“Çok adaletli” anlamına gelen “el-Adl” ism-i cemîli Kur’ân-ı Kerim’de; “O ki seni yarattı, düzeltti ve dengeli yaptı.”[1] yetinde insanın vücut yapısının dengeli ve estetik olduğunu ifade etmek için “adl” kökünden gelen fiil kullanılmıştır.
Hâkimin hüküm verirken adaletle hükmetmesi,[2]
Noterin yazarken adaletle yazması,[3]
Kardeş toplumların arasını bulurken adaletli davranılması,[4]
Konuşurken bile adaletin gözetilmesi[5] emredilir Kur’ân-ı Kerim’de.
Adalet, eşitlik demek değildir.
Adalet: sözü ve işi dengeli yapmaktır.
Rabbimiz (c.c), saçımızdan tırnağımıza kadar neyi nereye koymuşsa hiç itirazımız yok.
“Benim gözüm omuzumda olsaydı, burnum dirseğimde olsaydı.” diyen yok.
Tabiattaki dengeye de itirazımız yok.
“Fildeki hortum, karıncada olsaydı, karıncanın ayakları filde olsaydı.” diyenimiz de yok.
Adamın biri bahçede kocaman ceviz ağacının, küçücük meyvesiyle yere yayılan kabağın, kocaman meyvesini görünce “Ya Rabbi bu da adalet mi? Kocaman cevize küçücük meyve vermişsin, küçük kabağa kocaman meyve vermişsin” derken ceviz ağacından bir tane ceviz başına düşer ve hemen kendine gelir: “Ya Rabbi ben hata ettim. Ya bu kabak başıma düşseydi, halim ne olurdu?” der ve tevbe eder.
Milâdî 1222 de vefat eden Şerişî, Makâmât-ı Harîrî’ye yazdığı şerhin dördüncü makâmesinin şerhinde Ali b. Ubeyd er-Reyhânî’nin: “Güzellik orandadır, estetik ise hareketlerin dengeli oluşundadır.” sözünü nakletmiş.
Bir şeyin oranını belirlemek için, kıyas yapacağımız sabit bir şey olmalı ve o sabit şeyde bütün insanlar ittifak etmelidir. Mesela tabiat, bizim için sabit güzellerden biri hatta birincisidir.
Tabiatı da Allah (c.c) yarattığına göre demek ki güzellikte oranın aslı esası Allah’ın yarattığıdır.
Rabbimizin iki türlü kanunu vardır:
1- Tabiat kanunları,
2- Kur’ân’daki kanunları.
Bizim, her şeyimizi kıyaslayacağımız bu iki kanundur.
Tabiat kanunlarında herkes ittifak ederken Kur’ân’ın kurallarında Müslüman olmayanlar ihtilaf ediyorlar.
Kanını, canını, tenini yaratan Allah’ın koyduğu kurallar, çıkar çevrelerinin çıkarlarını zedelediği için: “Allah’ın tabiat kanunlarına evet; ama Kur’ân’daki kurallarına hayır!” demeye devam ediyorlar.
Bunlar, çıkarları için suni yiyecek, giyecek ve içeceklerden vurgunu vurduktan sonra bu sanal maddelerden kendi yavruları da zarar görmeye başlayınca Hz. Âdem (a.s)’in soluduğu havayı, içtiği suyu, yediği organik buğdayı aramaya başladığı gibi Allah’ın koyduğu kurallara dönecekleri günler çok yakındır.
Tabiatı ve insanı bir denge üzerine yaratan Rabbimiz, peygamberler göndererek onları yeryüzünde adaletin öncüleri yapmış.
Hâkimler hâkimi olan Allah celle celâlühû, peygamberlerini seçmiş ve Dâvûd aleyhisselâma: “İnsanlar arasında hak ile hükmet.”[6] buyurmuş.
Sevgili peygamberimiz (s.a.v)’e de: “Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.”[7] buyurmuş.
Peygamberleri Allah (c.c) seçmiş, Hâkimleri de doğrudan sevgili peygamberimiz seçmiş.
Hâkimlik görevinin önemi ve şerefinin yüceliği nedeniyle, hâkimlerin atanması sünnete uyularak devlet başkanı tarafından yapılmış. Devlet başkanı da hâkimleri atarken, adayın ırkına, servetine, kabilesine, aşiretine, partisine bakarak atamayacak.
