İçeriğe geç
Anasayfa » AİLE İÇİNDE EMR Bİ’L-MA’RUF VE NEHY ANİ’L-MÜNKER

AİLE İÇİNDE EMR Bİ’L-MA’RUF VE NEHY ANİ’L-MÜNKER

Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülüğe engel olursunuz, ya da, Allah, yakında umûmi bir bela verir. O zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul olmaz.”[1]

İçlerinde kötülükler işlenen bir toplum, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın hepsini saran umûmi bir bela göndermesi yakındır.[2]

Müslümanlar olarak bu gün yaşadığımız belaların, musibetlerin, sıkıntıların, imtihanların sebebini tespit etmek için uzun bilimsel çalışmalar yapmaya hiç gerek yoktur. Yukarıdaki iki kutsal haber bize her şeyi açıkça izah etmektedir: Yeryüzünde Müslümanların yaşamakta olduğu bütün problemler; siyasi yıkımlar, toplumsal travmalar, ekonomik savrulmalar vs. ahlâken iflasın sonucudur. Ahlâken iflas ise emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker farzını terk etmenin sonucudur.

Peki, emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münkeri biz Müslümanlar niçin terk etmiş durumdayız? İşte bu sorunun cevabı çok ürkütücüdür. Hepimizin bildiği şu hadis-i şerifi hatırlayalım: “Kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin/içinden tepki göstersin. Bu kalp ile buğz ise imanın en zayıf halidir.” (Müslim). Hadis açıktır ve nehy-i ani’l-münkeri imanla irtibatlandırmaktadır. Kişinin imanı varsa ve bu iman güçlü ise şahit olduğu kötülüğü eliyle engeller, durdurur. İmanı buna yetecek kadar güçlü değilse sözlü ikaz eder, tepki göstererek engellemeye çalışır. İmanının gücü sözlü ikaza da yetmiyorsa tehlike sinyalleri geliyor, kırmızı ikaz ışığı yanıp sönüyor demektir. İmanın mevcudiyeti ile ilgili son imtihan olan içsel tepkidir. Bu noktada Efendimiz (s.a.s) müslümanlık iddiası içindeki kişiyi uyarıyor. “Diğerlerine gücün yetmiyorsa en azından içinden tepki göster. Kötülüğü kerih gör. Onu onaylama. Eğer bunu becerebilirsen çok zayıf, çok cılız, her an gidebilecek durumda da olsa bir imanın var demektir.” Eğer Müslümanlık iddiasındaki kişi en düşük iman düzeyi olan bu içsel tepkiyi dahi gösteremiyorsa imanı yok demektir. Bu durumda onun Müslümanlık adına yaptıkları, sadece aldatıcı birer şovdan ibaret kalmaktadır.

Emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münkerin Kur’an-ı Kerîm’deki durumunu araştırdığımızda, en büyük farzlardan biri olarak karşımıza çıkar. İslam âlimleri arasındaki farz-ı ayn mı, kifaye mi ihtilafı ise, İslam’ın hâkim olduğu dönemler için söz konusudur. Bu gün için kifayetten bahsedilemez.

Emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker konusundaki bu genel değerlendirmeden sonra aile içindeki durumu gözden geçirelim:

Genelde emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker söz konusu edildiğinde kâfirlere, günahkârlara, İslamî bilince ve hassasiyetlere sahip olmayanlara yapılacak İslamî tebliğ aklımıza gelir. Ancak iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek İslam’ın tebliğ edilmesinden farklıdır. İslam’ın küllî bir sistem olarak kâfirlere ve gayri müslimlere vs. sunulması farzdır. Sadece sunmak, tebliğ etmek, ulaştırmak farzdır. İslam’a girmeleri için zorlamak ise yasaktır. İslam tarihi boyunca Müslüman yöneticilerin mutlak hâkimiyeti altında İstanbul, Mardin, Kudüs gibi şehirlerde binlerce yıldır yaşayan gayri müslimlerin inançlarını kaybetmeden halen yaşamakta olmaları bizden önceki Müslümanların bu konudaki anlayış ve tutumunun sonucudur.[3] Emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker ise Müslim, gayri müslim demeden, yakın uzak demeden, akraba el demeden şahit olduğumuz bir kötülüğü, bir zulmü, bir ahlaksızlığı, edepsizliği engellemek demektir. Bunda ise sadece tebliğ ile yetinilmez, şahit olunan kötülük fiilen engellenir. Burada söz konusu olan İslam’ın tebliğ edilmesi değil toplumsal yapının korunmasıdır. Toplumsal yapının korunması için münkerin fiilen engellenmesi şarttır. Fiilen engelleme için gereken kuvvet ise fizikî güç değil imanî kuvvettir. Bu husus yukarıdaki hadiste açıkça ifade edilmektedir.

