İçeriğe geç
Anasayfa » Asıl Şükür Şükürden Aciz Kaldığını İtiraf Etmektir

Asıl Şükür Şükürden Aciz Kaldığını İtiraf Etmektir

Şükür, Arapça bir kelime olup “ş-k-r” kökünden gelmektedir. Bu kökten gelen şükür, isim ve fiil olarak Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık 70 yerde geçmektedir. Türkçemizde kullandığımız teşekkür ve şükran kelimeleri de aynı köktendir. Hamd ve medh kelimeleri de şükür manasını ifade etmektedirler. Şükür, verilen her türlü nimetten dolayı bu nimeti ihsan edene karşı söz, fiil ve kalp ile gösterilen minnet ve saygı; bu ihsan ve ikramın kadr u kıymetini bilmek, bu lütuf ve ikramı yapana bu hissi göstermek, nimetin sahibini hatırlamak, övmek, medh u sena etmektir. İslam inancına göre kimden gelirse gelsin bütün nimetlerin gerçek sahibi Allah’tır. Bu sebeple her türlü nimeti Allah’tan bilmek ve herkesten önce ona şükretmek muvahhit bir mü’min olmanın gereğidir. Bunun yanında iyilik gördüğümüz kimselere karşı da teşekkür etmenin hem İslamî hem de insanî bir görev olduğunu Efendimiz (s.a.v)’in şu mübarek sözleri bizlere öğretiyor: “İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen kimse Allah’a da şükretmiş sayılmaz.”

Abdullah İbn Mes’ud (r.a) da şöyle buyurdu: “İmanın yarısı sabır yarısı da şükürdür. Bu sebepten dolayıdır ki Allah (c.c) dört sure-i celilede geçen şu ayet-i kerimede sabır ile şükrü cem etmiştir (toplamıştır): “Şüphesiz bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler vardır.”1

Şükür, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlı kalmaktır. Kişiyi Allah’a yaklaştırmayan her nimet, nikmete dönüşür (bela, dert, musibet ve azap olur). İlahî nimetlere şükür, sevgi ve muhabbetin kaynağıdır. Sahip olduğumuz nimetlerden dolayı “Allah’ım sana çok şükürler olsun, tüm nimetler sendendir.” demekle şükrümüzü ifa etmiş olmayız; sadece şükür nevilerinden bir tanesini yerine getirmiş oluruz. Her türlü nimeti veren Allah’ın emir ve yasakları vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa o organın, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmesini sağlamaktır şükür. Her nimetin şükrü o nimetin icap ettirdiği hizmetleri ifa etmekle yerine getirilmiş olur. Mesela sağlıklı ve sıhhatli bir bedene sahip olmanın şükrü, Allah’a kulluk ve mahlûka hizmet etmek; ilme sahip bir kimsenin şükrü, ilmi ile amil olup din-i mübinin ihyası ve insanların saadet ve mutluluğu yolunda ilmi isti‘mal etmek; mal, servet ve zenginliğin şükrü, meşru yollardan elde edilen bu serveti yine meşru yollara seve seve harcamaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu konu ile alakalı şöyle buyuruluyor: “Gerçekten İbrahim, hakka yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi, Allah’ın nimetlerine şükredici idi. Çünkü Allah, Onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.”2 Başka bir ayet-i kerimede “Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan (Süleyman) ne dilerse yaparlardı. Ey Davut ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır (şükredenlerin de şükrü azdır).”3 buyuruluyor. Allah Teâlâ’nın, Davut ailesine “şükredin” şeklindeki hitabı, Allah’a karşı taat u ibadette kusur etmeyin, fiil ve hareketlerinizle şükrünüzü ifa edin, demektir.

Şükrün zıttı küfürdür. Zaten Allah (c.c), insanı bir imtihan için yarattığını İnsan Suresi’nin 1 ile 5. ayetleri arasında haber veriyor: “Gerçekten biz, insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz, ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici (bir muvahhit mü’min) olsun, ister nankör (kâfir) olsun; doğrusu biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık…” Şükür ve küfür noktasında insanlar iradelerinde tamamen serbest bırakılmışlardır. Allah (c.c), küfrün bir felaket; şükrün de bir fazilet, saadet ve mutluluk olduğunu şöyle beyan buyurmuştur: “Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, küfür edip nankörlük eden de bilsin ki Allah müstağnidir (hiçbir şeye muhtaç değildir), her türlü medh u senaya layıktır.”4 Bu ayet-i celilerden anlaşıldığı üzere Allah (c.c)’ın, hiçbir kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur. Onun ilahlığı, yüceliği, hâkimiyet ve hükümranlığı herhangi bir kimsenin şükrü veya küfür ve nankörlüğüyle haşa ne bir derece yükselir ne de eksilir. O bizzat kendisi her şeye hâkimdir. O ezelde şakirdir, hâkimdir, alimdir.

Şükrün Eda Şekilleri

1- Şükr-i Lisânî: Dil ile yapılan şükürdür. Nimeti vereni zikretmek, anmak, onu övmek, meth u sena etmek; bu hususta dil ile yapılacak ne varsa onu yapmak; Allah (c.c), Efendimiz (s.a.v)’e ve onun şahsında bütün insanlara şöyle buyuruyor: “Rabbinin nimetine (her türlü ihsanına) gelince onu saygı, minnet ve şükranla an.”5

2- Şükr-i Kalbî: Kalp ile yapılan şükürdür. Kalbi ile gerçek nimetin sahibini tanımak, her türlü nimetin Allah’tan olduğunu bilmek ve tasdik etmektir.

