İnsanoğlu, çok yönlü ve bütün yönleriyle gelişim sergilemeye eğilimli bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Psikoloji literatürü içerisinde önemli bir kavram olarak gelişim, insanı kuşatan dinamik bir sürece işaret etmektedir. Ana rahmine düşme ile başlayan gelişim süreci, insan için takdir edilen son nefese kadar aralıksız devam etmektedir. Yaşın ilerlemesine bağlı olarak, ferdin olgunlaşma düzeyine göre farklı gelişim ödevleri söz konusudur. Örneğin herhangi bir sağlık problemi olmadığı halde orta yaşlarına ulaşmış herhangi bir kimsenin, içerisinde yaşadığı toplumun dilini konuşamama ya da temel iletişim becerilerinden yoksun olma gibi gelişim problemleri yaşama ihtimali çok düşüktür. Bu bakımdan içerisinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak insanın psiko-sosyal hayat içerisinde gelişim sergilemesi kaçınılmaz bir durumdur. Buna göre gelişim dönemlerine has yaşam tecrübeleri, insana sürekli bir zihinsel ve duygusal hareketlilik hali sağlamaktadır.
Gelişimin birçok alanı söz konusudur. Bedensel gelişim, kişilik gelişimi, bilişsel gelişim, ahlâk gelişimi ya da dinî gelişim bu alanlardan bazılarıdır. Gelişim hakkında çalışmalar yürüten insanların sürekli olarak vurguladıkları bir şey vardır ki o da gelişim alanlarının birlikte ve aşamalı bir seyir takip ettiğidir. Yani kişilik gelişimi, dinî gelişimden ya da ahlâkî gelişimden farklı bir yol takip etmemekte; dolayısıyla gelişimin tüm alanları eş güdümlü hareket etmektedir. Özellikle çocukların gelişim süreçlerine katkıda bulunan kişilerin bu ölçüleri dikkate alarak bir eğitim tarzı benimsemeleri önem arz etmektedir ki bu noktada aile fertlerine önemli görevler düşmektedir. Dönemsel olarak akran grupları, rol modeller gibi aile dışındaki faktörlerin gelişim sürecinde daha ön plana çıktıkları ifade edilse de gelişimin tamamı göz önüne alındığında kişinin psiko-sosyal gelişiminde ailenin en önemli unsur olduğu görülmektedir. Dolayısıyla aile Mevlana’nın pergel metaforundan hareketle ferdin hayatında pergelin iğneli ayağını oluşturmaktadır.
İnsanın dünyaya gelişi, aynı zamanda başkalarına yönelik bir tür bağımlılık ağını da meydana getirmektedir. Doğduğu andan itibaren başkalarına bağımlı bir şekilde yaşamını sürdüren insan yavrusu, fiziksel ihtiyaçlarının yanı sıra birtakım duygusal gereksinimlere de sahip olarak varlığını devam ettirmektedir. Anne-baba merkezli meydana gelen söz konusu bağımlılık ağı, gelişim yolculuğunda ebeveyn tutumlarını önemli kılmaktadır. Erken dönem içerisinde ebeveynlerle kurulan ilişkiler sonucunda gelişen, kişinin kendisine ve diğerlerine dair içsel temsilleri (psikolojik yüklemeler), kişinin yaşamında önemli olan diğerleriyle ilişkilerinde beklentilerini, davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini belirlemekte hem bilinçli hem de bilinçsiz bir şekilde yaşamına etki etmektedir. Sonraki gelişim aşamalarında, sürekli olarak söz konusu kişilerle ilişkilerine müracaat eden kimse için bu durum hayatî bir nitelik taşımaktadır.
İnsan yaşamında çocukluk dönemi, bu dönem içerisinde ise aile fertlerinin etkisi, yadsınamaz bir öneme sahiptir. Bu süre zarfında meydana gelen problemler, çeşitli şekillerde daha sonraki gelişim dönemleri içerisinde açığa çıkmaktadır. Örselenmiş çocukluk yaşantıları, travmalar, ebeveyn kaybı gibi durumlar, bireyin gelişiminde derin boşluklar meydana getirebilmektedir. Çocukluk dönemi içerisindeki yaşantılar, bireyin ileriki yaşamında sürekli hesaplaşmak zorunda olduğu bir ara bölge meydana getirmektedir. Bu bakımdan ebeveyn tutumları, kişilik gelişimi başta olmak üzere dinî gelişimi de içine alan geniş bir etki alanına sahiptir. Bu süreçte meydana gelen aksaklıklar ya da aşırılıklar, çocuğun sonraki yaşamına yönelik tehlikeler içermektedir. Dinî gelişim açısından düşünüldüğünde ebeveynlerin çocuklar üzerindeki etkisi göz önüne alındığında ebeveyn tutumlarının Allah tasavvuru oluşumuna, daha sonrasında ise Allah tasavvuruna bağlı bir şekilde gelişen dindarlık biçimine etki etmesi muhtemel gözükmektedir. Nitekim çocuğun sevgi, merhamet, bağlanma gibi duyguları ilk kez deneyimlediği insanlar ebeveynleridir. Söz konusu duyguların daha sonra başka varlıklara transferinde bu ilk deneyimler önem arz etmektedir. Bu çerçevede ebeveynlerin çocuklarına karşı sergiledikleri tutum ve davranışlar, dinî gelişim dâhil birçok alanda belirleyici bir faktör olmaktadır.