İslam’ın genel tavrını izlersek emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker’in ilk icra alanının aile içi olduğu sonucuna varırız. Bir müslümanın en yüksek düzeyde sorumlu olduğu kişiler kendi ailesidir. Kendi ailesi; eşi ve çocukları dururken başkalarına müdahale etmesi İslam’ın benimsemediği bir tutumdur. Eğer dikkatli ve objektif bir tahlil yaparsak son yıllarda gençlerde izlenen ahlâki çöküşün sebeplerinden birinin, Müslümanların kendi çoluk çocuğunun münkerlerine engel olmaması olduğunu, münker konusunda çocuklarına verdiği tavizler olduğunu görürüz. Bu noktadaki sorumluluğumuz, zannımızın ve tahminlerimizin çok ötesindedir. Tahrîm Sûresi’nin 6. ayet-i kerimesi bizlere bir uyarı gönderiyor:

“Ey Müminler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun.”

Bu ayet-i kerime nâzil olduğunda Hz. Ömer (r.a) Efendimiz: “Ya Rasûlallah! Nefislerimizi ateşten koruruz. Fakat çoluk çocuğumuzu korumamız nasıl olur?” diye sormuş ve Efendimiz (s.a.s) bu soruyu şöyle cevaplamıştır: “Allah’ın sizi nehyettiklerinden onları nehyedersiniz, Allah’ın size emrettiği şeyleri de onlara emredersiniz. Onları korumanız işte budur.”

Kendi çocuklarımızın işlediği münkerlere tolerans göstermemiz halinde onların bu davranışları toplumsallaşıyor ve bu konuda hassasiyet gösteren anne babaların önüne engel olarak çıkıyor. Çocuğunun bir yanlışına müdahale eden hassas bir baba, çocuğunun “Baba sen bana bunu yasaklıyorsun ama falan arkadaşının çocukları bunlardan çok daha fazlasını yapıyor. Onların babaları buna hiç tepki göstermiyor.” itirazı ile karşı karşıya kalıyor. Bu kötü durum zincirleme olarak gelişiyor, toplumsallaşıyor, revaç buluyor, engellenmesi iyice zorlaşarak kötülüklerle mücadeleyi imkânsızlaştırıyor. Bundan kurtulmanın tek yolu yeniden emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker farzına sımsıkı sarılmak ve buna da öncelikle kendi evimizden başlamaktır.

Çocuklarımızın terbiyesi konusunda atmamız gereken ilk adım, etkili bir Allah korkusunu onların kalbine yerleştirmek olmalıdır. Bununla ilgili olarak İmam-ı Gazzalî Hazretleri İhya’da şu satırlara yer veriyor:

“…Asıl mühim olan daha ilk yaşlarında çocuğu ele alıp terbiyesiyle meşgul olmaktır. Sehl bin Abdullah et-Tüsterî diyor ki: “Ben daha üç yaşımda iken dayım Muhammed bin Suvar’ın gece namazlarına şahit olmuştum. Bir gün bana: “Seni yaratan Allah’ı hatırına getirir misin?” diye sordu. Ben, “Nasıl hatırlamalıyım?” dedim. O da bana, “Yatağa her girişinde dilini oynatmadan kalbinden üç kere “Allah benimle. Allah beni görüyor, her yaptığımı biliyor” de, yani bunları kalbinden geçir” dedi. Ben birkaç gece bunlara devam ettim ve bunu kendisine söyledim. Bu defa yirmi kere söylememi tavsiye etti. Ben de yirmi kere söyledim ve bu sözlerin zevkini kalbimde hissettim. Bir yıl sonra dayımla karşılaştığımda bana şöyle dedi: “Oğlum! Sana öğrettiklerime ölünceye kadar devam et.”

Çocukların kalbine etkin Allah inancı yerleştirdikten sonra “İş bitti. Artık bu çocuk yola girdi.” deyip ipin ucu bırakılmamalıdır. Çünkü nefis her an kötülüğü emreder. Nefsin güçlü isteklerinin önünde durulabilmesi ancak diğer insanların desteklemesi ile mümkün olur.

İmam-ı Gazzalî Hazretlerinin, çocuklarımızın hangi davranışlarına engel olmamız gerektiği hususunda verdiği şu bilgileri özetleyerek yazımızı bitirelim:

Çocuğun kötü davranışlardan, ahlâklardan temizlenmesini sağlamak, refah ve süslenmeyi sevdirmemek, yemek hırsını engellemek, yemek adabına riayet etmesini sağlamak, renkli süslü gösterişli elbise alışkanlığından sakındırmak, lüzumsuz konuşmalardan, kahkaha ile gülmekten sakındırmak, başkalarına hile yapmaktan ve alaycılıktan sakındırmak, aşk ve macera işlerinden uzaklaştırmak, gündüz uykusundan alıkoymak, yemek, yatak ve yiyecekte lükse kaçmamak, gizli olarak yapmak istediklerini men etmek, akranlarına yiyecek, elbise vs. gibi konularda üstünlük taslamasına engel olmak, para ve mal sevgisinden uzak tutmak, eğitimcilerine ve hocalarına saygısızlığına engel olmak, saygısızlıklarına sahip çıkmamak, büyüklerin bulunduğu mecliste söze girmesine engel olmak vs.[4]

 

[1]  Tirmizî, Fiten

[2]  Ebû Dâvud.

[3] Bkz. Bakara, 2/256.

[4] Bu konu hakkında geniş bilgi için bkz: İhya-i Ulûmiddin, Rub’ul-Mühlikât, 10. beyan: Çocukların Terbiye Usûlleri.