Adayın hukuk ve örf-adet bilgisine; diline, gözünün görmesine, adaletine, yaşantısının güzelliğine, aklının yeterliliğine, Kur’ân’ı, sünneti ve geçmiş fukahânın icmâ ve ihtilaflarını bilmesine ve anlamasına; özü ve sözü doğru olmasına, rüşvete boyun eğmemesine, davalı ile davacı arasında taraf tutmamasına; söz ve davranışlarda ikisine de eşit davranmasına, haklının korkmaması, haksızın ümit beslemesine yol açacak bakış ve sözlerden uzak durmasına, hâkimlik makâmının şerefini koruyabilecek şahsiyete sahip olmasına; tehditlere, tekliflere açık olmamasına; tatlı dilli, hüsn-i zanlı olmasına bakarak atayacak.
Hâkimi atayan devlet başkanının bu özelliklere sahip olmaması veya fâsık (açıktan/utanmadan günah işleyen) olması, bu özelliklere sahip olan hâkimin atanmasını engellemez.
Hâkim doğru olanı yaptığı sürece hâkimliğe ehliyeti devam eder. Ancak kendisini atayanın isteğine uyarak hukuku çiğner, haramı helal, helali haram yapmaya başlarsa ehliyeti düşer.
Eski dostlarının dışında, hâkim olduktan sonra edindiği dostlardan, hediye alamaz. Eski dostların hediyesi, eskiden olan âdetin dışına çıkıp fazlalaşmışsa yine kabul etmez. Hâkim; tanık, davacı ve davalıya telkinde bulunamaz.
Endülüs devleti zamanında bir papaz, kilisenin damında, az bulunan bir çiçek yetiştirir. Papaz o çiçeği çok sever. Kilisenin damında bir de keçisi vardır. Keçisini de çok sever. Bir gün bakar ki çiçek yenmiş. Kilisenin tepesine kimse çıkmadığı için, bu çiçeği keçi yedi zannıyla keçiyi damdan aşağıya atar ve keçi ölür.
Papaz, Müslüman hâkimin huzuruna çıkarılır. Hâkim, hayvanların yaptıklarından sorumlu olmadıklarını, eğer hayvanlar başkasına zarar verirlerse hayvan sahibinin zararı ödeyeceğini bildirdikten sonra papaza sorar: “Keçinin bu çiçeği yediğini sen gördün mü?” Papaz: “Hayır, görmedim.” Hâkim: “Peki gören var mı?” Papaz: “Hayır yok; ama dama benden başka kimse çıkmaz. Keçiden başka o damda kimse yoktu.” der.
Hâkim, hayvanların yaptıklarından sorumlu olmadıkları halde hayvanı damdan aşağı atmaktan papazı ta’zir cezasıyla cezalandırır.
Aradan uzun zaman geçer. Bir gün papaz, akşam karanlığında evine doğru giderken bir adam: “Yandımmm…” diyerek yere yıkılır. Papaz yere yıkılanın yanına varır. Hançeri adamın bağrından tam çıkarırken zâbitlar gelir ve papaz, derdest hâkim önüne çıkarılır.
Papaz, olayı olduğu gibi anlatır; ama elinde kanlı bıçakla maktûlün üzerinde yakalandığı için,
Hâkim: “Eğer sen keçinin o çiçeği yemediği ihtimalini kabul etseydin, ben de senin öldürmediğin ihtimalini kabul ederdim.” der ve ekler: “Ama İslâm’da ‘Berâet-i zimmet asıldır.’ kuralı vardır. Suçun, delillerle sabit oluncaya kadar suçsuzsun.” Sonra gerçek kâtil bulunur da papaz beraat eder.
“Şekk ile yakîn zâil olmaz.” Yani şüpheyle suçsuz insana suç isnat edilmez. Zan ile karar verilmez. Bin tane zan bir tane hakkın, doğrunun yerine geçemez.
Rabbimiz (c.c), biz mü’minler için de: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin ayıbını aramak için casusluk yapmayın…”[8] buyurur.
Dünyanın en dürüst adamını, yanlış terazinin başına oturtsanız o da eksik tartar.
Adalet terazisi yanlış olunca, tartan kişinin doğruluğu bir şey değiştirmez.
