İçeriğe geç

ALLAH TEÂLÂ’YA KARŞI İŞLENEN SUÇLAR (Günahlar) -I-

Bu dersin daha iyi anlaşılması için, Allah Teâlâ’ya karşı işlenen suçları ifade eden kelimeler(terimler)in ne demek olduğunun kısaca bilinmesi gerekiyor.

Küfür, örtmek ve gizlemek manalarına gelir. İnanmanın zıddıdır. Birkaç nevidir.

Küfr-i İnkâr, inkârdan gelen küfür, Allah Teâlâ’yı asla tanımamak, bilmemek ve dili ile itiraf etmemektir. Allah Teâlâ’nın varlığını kabul etmeyen bu günkü Ateistler gibi.

Küfr-i İnad, inattan gelen küfür, Allah Teâlâ’yı bildikleri, dilleri ile de itiraf ettikleri halde, resulünü ve dinini kabul etmemektir. Hıristiyan ve Yahudilerin küfrü bu kabildendir.

Küfr-i Nifak, nifaktan gelen küfür, Allah Teâlâ’ya, resulüne ve dinine inandıklarını dilleriyle söyledikleri halde, bunların doğruluğuna kalpleriyle inanmamaktır.

Hülasa Allah Teâlâ’yı, onun birliğini, resulüne indirdiklerinin tamamını veya bir kısmını, Muhammed(s.a.v)in nübüvvetini veya peygamberlerden herhangi birini kabul etmeyip reddetmek. Bu ister fiilen, ister itikaden, isterse sözle olsun, bu sayılanları inkâr ederek, bilmeyerek veya bunlar hususunda şüpheye düşmek suretiyle de olsa, sahibi dinden çıkar.[1] Bu hal ve inanç üzere ölenleri Allah Teâlâ asla bağışlamaz, onlar ebedi cehennemliktirler.[2]

Şirk, Allah Teâlâ’ya yanlış inanmaktır. Ortak koşmak demektir. Açık şirk, gizli şirk diye iki kısma ayrılır.

Açık olan şirk, Cenab-ı Hakk’a;

Zatında şirk, birkaç ilahın varlığını kabul etmek. Mecusilerin hayır ilahı, şer ilahı, Yunan ve Romalıların aşk tanrıçası, savaş ilahı gibi ilk çağ karanlıklarını gösteren yanlış inançları gibi. Hıristiyanların İsa Allahın oğludur ve Ruhul Kudüs’e de ilahlık vasfı vererek, üç ilah birdir, bir ilah üçtür demeleri gibi. Hıristiyanları Allah zatında şirke götüren süreç Allah Teâlâ’nın sıfatlarına inançtaki hassas dengeyi kuramamalarından kaynaklanmıştır.

Sıfatlarında şirk, Allah Teâlâ’nın Kuranı Kerimde Nassa dayalı ezeli ve ebedi olan sıfatlarını yok saymak veya onları müstakil birer ilah diye öngörmektir.

Efalde-halikiyette-şirk, mevcudatın yaratılmasını, düzenlenmesini, kâinattaki olayların meydana gelişini, Allah Teâlâ’dan koparıp tesadüflere, doğaya, kendi kendine oluşa bağlamaktır. Tabiatçıların (doğacıların )şirki bu kabildendir.

Ubudiyette şirk, ibadetin bütün nevileriyle, kendisine ibadet edilmeye müstahak olan sadece Allah Teâlâ’dır. Ondan başkasına ibadet ise şirktir. Cahiliye dönemi, Ebu Cehil, Ebu Leheplerin şirki bu kabildendir. Buraya kadar sayılan hususlarda Kureyş müşrikleri Allah Teâlâ’nın zatında, sıfatında ve Halikiyetinde tevhid halindeydiler. Ancak ubudiyet noktasında şirke bulaşmışlardı.

Hâkimiyette şirk, egemenlikte; yani Hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah’ın olduğunu kabul etmemektir.

Taknin ve teşride şirk, kanun koyma yani yasama Allah Teâlâ’ya ait bir haktır. Bu hakkı insanların Allah’ tan alıp kendilerine mal etme hakları yoktur.

