Doğumu ve Tahsili:
Hicrî 1268’de (1852) Mora Yenişehir’e bağlı Alasonya’da doğdu. Memleketinde başladığı ilim tahsilini tamamlamak üzere İstanbul’a gitti. Önce Arnavutlu Recep Efendi’nin ders halkasına dâhil oldu. Recep Efendi’nin h. 1289’da (1873) vefatı üzerine Hâfız Ahmet Şâkir Efendi (v. 1315/1898)’nin derslerine devam etmeye başladı ve ondan icâzet aldı. Bu hocalarının yanında Kastamonulu Hasan Efendi’den hadis ilmini tahsil etti ve Abdülkerim Nâdir Paşa (v. 1300/1882)’dan da Gelenbevî’nin el-Burhân adlı eserini okudu.
Görevleri:
Ali Zeynelâbidin Efendi icâzet aldıktan sonra Fâtih Câmii’nde ders vermeye başladı. İki defa kalabalık talebe grubuna icâzet verdi. İlkinde 100, ikincisinde ise 140 kadar talebeye icâzet veren Ali Efendi, ikinci icâzet merasiminden sonra ders okutmayı bıraktı. Ders okutmadığı için devletten aldığı maaşını da bizzat kendisi kestirdi ve 1908 yılına kadar böyle devam etti. Aynı yıl Şirvanlı Mehmet Hâlis Efendi, ders vekili olarak tayin edilince Ders Vekâleti Meclisi’ne Ali Zeynelâbidin Efendi’yi de davet etti. Ali Efendi ilk başta bu görevi reddettiyse de Hâlis Efendi’nin ısrarı üzerine kabul etmek zorunda kaldı. Hâlis Efendi’nin hicrî 1329’da (1911) vefatı üzerine onun yerine Ders Vekili tayin edildi.
Ali Efendi’nin okuttuğu kitaplara yazdığı dipnot mahiyetindeki kayıtlar çok kıymetliydi. Bu kayıtların bir kısmı kitabı okuduğu hocasının izahları bir kısmı da kendi bilgi birikimiydi. Bazı ilim erbâbı kimseler, sırf bu kayıtlardan istifade etmek için Ali Efendi’den kitaplarını ödünç alırlardı.
Vefatı:
Ali Zeynelâbidin Efendi, 18 Safer 1336’da (3 Aralık 1917) 68 yaşında vefat etmiş ve Fatih Cami haziresine defnedilmiştir.
Zâhid Kevserî
Efendi’nin Rüyası:
Ali Zeynelâbidin Efendi, Zâhid Kevserî Efendi (v. 1956)’nin en fazla istifade ettiği hocalarındandır. Medreseyi bitiren talebeler, beş yılda bir yapılan ruûs imtihanına girerlerdi. Bu imtihanı kazananlar müderris olurdu. Bir imtihanı kaybeden talebe, diğeri için beş sene daha beklemek zorundaydı. Zâhid Kevserî Efendi, bu imtihan için var gücüyle hazırlanıyordu. Bir taraftan da Ali Zeynelâbidin Efendi’nin sabah derslerine devam ediyordu. Bu derste Nesefî Hâşiyesinden kabir azabı başlığını geçmişlerdi. Zâhid Efendi, ruûs imtihanına daha fazla çalışmak amacıyla sabah derslerini bırakır. Dersi bıraktığı o hafta Perşembe gecesi şöyle bir rüya görür:
Hocası Ali Zeynelâbidin Efendi, Fatih Camisindedir. Tebessüm ederek Zâhid Efendi’ye şöyle der: “Birkaç gündür seni sabah derslerinde göremiyorum. Basit mazeretlerle sabah derslerinden geri kalma. Çünkü hiçbir ders faydasız değildir.”
Zâhid Efendi uyanınca bu rüyayı kimseye anlatmaz. Bu rüyayı, derse gitmemesinin etkisiyle gördüğünü düşünür. Ertesi gece, Cuma gecesi, samimi olduğu ders arkadaşlarından birisi Zâhid Efendi’nin kaldığı yurda gelir ve Ona şöyle der:
“Akşam namazından önce Fatih Camisi yakınında hocamızı görüp durdum ve selam verdim. Bana, “Herhalde Zâhid’e gidiyorsun” dedi. Ben de, “Evet” dedim. Bunun üzerine “Ona selam söyle ve şöyle de” dedi: “Birkaç gündür onu sabah derslerinde göremiyorum. Basit mazeretlerle sabah derslerinden geri kalmasın. Çünkü hiçbir ders faydasız değildir.”
Bu cümleler, Zâhid Efendi’nin rüyada hocasından duyduğu cümlelerin aynısıydı. Zâhid Efendi, bundan sonra sabah derslerine tekrar devam etmeye başlar.