3- Şükr-i Fiilî: Bu da vücudun bütün organları ile yapılan şükürdür. Her türlü nimetleri veren Allah’ın emir ve yasakları vücudun hangi organını ilgilendiriyorsa o organın, bu emir ve yasaklara uygun hareket etmesini sağlamakla fiilî şükür icra edilmiş olur.

Allah (c.c), kişinin ibadet ehli olmasını şükür ehli olmasına bağlamıştır. “Eğer Ona (Allah’a) ibadet ediyorsanız o zaman Allah’a şükrediniz.”6 Teknolojik ve teknik imkânlar geliştikçe; mal, mülk, servet çoğaldıkça; hayat şartları iyileştikçe taat u ibadete karşı aşk ve arzunun; hamd ve şükrün; minnet ve muhabbet duygularının çoğalıp gelişmesi gerekirken tam aksine isyanın, fısk u fücurun, fuhşun, her türlü ahlaksızlığın, nankörlüğün, kibir ve gurur gibi hastalıkların alabildiğine yaygınlaşmış olması insanoğlunun ne kadar nankör olduğunun açık bir kanıtıdır.

Yaklaşık bir asır evvel yaşamış olan insanlara bugünün ilerlemiş teknik imkânları anlatılsaydı inanmakta zorlanırlardı. O dönemdeki imkânsızlıkları ve zor hayat şartlarını bu asırdaki gençlere anlatamazsınız; şayet anlatsanız sizi dinlemezler bile; işte insanoğlu bu kadar nankördür. İnsaoğlunun, Rabbine karşı nankör oluşu ayet-i kerimelerde şöyle beyan buyurulmuştur: “Şüphesiz insan(oğlu) Rabbinin nimetlerine (karşı) pek nankördür.”7 “Ey insan(oğlu)! Seni yaratan, düzgün bir şekle koyan, mütenasip kılan ve dilediği şekilde terkip eden o cömert (olan) Rabbine karşı seni aldatan (mağrur kılan) nedir?”8

Ahmed ibn Hanbel’in rivayetine göre Hz. Ömer, bir adamın “Allah’ım! Beni azlardan (az olan kullarından) eyle.” diye dua ederek yalvarıp yakardığını duyunca, “O ne? Böylesi bir duadan maksadın ne?” diye sorar. O adam şöyle cevap verir: “Ey mü’minlerin emiri! Allah Teâlâ, Hûd Suresi 40. ayette “Ona (Nuh’a) az kişiler iman etti.”; Sebe Suresi 13. ayetinde de “Kullarımdan bana şükredenlerin sayıları azdır.”; Sa‘d Suresi 24. ayetinde de “İman edip salih amel edenler müstesna. Bunların sayıları da pek azdır.” diye haber veriyor.” Bunun üzerine halife, “Doğru söyledin.” diye onu tasdik etti. Ayet-i celilede Allah’a şükreden kimselerin az olduğu, şükredenlerin de şükürlerinin az olduğu açıkça ifade ediliyor. Yine Ahmed ibn Hanbel, Hasan el-Basri’den Davut (a.s)’un şöyle yalvarıp yakardığını nakleder: “İlâhî! Ya Rabbi! Vücudumda bulunan bütün kıllarım dil olsalar ve bu dillerimle ömür boyu, gece gündüz aralıksız sana zikr u tespihte, tazarru ve niyazda, meth u senada bulunsam (bana verdiğin nimetlerin sadece) bir tanesinin hakkını (şükrünü) bile ödeyemem.” Ahmed ibn Hanbel, Mugîra bin Uyeyne’den Davut (a.s)’un şu olayını nakleder: “Davut (a.s), Allah (c.c)’a “Geceleyin benden fazla seni zikreden var mı?” diye sorar. Allah (c.c) “Evet, kurbağa senden daha fazla beni zikrediyor.” diye cevap verince Davut (a.s), “Ya Rabbi! Sana şükretmeye nasıl takat yetireyim ki; bana her türlü nimeti sunan Sensin, sonra bu nimetlere karşı şükretme nimetini de veren Sensin. Sana şükretme nimetinden sonra nimetini artırdın, şükrümü de artırdın. Her tülü nimet Senden, şükür de senden. Ben, Sana nasıl şükredeyim? diyerek niyazda bulunur. Bunun üzerine Allah (c.c), “Ey Davut! Şimdi beni bildin, dolayısıyla bana şükrettin.” diye karşılık verir.

Musa (a.s), “Ya Rabbi! Yaptığım bütün ibadetlerim bana verdiğin nimetlerin en küçüğüne (zerresine) bile denk gelmiyor. Bu durumda nasıl şükredeyim?” deyince Allah (c.c), “Ey Musa! Şimdi bana şükrettin.” diyerek vahiyle cevap vermiştir.

Süfyan-ı Sevri der ki: “Kim başına gelen bela ve musibetleri nimet, bolluk ve rahatlığında bir imtihan olduğunu bilmez ise o kimse fakih olamaz.”

1 İbrahim, 14/5; Lokman, 31/31; Sebe, 34/19; Şûra, 42/33.

2 Nahl, 16/120,121.

3 Sebe, 34/13.

4 Lokman, 31/12.

5 Duhâ, 93/11.

6 Bakara, 2/172.

7 Âdiyât, 100/6.

8 İnfitar, 82/6-8.