İtaatte ve velayette şirk, yasama nasıl ki, Allah Teâlâ’ya aitse, yürütmede ona aittir. Bu hakkı Allah Teâlâ Resulüne ve Ümmeti Muhammed’in Ulülemrine niyabeten vermiştir. Ancak Ulülemre verilen itaat hakkı Allah ve Resulünün koyduğu prensiplere uygun olma şartına bağlıdır. Bu son üç maddede; yani Hâkimiyette, Taknin ve teşride, İtaatte ve velayetteki şirk,  Hevai arzularını ilah edinenlerin ve Fransa patentli Laikliğin insanlara bulaştırdığı bir şirktir.

Gizli olan şirk, olduğu gibi görünmemek, göründüğü gibi olmamak, riyakârlık demektir. İbadetleri başkaları görsün duysun diye yapmaktır.

Şirkin bu kısımları ve diğer maddelerinin tafsilat ve izahı birkaç tane kitapçık olacak genişliktedir Biz şimdi sadece terimlerin kısa izahını yapmakla yetindik. Tafsilatını yazmayı Rabbim bu aciz’e nasip eylesin.

Ya Rab, bilerek yaptığımız şirkten sana sığınır, bilmeyerek yaptığımızdan ise mağfiret dileriz.

Günah, Arapçadaki -Cünah- kelimesinin baş harfi değişerek, Türk diline geçmiş şeklidir. Meyletmek, ayrılmak, sapmak manalarına gelir. Buradaki manası, asli maksattan ve hayırdan şerre meyletmektir.[3]   Hukukta ise, cinayetten küçük, muhalefetten büyük, suç demektir.

Kebair, küçüğün zıddı, ağır suç demektir. İşleyenini Allah ve Resulünün ceza ve lanetle tehdit ettiği veya yapanına had cezası koyduğu suçlardır. [4]   Seğair, büyüğün zıddı, hafif suç, küçük günah demektir.

Seyyiat, suç,  günah, küçük günah demektir.

Haram, kendisi ve cinsi hakkında zararından ve mefsedetinden dolayı Kuran ve sünnette kesin delil ve ittifak bulunan hükümdür.

Mekruh, küçük günahlara verilen isimdir. Harama yakın olanlarına, tahrimen mekruh, helale yakın olanlarına tenzihen mekruh denir.

Fısk, günahkârlık, füsuk ise zulüm adaletsizliktir. Fasık, günahkâr suçlu, zina eden, itaatten çıkıp isyan eden, nefsine günah işlemek suretiyle zulmeden demektir.

İsm, kötülük, suç, cezayı gerektiren zarar, işleyenin yerilmeye ve ayıplanmaya müstahak oluşu, gizli ve aşikâr zina manalarına da gelir.

Zenp, Zünup, kuyruk, son uç, ilave, suç, günah manalarına gelir. Günaha zenb denmesinin sebebi, cezasının işleyen kişiyi ardı sıra takip etmesinden dolayıdır. Tıpkı kuyruğun hayvanın ardına ilavesi,  hayvanı kuyruğunun takip ettiği gibi Zenp de,  kuyruğa benzetilmiştir.

Fücur, dinin mahremiyetini ihlal etmek, aldırmayıp günah işlemek, Zina yapmak ahlaksız bir hayat sürmek, demektir.

İsyan, vacibi terk veya haramı işlemek suretiyle ilahi otoriteye boyun eğmemektir.

Büyük ve küçük Günahları anlatan kitaplarda bu suçların her biri, ihlal edilen fiilin adıyla adlandırılmış ve bunlar tek tek sayılmıştır. Bunların bir kısmı, Allah Teâlâ’nın emrettiklerini terk etmek, bir kısmı da, yasak ettiği haramları yapmak suretiyle işlenen suçlardır. Günahları anlatan kitaplarda, bunlar tafsilatıyla anlatılmıştır.

Haddi zatında âlemde aslolan ibahadır. Yani kullanılan eşyanın ve yapılan fiillerin serbestçe kullanılabilir olmasıdır.  Allah Teâlâ, insanların huzur içerisinde yaşayabilecekleri bir dünya için, varlıklar arasındaki hak ve sorumlulukların sınırlarını, onların hak ve sorumluluklarının nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini tayin etmek için, bazı sınırlamalar ve kısıtlamalar koymuştur. “Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa”[5]… “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.”[6] Bu yasaklara Hududullah (Allah’ın sınırları) adını kendisi vermiştir. Yasakları ve yasak olma ihtimali olanları sınırlamış, kalanları serbest bırakmıştır.

