İçeriğe geç

Allah Teâlâ (c.c) Hazretlerine sonsuz hamd ü senâlar ve şükürler olsun ki; bizleri, ihsan buyurduğu akıl nimetiyle Zât-ı Ecell-i A‘lâsına muhatap kabul buyurmuştur.  

Akıl sahibi her insan, kendisine ihsan buyurduğu nimetler karşısında Allah Zülcelâl’e borçlu olduğunu bilmelidir.

İnsan, Allah Teâlâ’ya (c.c) karşı şükür görevini ifa etmenin kendi üzerine vacip olduğunu bilince, bu görevini nasıl yerine getireceğini düşünmeye mecbur kalır.

Allah Zülcelâl, Rasûl-i Kibriya (s.a.v) Efendimiz’e şöyle buyurmuştur:

“Ve Rabbinin (sana verdiği) nimetine gelince, artık (onu şükranla) anlat!”[1]

Bizler de bu ilahî emre istinâden Allah Zülcelâl’in ihsan buyurduğu sonsuz nimetleri tefekkür edip şükür görevlerimizi yerine getirmenin gayretinde olmalıyız.

Çünkü Allah Zülcelâl Hazretleri, “And olsun, şükrederseniz elbette sizi(n nimetinizi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz benim azabım cidden çok çetin ve şiddetlidir.”[2] buyurmaktadır.

Bundan dolayı akıllı insan; kendisine verilmiş olan nimetleri araştırmalı ve öncelikle bu nimetler içerisinde en büyük olanları tespit etmelidir. Tespit ettiği nimetler karşılığında da şükür görevini ne şekilde ve nasıl yerine getireceğini büyük bir sadakat ve ihlâsla araştırmalıdır.

Biliniz ki bu nimetlerin üzerimize sağanak halinde yağması, Allah Teâlâ’nın (c.c), bizleri yokluk âleminden varlık âlemine göndermesiyle başlamıştır. Yine biliniz ki; varlık nimetini bizlere Ondan (c.c) başka verebilecek güç ve kudret sahibi başka bir makam da yoktur. Sahip olduğumuz varlık nimetini devam ettirebilmemiz için lâzım olan bütün ihtiyaçlarımızı varlık âlemine gönderilmeden önce hazırlayan Rabbimiz bizlere sıfatlarından bazılarını da ihsan buyurmuştur.

Rabbimiz; görme, duyma, konuşma, görüp duyduklarımızı anlama ve anlatma kabiliyetini bizlere ihsan ettikten sonra, akıl nimetini de lütfetmiştir. İhsan buyurduğu akıl nimetiyle bizleri bütün varlıkların üstüne çıkarıp Zât-ı ilâhiyesine muhatap kabul etmiştir.

Bundan dolayı bu mektubumuz hem bir tavsiye, hem de bu önemli meseleye dikkatinizi çekmek için bir uyarıdır.

Allah Zülcelâl’e muhatap olmanın ne büyük bir izzet, şeref ve nimet olduğunu sahip olduğumuz akılla izah etmek asla mümkün değildir.

Çünkü akıl bir mahlûktur. Mahlûk ise Hâlikine muhatap olma şerefinin kıymet ve takdirini hakkıyla idrak etmekten acizdir. Bu nimetin ne büyük şeref olduğunu da en iyi bilen, yine insanı yaratıp varlık âlemine gönderen Rabbimiz Allah Teâlâ (c.c) Hazretleridir.

Bizlere düşen, Hâlikimize muhatap olmanın önemini aklımızın ulaşabildiği kadarıyla kavrayıp öğrenmeye gayret ederek Ona (c.c) karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmenin çabası içerisinde olmaktır.

***

İnsanların çok sevdikleri bir kişiye muhatap oldukları andaki hallerini, yüksek makam sahibi diye tanınan kimselere muhatap oldukları andaki hallerini, çok sevdikleri kimselerin sözlerini dinlerken içinde bulundukları hali bir düşünelim. Onlara atfettikleri şeref ve izzeti gözümüzün önüne getirelim. Onların huzurunda iken vaktin nasıl geçtiğinin farkında olmayışlarını bir hatırlayalım. Ve bir de gaflet içindeki insanın, Rabbü’l-İzzet’e muhatap olmanın izzet ve şerefini takdir edemeyişini düşünelim.

Ve bilelim ki, kalbinde Allah Zülcelâl’e karşı duyduğu saygı ve sevgiyi mahlûka karşı olan saygı ve sevgisi kadar hissedemeyen insanlar, ilâhî emir ve yasaklara karşı da o seviyede ihmalkârlık içerisinde hayatlarını devam ettirirler.

