûlullah (s.a.v) cihada davet etti. Bazılarının savaştan çekinmeleri üzerine yukarıdaki Âyet-i Kerimeler indi. Bu Âyet-i Kerimelerde Allah (c.c.) savaştan geri kalan müminlere sitem etmiş, tek başına da olsa Rasûlullah (s.a.v) Efendimizi savaşmakla mükellef tutmuş ve Müslümanları da savaşa teşvik etmesini emir buyurmuştur. Özellikle savaş konusunda aracılık yapmanın büyük sevaba vesile olacağı bildirilirken, cihaddan alıkoymanın da büyük bir vebali gerektirdiği ifade edilmiştir.

Bir Hadis-i Şerifte Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, bu yüce İslam dâvâsı için tek başına da kalsa ölünceye kadar savaşacağını bildirerek bizleri bu yolda cihada teşvik ederek şöyle buyurmaktadır:

“Canım (kudret) elinde olan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki, bu işim için (yani İslâm’ı hâkim kılmak için) boynum bedenimden ayrılıncaya kadar kâfirlerle savaşacağım ve elbette Allah (c.c.) emrini yerine getirecektir.” [2]

Efendimiz (s.a.v)’in dünyadan ayrılışından sonra, dinden dönme hadiseleri vuku bulduğunda mürtedlerle savaş konusunda Ebu Bekr-i Sıddık (r.a)ın:

“Sağ elim, bu hususta bana muhalefet edecek olursa elbette sol elimle cihad ederim”[3] sözü de bu davadaki azim ve kararlığını göstermektedir.

Aynı şekilde İran Seferi sırasında orduda beliren gevşeklik üzerine Yavuz Sultan Selim’in: “Karılarının yanına dönmek isteyenler dönsün. Siz gelmezseniz ben tek başına gider savaşırım” sözü de bu ruhla söylenmiş bir sözdür. Şüphe yok ki, mürtedlerle savaş konusunda ashab-ı kiram Ebu Bekir (r.a)’in yanında yer aldığı gibi Yavuz Sultan Selim’in ordusu da ondan ayrılmadılar ve zafere kavuştular,

Bu İslam davası, mal ve can isteyen yüce bir davadır. Korkakların menfaatçilerin ve basit hesaplar peşinde olanların bu davada yeri yoktur. Bundan dolayı Tevbe Sûresi’nde Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir.  Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır!  O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) en büyük saadettir.”[4]

Mekke’de ikinci Akabe Biatı sırasında Ensardan 70 kişi Rasûlullah (s.a.v)’a biat ederlerken içlerinden Abdullah b. Revaha, “Ya Rasûlallah! Rabbin ve senin için şartların nedir?” demişti. Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:

“Rabbim için şartım O’na ibadet etmeniz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızdır. Kendi hakkımdaki şartım da canlarınızı ve mallarınızı nasıl müdafaa ediyorsanız beni de öyle savunmanızdır.” Tekrar soruldu: “Böyle yaparsak bize ne vardır?” Rasûlullah (s.a.v) “Cennet vardır” diye cevap verdi. Onlar da “Ne kârlı alış veriş! Bundan ne döneriz, nede dönülmesini isteriz.” dediler. İşte yukarıdaki Âyet-i Kerime bunlar hakkında nazil oldu.

Ashab-ı kiram en kârlı alış verişi gerçekleştirmek için yarış halindeydi. Bir kısmı bu büyük alış verişi gerçekleştiriyor diğerleri de sabırsızlıkla bekliyordu. Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.

Çünkü Allah sadakat gösterenleri sadakatleri sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara, dilerse azap edecek yahut da (tövbe ederlerse) tövbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah affedici ve merhamet edicidir.”[5]

Tebuk seferinden geri kalan münafıkların acı sonlarını haber veren Rabbimiz, Müslüman oldukları halde geri kalan üç sahabenin: Kaab b. Malik, Hilâl b. Ümeyye, Mürare b. Rebia, günlerce gözyaşı döküp yalvardıktan sonra tövbelerinin kabul edildiğini bildirerek Allah’ın dinine yardım konusunda samimi Müslümanların bir ve beraber olmalarını emrederek şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.”[6]

Yani, imanında, amelinde, ahdinde, sözünde ve özünde doğru olanları, hakikatten ayrılmayanları tercih ve iltizam edin. Bu konuda Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der:

“Her hususta sadık olanların maiyetinde bulununuz, sadıkların velayet ve refakatlerinden ayrılmayınız. Yani münafıklardan sakınıp Muhammed (s.a.v) ve ashabı gibi sadıklara yar ve yaver olunuz. Onlar gibi özü doğru, sözü doğru, işi doğru olunuz,  onlara uyunuz.”

“Sadıklarla olunuz” ifadesi “Siz de sadıklardan olunuz, onların yolunda yürüyünüz, bu yolda her türlü zorluğa katlanınız” şeklinde de izah edilmiştir.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de İslam düşmanlarının en büyük korkusu, samimî ve sâdık müslümanlardır. Bundan dolayı, bütün zehirli oklarını onlar üzerine çevirmiş, onları dağıtmak için her türlü hile ve entrikaya başvurmaktadırlar. Bize düşen samimî müslümanlarla beraber Allah yolunda cihad etmek ve cihada teşvik etmektir. Zafer Allah’tandır.

 

[1] Nisâ 4/84–85

[2] Buhâri, Şurût:15, No: 2581, 2/975

[3] Kurtubi 5/189

[4] Tevbe  9/111

[5] Ahzâb 33/23–24

[6] Tevbe 9/119