Peygamberimiz(s.a.v), “Helal açık ve bellidir, haram da açık ve bellidir. Bunların arasında müştebihat(bir taraftan bakınca helale, diğer taraftan bakınca harama benzeyen)ler vardır. İnsanların çoğu bunları bilmez. Bunlardan sakınan, dinini (şeriatın yermesinden), onurunu (insanların töhmetinden) kurtarmış olur. Şüpheli şeylere düşen, harama düşmüş olur. Koruluğun çevresinde (hayvan) otlatan çobanın, (güttüğü) hayvanların hemen oraya sarkabilmesi gibi. Gözünüzü açın her kralın (devletin) yasakları vardır, Allah’ın yasakları da haramlarıdır…”[7] Yukarıdaki Ayet-i Kerime ve bu Hadis-i Şerif’te yasak olanlar sınırlandırılmış, yasak olmayanlar ise sınırlandırılmayıp serbest bırakılmıştır.

“Eğer siz yasakladığımız günahların büyüklerinden kaçınırsanız, biz de sizin kötülüklerinizi (seyyiatınızı) örter ve sizi değerli bir yere yerleştiririz.”[8]

Bu Ayet-i Kerime’de,  büyük günahları terk edenlerin, küçük günahlarının bağışlanacağı bildirilmiştir. Ancak, hangi günahların büyük, hangilerinin küçük olduğunu tespit etmek ehemmiyet arz etmektedir.

Âlimlerin çoğunluğuna göre günahlar,  büyük ve küçük diye ikiye ayrılır. Bu ayırımda herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak bu günahların tayininde, bazıları, “şahitliği düşüren, işleyeni ve terk edeni hakkında Kuran ve sünnette şiddetli azap vaat edilen, had cezasını gerektiren, haram sözü ile haramiyeti duyurulanlar büyük günah, bunların dışındakiler ise küçük günahlardır” demişler, bazıları, “Allah Teâlâ’ya karşı yapılan isyanın küçüğü olmaz. Onun azameti karşısında hepsi büyük günahtır” demişlerdir. Bazıları ise, “ısrar ile işlenilen günahlar büyük, istiğfar edilenleri ise küçüktür” demişler. Çünkü ısrar ile işlenilen günahlar küçük olamaz. İstiğfar edilen günahlar da, büyük olmaz.[9]

Bir kısmı da, Allah Teâlâ, büyük günahlarla küçük günahlar arasında kulların tanıyacağı kesin bir sınır koymamıştır. Eğer koymuş olsaydı insanlar, küçük diye bilinen günahlara dalar ve onları mubah sayarlardı. Ancak Allah Teâlâ büyük olan günahlardan ayrı durmaları, nehiy edilenlerden uzak kalmaya gayret sarf etmeleri için, Cuma gününde duaların kabul saatini, kadir gecesini ve Salât-ı Vusta-orta namazı- gizli tuttuğu gibi bunu da gizli tutmuş, büyük günahlarla küçük günahları birbirinden ayıran kesin bir çizgi koymamıştır.[10] İnsan günahlarını gözünde büyük görürse, o günahlar Allah Teâlâ’nın indinde küçük olur. Velev ki o günahlar büyük olsun. Ama insan günahlarını küçümserse onlar Allah Teâlâ’nın indinde büyük olur. Velev ki o günahlar küçük olsun. Hulasa kulu, Allah Teâlâ’nın huzurundan uzak tutan her günah, büyük günahtır. Günahlar iki şeyin ihlali ile ortaya çıkar. Birincisi, Allah Teâlâ’nın emrettiklerini yapmayarak, diğeri ise, yasaklarını işlemek suretiyle olur. Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v); “Size bir şey emrettiğimde gücünüz yeterse onu yerine getirin. Şayet sizi bir şeyden sakındırırsam ondan mutlaka kaçının.”[11] buyurmuştur. İnsan, gücü yeterse Allah Teâlâ’nın emrettiklerini yerine getirir. Şayet güç yetiremezse, yapamadığından dolayı sorumlu olmaz. Ama yasaklar böyle değildir. Onlardan her halükarda kaçınılması lazımdır. “Gücüm yetmedi de günah işledim” demeye kimsenin hakkı yoktur. “Allah’ın haramlarından bir zerreyi terk etmek, sekaleynin yani, insanların ve cinlerin ibadetinden daha hayırlıdır.”[12] haberi bu meseleyi daha güzel izah etmektedir.