Ali Zeynelâbidin Efendi’ye Hocasının Tavsiyeleri:
O dönemde ruûs imtihanında başarılı olanlar, ders vermeye başlamadan önce hocalarını ziyaret ederler, hem dua isterler, hem izin alırlar, hem de hocanın tavsiyelerini dinlerlerdi. Zâhid Efendi de bu minvâl üzere ders vermeye başlamadan birkaç gün önce hocası Ali Efendi’yi ziyaret eder, hocasından dua ister. Hocası ona şöyle der:
“Ben, ruûs imtihanını kazandıktan sonra memleketime gitmiştim. Bayramdan sonra derslerime başlamak üzere İstanbul’a geldim. Yanımda da sadece bir talebe vardı. Yolda bir arkadaşıma rastladım. Bunun üzerine “Sen bu sene ders vermeye başlamayacak mıydın?” dedi. Ben de “Evet” dedim. Bana “ Ders vermeye başlayacak kimse böyle mi yapar? Yanında, sadece bir talebe var. Ruûs imtihanını kazanan talebeler genelde değişik şehirlerdeki arkadaşlarına, kendisine talebe göndermeleri için haber yollar. Hatta bazen de birçok yere giderler, oralarda ders verirler ki insanlar onun ilmî dirâyetini görsünler de çocuklarını ona göndersinler. Çünkü talebeler serbest, istedikleri hocadan ders alırlar. Muhtemelen sen, ders halkanda tek bir talebeyle kalacaksın. Çünkü hiç tedbir almamışsın.” dedi.
Hocası sonra şöyle devam eder:
“Bu sözler biraz kafamı karıştırdı. Bu gibi sıkıntılı durumlarda istişâre edip öğüt almak üzere hep hocama giderdim. Derhal hocama gittim. Ben daha hocama konuyu açmadan bana direkt şu tavsiyelerde bulunmaya başladı:
- Her türlü kaynaktan faydalanarak vereceğin dersi sağlamca hazırlamaya çalış.
- Bu dersi talebenin zihnine en güzel şekilde nasıl yerleştiririm diye iyice düşün. Çünkü ders, sistemli bir şekilde anlatılırsa talebeler de gerektiği gibi istifade ederler.
- Sonra talebelerin çokluğuna ya da azlığına asla aldırış etme. Allah dilerse, az talebeyle de ilim bereketlenir, yayılır. Bazen bakarsın ki, Allah bereket takdir etmediğinde, kalabalık grupların bile ilminde bereket olmaz. Çünkü ilmin bereketi Allah’tandır.
- İlim yolunda, ihlasla gücün yettiği kadar gayret göster. Sen gücünün yetmediğinden sorumlu değilsin.
- Para kazanmak amacıyla, talebelerin kalacak yerleri vb. işleriyle uğraşma. Çünkü bu işlerin ardı arkası kesilmez. Şunu iyi bil ki paranın girdiği yerde ihlas olmaz. Sayısı ister bir isterse bin olsun, sana gelen talebe sadece ilim için gelsin. İlim yolundaki ihlasını, dünyevî maksatların kirletmesine sakın izin verme.
- Sonra yeni bir hoca, derse hazırlanmak ve ders vermek için sabah akşam kendisini aşırı yorar, gücü gider. Bu nedenle güzel beslenmelisin. Sabahları yumurta sarısıyla karışık bir rıtıl (382,5 gr) süt içmeyi, öğleleri de çeyrek okka (320 gr) kızarmış koyun eti yemeyi ihmal etme.”
Bu tavsiyeleri anlattıktan sonra Ali Efendi, talebesi yeni hoca Zâhid Efendi’ye şöyle der:
“İşte, yeni ders verecek hocalara, hocamın tavsiyesi budur. Buna bir kelime dahi eklemem olmaz.”
Hocasının bu sözleri Zâhid Efendi’deki bütün endişeleri alır götürür, Zâhid Efendi’nin içini bir ferahlık kaplar. Artık onun için talebelerin azlığı da çokluğu da birdir. Bundan sonra hocasının tavsiyeleri doğrultusunda ders vermeye başlar ve Allah Teâlâ ona muvaffakiyet nasip eder.
Hocasının bu tavsiyelerine sarıldıktan sonra Allah Teâlâ, Zâhid Efendi’ye maddî mânevî birçok nimet bahşeder.
Görüldüğü gibi bu anlatılanlardan bize de birçok ders çıkmaktadır:
Birincisi ve en önemlisi; talebelerin, mezun olduktan sonra hocalarıyla irtibatı koparmamaları. Çünkü hocalarıyla irtibatı kesen talebeler, bazen yanlış yapabilmektedirler.
İkincisi; bir plân üzere çalışmak. Çünkü bir işe başlamadan önce güzel bir plân yapmak, aslında işin yarısını halletmektir.
Üçüncüsü; niyetin hâlis olması. “Niyet hayır, âkibet hayır” sözünde olduğu gibi, niyetimiz hayır olursa işin sonu da hayır olur.
Dördüncüsü; önemli işlerde hocalarımızla istişâreyi terk etmemek. Çünkü demişler ki: “Danışan dağı aşmış, danışmayan düz ovada yolunu şaşırmış.” Hadis-i şerifte de buyurulduğu gibi: “İstihâre yapan hüsrana uğramaz, istişâre eden de pişman olmaz.” i
(Kaynak: Muhammed Zâhid b. el-Hasan el-Kevserî, et-Tahrîru’l-vecîz fîmâ yebtegîhi’l-müstecîz, nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, s. 66-72).