İçeriğe geç
Anasayfa » ADETA ŞEYTANLAŞIYORLAR

ADETA ŞEYTANLAŞIYORLAR

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde Müslümanların birlik olmalarına işaret edilir. Akıl sahibi olan ve aklını vahiyle terbiye etmiş olan Müslümanlardan beklenen de birlik olmaktan başka bir şey değildir zaten. Çünkü kendini Müslüman olarak tanımlayan herkes bir tek ilaha iman eder. Müslümanlar için peygamber de kitap da hep aynı makamdan gelir. Ve her Müslüman’ın yegâne gayesi o makamın rızasını elde etmektir. Bu gayeye de tek bir yoldan gidilir.

Rıza-ı İlâhi yoluna giren insanların, hiçbir engele takılmadan hedeflerine varabilmeleri, yolculuğun akışını bozacak işler yapmamak ve bu gibi işlere muhatap olmamakla mümkündür. Yani girilen yolun bir oluşu gibi yolculuk esnasında da ihtilafa düşmemek, birlik olmak,  Müslümanı, gayesi olan Allah’ın rızasına ulaştıracaktır.

Hal böyle olmasına rağmen mahlukâtın, yaratılış tarihi başladığı andan itibaren ihtilafla tanışması mânidardır. İhtilafın sebebi olan şeytanı Allah’a karşı gelmeye sevk eden şey nedir acaba? Şeytan niçin kıyamet sabahına dek insanların ayaklarını kaydırmaya azmedeceğini söylemiş ve yaratıcısına karşı göz göre göre isyan bayrağını çekmiştir?

Şeytan rabbine isyan etmiştir. Çünkü o kendi gibi, yaratılmış olan başka bir varlığın ondan daha üstün bir meziyete sahip olmasını kabul edemedi. Allah Teâlâ’nın taksimine rıza göstermedi fakat Cenab-ı Hakk karşısındaki acziyetinin farkında olduğundan öfkesini Hz. Âdem’e ve onun nesline yönlendirdi. Âdemoğlunun sahibi bulunduğu güzel meziyetlerinin körelmesi ve hayata aksetmemesi için elinden geleni ardına koymadan çalışmaya başladı. Kıyamet sabahına dek hased belasına mübtela olmuş kimseler için bir örnek model oldu. Şeytan bütün bu saydıklarımızı yaparak hasetçilerden ne gibi şeyler beklenebileceğini bizlere gösterdi:

  • Sahibi olduğu meziyetlerin farkında olamadı.
  • Kendisiyle aynı kulvarda bulunan başka birinin de güzel meziyetlere sahip olabilmesine tahammül edemedi.
  • Kendi dışındaki mahlûkata farklı farklı kabiliyetler veren Allah Teâlâ’nın -hâşâ- taksimatında âdil olmadığını iddia etti. Bu düşüncesini, kendisine imkân verildiğinde seslendirmekten kaçınmadı.
  • Hased beslediği kimseye elinden geldiği her fırsatta gerek maddî gerek manevî zarar vermeye azmetti.
  • Ve böylece ilim ve amelin kurtuluş için yeterli olmadığını, ihlâsın, her türlü kötü ahlaktan arınmış olmanın önemini bizlere ispat etti.

Şeytan bu çabasının ilk ürünlerini düşmanı olduğu Hz. Âdem’in ilk çocuklarından aldı. Şeytan, Âdem (a.s)’ın oğlu Kabil’e kendini ebedî azaba müstehak eden mikrobu bulaştırdı. Böylece yeryüzü “Ben başaramadıysam hiç kimsenin de başarmaya hakkı yoktur.” mantığıyla ve bu fikrin fiilî sonucu olan kötülüklerle tanıştı. Yeryüzü hasetle tanıştı.

Kabil de kardeşi Habil’in Allah nezdindeki makbuliyetinden rahatsız olmuş ve bu iç rahatsızlığı/hasedi onu fiilî bir isyana/bağye sürükleyerek kardeşini katle kadar vardırmıştı.

Şeytan daha ilk insanlar arasında tesirini tecrübe ettiği hased mikrobunu o gün bu gün insanoğluna zerk etmeye devam etmektedir.

Fakat herkese farklı bir sûrette takdim ediyor bu zehri. Kimisi basit birkaç dünyalık için hased ediyor etrafındakilere. Ama bazı insanların gözleri o denli kararıyor ki varlığını kabul ettiği ahireti kaybetmek bahasına da olsa hased etmekten kurtulamıyor.

Adeta şeytanlaşıyor. İlmi, bilgisi, ibadetleri şeytanlaşmasına mani olmuyor. Yeryüzünde şeytanın bir temsilcisi olarak çalışıyor. Mümessili olduğu şeytan gibi farklı kisveler altında en sinsi ve beklenmedik ihanetlerle etrafına zarar vermeye hazırlanıyor. Hiçbir fırsatı kaçırmamaya özen gösteriyor. Zaman geliyor ilerideki büyük hedeflere ulaşabilmek için zarar vermeyi planladığı muhatabına güler yüzle yaklaşıyor, benden sana zarar gelmez hissini ona kabul ettirmek istiyor. Ve bu gibi kimseler yeryüzündeki etki alanlarına göre neticeler alıyor. Bazıları hasette ustaları şeytan gibi tarihin akışını değiştirecek başarılar (!) elde ediyor. Milyonlarca, milyarlarca insanın cehennemde yanmasına sebep oluyor.

Hasede mağlub düşmüş bu kalpler, benim azap içinde olacağım ahirette hiç kimsenin refah içinde bulunmaya hakkı yoktur düşüncesiyle, cennetlik olmalarına vesile olacak peygamberleri dahi rahatlıkla yalanlayabildiler. Bugün de onların varisleri olan ilim ehlini hafife alıyor, en ciddî nasihatleri görmezden gelebiliyorlar. Kendi meşrebleri, cemaatleri dışındakilere zarar vermekten, şahsî menfaatlerinin iyiliği için kendi yandaşlarının dahi zarar görmesinden keyif alabiliyorlar.

Bir an için durup, hallerine dışarıdan baktıklarında, ne denli basit ve gülünç bir halde olduklarını fark edebilecek bir bilgiye, bilince sahip olmalarına rağmen hased belasına yakalanmış olanlar her şeyden daha çok sevdikleri, putlaştırdıkları nefislerinin/cemaatlerinin/vakıflarının/partilerinin hatalarına karşı kör olduklarından hakkı inkârdan kurtulamıyorlar. Hakikatler onlara apaçık bir şekilde anlatılmasına rağmen hasetleri, ihtirasları bu kimselerin hatalarından dönmelerine mani oluyor.

Bakara Sûresi’nin 213. ayet-i kerimesi bütün bu süreci çok güzel özetliyorken sözü daha fazla uzatmaya gerek yok:

“İnsanlar tek bir ümmetti. (Kimi iman etmek, kimi küfre sapmak suretiyle ihtilafa düştüler.) Binaenaleyh Allah, (rahmetinin) müjdeciler(i, azabının) haberciler(i) olmak üzere (onlara) peygamber gönderdi ve beraberlerinde – insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için – hak (ve gerçek) kitaplar da indirdi. Hâlbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirine karşı olan ihtiras ve hasetten ötürü ihtilafa düşenler; o (kitap) verilenlerden başkası değildir.”