Böylelikle insanlığın en yüksek mertebesinin kulluk mertebesi olduğunu idrak edemeyen gafiller, sahip oldukları akla rağmen akılsız ve beyinsizler gibi yaşadıklarının farkında dahi olmazlar.

Dikkatimizi tekrar yüksek makam sahiplerinin yanındakilere çevirelim. Bu makamda bulunanlar yanındaki insanlara bir şey emredince, onların yanlış mı doğru mu bakmadan “Emredersiniz.” deyip koşuşlarına bakalım. Aynı şekilde o makam sahibi bir şeyi yasaklayınca da yanındakiler yine yanlış mı doğru mu araştırmadan “Emredersiniz.” deyip boyunlarını bükerek o işi terk edişlerini düşünelim.

Acaba akıllı olduğunu kabul eden insan; kendisine sayılamayacak nimetler ihsan eden Allah’ın (c.c), bir lütuf olarak kendisini muhatap kabul ettiğinin farkında değil midir? Yoksa kendisine ihsan buyurulan akıl nimetini görmezlikten gelerek mesuliyetten kurtulacağını mı sanıyor?  

Acaba Allah Zülcelâl’in, “Nimetlerime şükretmezseniz, şüphesiz benim azabım cidden çok çetin ve şiddetlidir.” ilâhî fermanı bu gafil insanları bir beşerin tehdidi kadar korkutmuyor mu?

Maalesef birçok defa kendini akıllı bilen kişiler öyle büyük hatalar yaparlar, öyle cahilane konuşurlar ki bu hataları, bizlere ibret olmak üzere aramızda bulunan akıl nimetinden mahrum olanlar bile yapmaz.

Allah Zülcelâl, bu gibi isyankâr insanlardan onlara lütfettiği akıl nimetinin tesirini çekip alır. Bu kimselerin bazıları dünya hayatında iken bir gün daldıkları gafletten uyanınca akıl nimetinin tesiri yeniden kendilerine ihsan edilir. O zaman büyük bir pişmanlık içerisinde hatalarının affı için Allah Teâlâ (c.c) Hazretlerine tazarru ve niyazla yalvarırlar.

Bazılarına ise o dehşetli hesap günü huzura gitmek üzere kabirlerinden kalkarken akıl nimetleri ihsan edilir de feryad ü figan edip elden kaçan fırsatlar için hasretlik çekmekten başka yapacak bir şeyleri kalmadığını büyük bir pişmanlık içerisinde anlarlar.

İnsanlık âlemine ibret nazarıyla bakınca nice zeki, akıl sahibi insanın ne kadar boş düşünceler peşinde koşarak sahip oldukları akıl nimetinin şükrünü eda edemediklerini görürüz.

Bizler eğer Allah Teâlâ’nın (c.c) ihsanlarının en büyüklerinden biri olan akıl nimetinin şükrünü edâ etmek istiyorsak; aklımızı hiçbir zaman Allah’ın (c.c) emir ve yasaklarının üstünde görmeyip mahlûk olan aklın ve bizlerin, Hâlik’in memuru olduğunu bileceğiz.

Allah Teâlâ (c.c) Hazretleri adeta biz insanoğluna şöyle buyurmaktadır:

“Ben emredeyim sizler de emrimi yerine getirin. Ben de size sonsuz ihsanlarda bulunayım, böylece sizler de Beni bu ihsanlarımla tanıyın.

Ben sizlere bazı hususları da yasaklayayım. Sizler de bu yasaklarımdan uzak durarak ihsanlarımdan istifade edin.

Yasaklarımı işleyenleri ise şiddetli azabıma muhatap kılayım da Beni Kahhâr sıfatımın tecellîleriyle tanısınlar.

İşte bunlar için de siz insanoğluna akıl nimetini ihsan ettim.”

Allah Teâlâ (c.c); Kendisini tanıyıp, yasaklarını terk edip emirlerini yerine getirerek sonsuz ilâhî ihsanlara kavuşmayı cümlemize nasip buyursun. Allah’ın Teâlâ’nın (c.c) selâmı, rahmet ve bereketi sonsuz ilâhî ihsanlara kavuşanların üzerine olsun.


[1] Duhâ, 93/11.

[2] İbrahim, 14/7.


* Bu makale, merhum Ahmed Yaşar Hocaefendi’nin, 07.03.2008 tarihinde, İrşad Mektupları ismiyle internet üzerinden yayımladığı yazılardan yedincisidir.