İslam dini suç üretme temeli üzerine gönderilmiş bir din değildir. Suç işlememe temeli üzerine bina edilmiştir. Ama işlenilen suçların şu veya bu şekilde kaldırılmasını esas alan affa dayalı bir dindir. Yalnız, had cezaları (zina, zina iftirası, hırsızlık, haksız yere adam öldürme, dinden dönme, içki kullanma, yol kesiciliği) ile ödenmeyen ve sahibinin helal etmediği kul hakları bu affın dışında tutulmuş ve hiç kimseye de bu suçları affetme yetkisi verilmemiştir. Bu suçların cezalarının, kanun koyucu olan Allah Teâlâ tarafından dünyada verilmesi öngörülmüştür.  Ancak; maktulün velilerinin affettiği katil bundan hariçtir. Bu had cezaları da, dini hayatı, kamu düzenini, genel ahlakı, kişisel hakları korumak için koyulmuştur. Dünyada konulan cezalar, genel yekûn içerisinde suçların çok az bir kısmını teşkil etmektedir. Kamu düzeninin korunması için bu suçların cezasının dünyada verilmesi mecburidir. Dünyada uygulanan had cezaları, o günahın ahiretteki kefareti olacaktır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz,“Hangi kul ki, Allah’ın kendisini men ettiği şeylerden bir şeyi işler de,  sonra da ona had cezası verilirse, bu ceza onun günahına kefaret olur.”[13] buyurmuştur. Tazir cezalarının affı ve uygulaması ise, yetkiyi elinde bulunduran yönetime aittir. Kalan bütün suçlar için tevbe kapısı açık tutulmuş, pişman olup tevbe etmeyenlerin durumu Allah Teâlâ ya kalmıştır.

Bu günahların bir kısmı,  insanla Allah Teâlâ arasında, bir kısmı da, insanla diğer yaratılmış varlıklar arasındadır. İnsan bu günahları, ya Allah Teâlâ’ya karşı işler ki,  bu Allah Teâlâ’nın hakkının ihlalidir. Allah Teâlâ’nın hakkının ihlal edildiği günahın hesabı, kıyamette kul ile Rabbi arasında gizlice görülür ve bundan mahlûkatın haberi olmaz. Ya da, işlenilen günah diğer insanlara haksızlık olarak yapılmıştır ki, bu da kul hakkıdır.  Kul hakkı olan günahların hesabı ise,  kıyamet gününde herkesin gözü önünde aşikâra cereyan eder.[14]

Büyük günahları işlemek, onları helal saymadıkça insanı dinden çıkarmaz. Çünkü amel imandan bir parça değildir. O günahları işlemese, ama helal sayarsa, o zaman dinden çıkılmış sayılır. Ehl-i sünnetin görüşü böyledir.

Günahları meydana getiren sebepleri ve günahların neler olduğunu, tevbenin dışında günahlara kefaret olan amelleri, inşallah daha sonraki makalelerimizde ele alırız.

Allahım bize rüştümüzü ilham eyle. Bizi nefsimizin şerrinden koru. Göz açıp yumuncaya kadar dahi bizi nefsimizin eline bırakma. Sevdiklerine nasip ettiğin hakiki tevbeyi bizlere de nasip eyle.

Âmin.

[1]– Necatül Gafilin, 3

[2]– Necatül Gafilin, 3

[3]– Hakkı,1-353

[4]– Eyserüttefasir.Nisa 31

[5]– Nisa.14

[6]– Bakara,229

[7]– Müslim,5-50

[8]– Nisa.31

[9]– Necatül Gafilin,3

[10]– Tantavi, Nisa.41

[11]– Müslim.7-91

[12]– Berikatü mahmudiye,5-319

[13]– Ramuz,182

[14]– Necatül Gafilin,3