İki tane hukuk profesörü televizyona çıkıyorlar ve biri; 27 Mayıs darbesini ve Anayasasını savunuyor, 12 Eylül darbesini ve Anayasasını tenkit ediyor. Öbürü de her ikisini de tenkit ediyor. Mecliste bulunan milletvekilleri de bunlar gibi ayrı görüşteler.
Mecliste kabul edilen birçok kanun, muhalefet tarafından reddediliyor. Hatta bazen muhalefetin, bazı milletvekilleri transfer ederek aksi yönde kanun çıkardıkları da oluyor.
Şimdi hâkim ne yapsın?
Çıkmasını istemediği kanun, sevmediği insanların parmak çokluğuyla çıkıyor ve önüne konuyor. Hâkim: “Bu terazi yanlış.” diyor ama yanlış terazi ikinci bir yanlış teraziyle değiştirilinceye kadar tartmaya devam ediyor.
Onun için Rabbimiz, hem ölçenin tam ölçmesini hem de terazinin doğrusunu almamızı emrediyor.
O ilâhî terazi olan Kur’ân ise bizim konuşmamızı, yürüyüşümüzü, bakışımızı, kaş göz hareketlerimizi, komşuluk ilişkilerimizi, yöneten ve yönetilen ilişkilerini en güzel şekilde ayarlamaktadır.
Rabbimiz, sevgili peygamberimize ve onun şahsında bize: “Sana ilim (Kur’ân) geldikten sonra eğer onların hevâlarına (şahsî ölçülerine) uyarsan sen de zalim olursun.”[9] buyuruyor.
Rabbimiz, önce hâkimin ehil olmasını ister:
“Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi, hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”[10] Hâkim ehil olunca adaletle karar vermesi istenir.
Bazı insanlar, bir kiloluk tartı demirlerinin içini oydurarak, sattığını eksik satarlarmış. Zaman zaman belediye, tartı aletlerini kontrol ediyor. Nereye gitsen kilo, bin gram. Kiloyu herkes kendine göre ayarlarsa düzen bozulur.
Onun için Rabbimiz “Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, daha hayırlı ve sonuç itibariyle daha güzeldir.”[11] buyurur.
Komünizm: “Benim ölçülerim doğru.” dedi, milyarlarca insanın katline ve sefâhatine sebep oldu.
Kapitalizm: “Benim ölçülerim doğru.” dedi, milyarlarca insanın sefâhetine ve sefâletine sebep oldu. Uyuşturucu bağımlıları, fuhuş tâcirleri, adam öldürme çeteleri üretti ve demokrasi adına, ülkeleri mafya ile medya yönetmeye başladı.
Doğru terazinin başına, doğru adam gerekir. Alırken tam alan, verirken eksik tartanların vay haline, diyor Rabbimiz.[12]
Mal alıp verirken de, söz alıp verirken de; bütün hakların alış verişinde, alırken verici gibi davranalım, verirken alıcı gibi davranalım. Bir malı satarken, o malı en sevdiğimize veriyormuş gibi hissedelim ve ona göre seçelim. Bir söz söylerken en sevdiğimiz kişiye söylüyormuş gibi hissedelim ve kelimeleri ona göre seçelim.
Rabbimiz: “İşte bu Kur’ân en doğru yola iletir.”[13] buyurmuş.
Rabbimizin verdiği gözden memnunuz, elhamdülillah. Kıymetli elbiselerin hiçbiri vücudumuzun cildi kadar bize uygun değildir.
Çocukluğumuzdan bugüne kadar, bu cild elbisesini lütfeden Allah’ın koyduğu kurallar mı daha değerli olur, yoksa hiç sevmediğimiz veya sevdiğimiz halde kafasının arka tarafını göremeyen, hanımıyla arasını düzeltemeyen insanların koyduğu kurallar mı daha güzel olur?
Düşünelim ve ona göre karar verelim.
[1] İnfitâr; 82/7.
[2] Bkz. Nisâ; 4/58.
[3] Bkz. Bakara; 2/282.
[4] Bkz. Hucurât; 49/9.
[5] Bkz. En’âm; 6/152.
[6] Sâd; 38/26.
[7] Mâide; 5/ 48, 49.
[8] Hucurât; 49/12.
[9] Bakara; 2/120.
[10] Nisâ; 4/58.
[11] İsrâ; 17/34.
[12] Bkz. Mutaffifîn; 83/1-3.
[13] İsrâ; 17/9.