İçeriğe geç
Anasayfa » AİLE ÇOCUK VE MEDYA

AİLE ÇOCUK VE MEDYA

İnsanlığın geliştirdiği biricik kurum aile kozasıdır. Mede­niyete değer üreten en küçük sosyal birim de ailedir. Her medeniyet, medeniyet fikriyle insanını yetiştirirken değer üretimini aile üzerinden gerçekleştirir. Yeni kuşakların çocuk yetiştirirken medeniyet merkezli çocuk bilgisine ihtiyaç duy­masının nedeni de budur. Medeniyet fikri ile çocuk yetiştirmek, aile odaklı, çocuk merkezli insan yetiştirme projesinin esasıdır. Bir medeniyet, çocuk yetiştirme bilgisini uygulama alanı bulamıyorsa tarihin sahnesinden geri çekilmeye mahkûmdur.

Burada sorulması gereken ardışık iki soru şudur: Medeni­yet fikriyle insan yetiştirme tasavvurumuz var mı? Medeni­yet fikriyle insan yetiştirecek eğitim sistemi-okul modelimiz var mı?

Medeniyetin çocuk eğitimi sürecini toplumsal kimliğin öğ­retilmesi olarak tanımlayabiliriz. En anlamlı değer ancak kimlikle öğretilir. Nedir kimlik? Bir şeyleri ortaya koyabilme, bunları gerçekleştirebilme gücü ve iradesi.

Çocuk, toplum içine doğar. Gelişmenin belirleyicisi eğitim ve öğretimdir. İnsan, insanla insanlaşır. İnsan, hangi kültür ortamında doğarsa doğsun, anlamlandırma ve değerlendirme olmadan var olamaz. Medeniyet dairesinde çocuk yetiştirme anlayışı sosyal gelişim, manevi gelişim ve düşünce gelişimi üç­geni içinde biçimlenir.

Medeniyet geleneğimizde çocuk, Allah’ın emanetidir. Me­deniyetimizin çocuk eğitimindeki önceliği ahlâk, irade, vicdan ve adalet duygusunun gelişimine dayanır ve çocuğu iki dünya anlayışına göre yetiştirmeyi amaçlar. Bu eğitime yön veren fel­sefe ise hakikate ulaşacak nesilleri yetiştirmektir. Çocuk felse­femizin özü ise sevgi ve ödev ahlâkından ibarettir.

Yaşadığımız dünyada medeniyet fikriyle çocuk yetiştirme anlayışımız büyük ölçüde devre dışı kalmıştır. Çocuk, doğası­nı yansıtmayan, temelsiz, eksik ve bilinçsiz eğitim çalışmaları­nın oyuncağı olmaktan kurtarılmadıkça medeniyetimizin çocuk yetiştirme iddiasını sürdürmek imkânsızdır.

Çocukta buluşmanın en kuşatıcı anlamı, toplumu çocuk üze­rine düşünmeye yöneltmektir. Ne yazık ki medeniyet merkezli ve kendi modernliğimize dayalı toplumsal çocukluk projemiz de henüz hazır değildir.

Burada sormamız ve cevabını aramamız gereken üç soru daha var:

Kimdir medeniyet çocuğu?

Çocuk yeniden medeniyetin öznesi durumuna nasıl gelebilir?

Medeniyetin çocuk bilgisi, bakışı ve pedegojisi hayata na­sıl geçebilir?

Bu üç sorunun cevabını bulamayan toplumların çocukluk­tan itibaren medeniyet fikriyle çocukları yetiştirme iddialarını sürdürme umudu kalmamış demektir.

Türkiye’de yapılan ilk dört Aile Şûrası’nda ortaya konan şu tespiti burada tekrar hatırlayalım: Aile yapımız giderek değer üre­timinden uzaklaşmakta ve krizin eşiğine hızla yaklaşılmaktadır. De­ğer üretemeyen ailenin çocuk yetiştirme gücü zayıfladığı gibi, kendi dışında ürettiği değerleri tüketme eğilimine girmesi de kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu durum ise, medeniyet fikri ile ço­cuk yetiştirmede en etkili kurum olan ailenin çözülmesi anlamı­na gelmektedir. Kültürel sembollerin sunulmasında, karşılıklı etkileşimin sağlanmasında, değerlerin yaşanması ve ailede rol­lerin dağılımında aile geleneğimizin önemli oranda zayıflamış olması problemin derinleştiğinin göstergeleri kabul edilebilir.

Ailenin, çocuğu bir gün üyesi olacağı toplum içinde etkin rol almaya hazırlayıcı rolünün zayıflaması, aile üzerine yeni­den düşünmemizi gerektiriyor. Ailede rollerin etkisiz duruma gelmesi ise köklü bir değişimin yaşandığına işaret etmesi ba­kımından önemlidir.

Son çeyrek yüzyılda yaşadığımız değişimin merkez üssü medya sisteminin komutasındadır. Dünya değişir. Tarih değişir. Dünyayı ve tarihi değiştiren insandır. Burada iki soru sorma­mız gerekiyor: Modern dünyada yaşanan değişimin muhteva­sı nedir? Yaşadığımız değişim, gelişme yönünde midir? Bu iki sorunun cevabı bugünü ve geleceği anlamak için birçok alanın yanı sıra medya sistemi ile de ilgilidir.

Çocuğun medya kullanma alışkanlığı ailede başlar. Aile or­tamında kullanılan medya türleri, ailenin sosyo-kültürel gös­tergelerini belirler.

Ayrıca aile-medya alanının en kırılgan noktası ise çocuk ve medya ilişkisidir. İletişimcilerin bu ilişkinin çerçevesi için sorduğu üç soruyu tekrar hatırlayalım: İletişim araçlarına bu derece aşırı güven duymak doğru mudur? Çocukların bu araçları kullan­maları sırasında yeterli bilgileri var mıdır? Ve son olarak ile­tişim araçları çocuğun sosyalleşmesi ve entelektüel gelişimine katkıda bulunmak için ehil ve olgunlaşmış mıdır?

İletişim araçları güvenden çok meraktan dolayı benimse­nir. Çocuklar bu araçları kullanma bilgisinden yoksun olduk­ları için merakla başlayan ilgi tutkuya dönüşebilir… Ancak, hiç bir iletişim aracı çocuğun sosyalleşmesi ve entelektüel dü­zeyinden sorumlu tutulamaz. Tek başına hiçbir iletişim aracı çocuk yetiştirmeye ne ehildir ne de sosyalleşmeyi gerçekleşti­recek kadar olgunlaşmıştır. Ehil olma ve olgunlaşma hali ma­kineye değil insana ait bir değerdir.

Aile, çocuk ve medya sarmalının çözümü, boy aynasına bak­maya cesaretimizin olup olmadığı ile de yakından ilişkilidir. Bunun için de önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Eğer bu alanda en yakıcı soruları kendimize sorabilirsek medya organlarının, evimizde inşa ettiği duvarları yık­maya aday olabiliriz.