Din eğitimi içerisinde Allah’a yönelik bakış açısı, aile ya da çevre tarafından genellikle bilgi aktarımı yoluyla kazandırılmaya çalışılmakta ya da en azından bu şekilde bir çaba içerisinde olunduğu müşahede edilmektedir. Tabi ki din eğitimi açısından çocuklara bir takım dinî bilgiler yükleme, Allah’ı tasavvur etme sürecinde önemli bir veri kaynağı olabilir. Hatta bu dönemde çocukların kolay inanma, taklit etme gibi gelişimsel özelliklerinden yararlanarak bir eğitim sürecine tabi tutmak yerinde olabilir. Fakat soyut düşünme becerilerinin yeterince gelişmediği bu dönem içerisinde Tanrı’yı tasavvur etme, ancak ebeveynlerin sürece duygusal sıcaklık eksenli bir tutum ve davranış örgüsü içerisinde müdahil olmasıyla gerçekleşebilir. Nitekim soyut düşünme becerisi henüz gelişmemiş bir çocuğa Allah’ın kudretinden, sonsuz sevgi ve merhametinden bahsedildiğinde muhtemelen zihninde bu niteliklere sahip biricik varlıklar olan annesi ya da babası canlanacaktır. Bu noktada çocuğun anne ya da baba figürü tarafından arzu edilen bir tutum örgüsü içerisinde yetiştirilmesi, duygusal sıcaklık eksenli bir anlayış benimsenmesi, daha sonraki dönem içerisinde onun zihninde oluşturacağı Allah tasavvuru açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda daha sonraki gelişim aşamalarında fertler tarafından algılanan anne-baba tutumlarının, Allah tasavvuru oluşumunda duygusal bir zemin oluşturduğu ifade edilebilir. Tabi ki bu dönem içerisinde çocuğun Allah hakkında edindiği tecrübeler ve bilgiler de önem taşımaktadır. Bu çerçevede dinî bir atmosfer içerisinde büyüyen çocukların sürekli olarak ebeveynlerini taklit ettikleri, onların ifadelerini tekrar ettikleri, sevgi ya da korku odaklı dinî tutum ve davranışlarını önemsedikleri görülmektedir. Örneğin çocuğa oynaması için verilen bir oyuncağın Allah tarafından hediye edildiği söylendiğinde çocuğun Allah’ı sürekli olarak kendisine iyilikler yapan bir varlık şeklinde tasavvur ettiği; yanlış bir şey yaptığında kendisini Allah’ın cezalandırdığı telkin edildiğinde ise korku-ceza odaklı bir varlık olarak algıladığı gözlenmektedir. Bu noktada çocuklara korku-ceza merkezli bir din eğitimi tarzı benimsemenin dinî gelişim açısından uygun bir yöntem olmadığı belirtilmelidir. Nitekim çocukluk dönemi içerisinde zihne olumlu ya da olumsuz bir şekilde kodlanan söz konusu dinî tasavvurların daha sonraki gelişim safhalarında değişmesi zor gözükmektedir. Korku, kaygı ve stresle motive olan bir dindarlık ya da Allah tasavvuru biçimine sahip olan bir kimsenin, toplum içerisinde sağlıklı bir prototip oluşturması mümkün değildir. Bu çerçevede Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”[1]şeklindeki hadîs-i şerîfinin çocuk eğitimine yansıyan yönü bu çerçevede anlaşılabilir. Gerek ebeveyn tutumları gerekse çocuklara sunulan din eğitimi açısından sevgi ve sorumluluğun eşit dağılımını kapsayan dengeli bir tutum içerisinde bulunulması, daha sonraki gelişim süreçlerine önemli katkılar sunacaktır.
Ebeveynlerin çocuklarına karşı sergiledikleri tutumların yanı sıra çocukların gelişim süreçleri üzerinde etkili olan başka bir faktör daha vardır ki o da ebeveynlerin birbirlerine karşı tutumlarıdır. Sürekli tartışılan, soğuk rüzgârların estiği, çatışma ortamı görünümünde bir ebeveyn atmosferine maruz kalmak, çocuklar üzerinde olumsuz izler bırakmaktadır. Hayatta en fazla önem verilen iki figürün (anne ve baba) birbirleri arasında yaşadıkları problemler, çocuğu yaşama karşı güvensiz ve çaresiz bırakabilmekte; bu durum ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilmektedir. İnsan olmak her halükârda bir tekâmül sürecini barındırmaktadır. İnsan-ı kâmil olma şeklinde ifade edilebilecek bu sürecin hayatımızdaki en önemli ögeleri şüphesiz ki ebeveynlerdir. Ebeveynlerin gelişime yönelik katkıları, daha sonraki yaşamda hem psikolojik düzlemde iyi hissetmek hem de iyi bir Müslüman olma açısından önem arz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in, çocukların hayatında anne-babalarının etki gücüne yönelik “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.”[2] şeklindeki sözleri, aslında ebeveynlerin çocuk yetiştirmede yapmaları gerekenin, sadece fıtrata uygun davranmak olduğunu bizlere bildirmektedir. Fıtrata uygun davranmanın gereği olarak çocukluk dönemi içerisinde salt dinî bilgi verme odaklı bir anlayıştan ziyade ebeveynlerin, sevgi ve sorumluluğun eşit düzeyde yansıtıldığı bir tutum örgüsü benimsemeleri gerekmektedir. Ayrıca eşler arasındaki ilişkinin niteliği de aynı şekilde çocuğun dinî gelişim de dâhil olmak üzere daha sonraki gelişim aşamalarında önemli gözükmektedir.
[1] Buhârî, 3/72.
[2] Buhârî, Cenâiz, 92.