İçeriğe geç
Anasayfa » BİNDİĞİMİZ DALI KESMEK: HADİSLERİ İNKÂR ETMEK

BİNDİĞİMİZ DALI KESMEK: HADİSLERİ İNKÂR ETMEK

Özellikle son senelerde yeni bir moda başladı: Hadis-i şerifleri toptan veya kısmen inkâr. Bu iddia sahiplerinin de çoğunlukla hadis ilmiyle hiç uğraşmamış kimseler olduğu görülmektedir. Bunların çoğu hiç hadis usûlü ve hadis tarihi okumamış, bu ilimlerden nasibini almamış kimselerdir.

Eğer bu kimseler hadis tarihini okumuş olsalardı İmam Buhârî (r.a) başta olmak üzere âlimlerin, hadisleri, âdeta kılı kırk yararak topladıklarını, sonra tekrar tekrar sağlam bir süzgeçten geçirerek eserlerine aldıklarını görürlerdi.

Hadisleri nasıl bir emekle topladıklarını bilmeden, tek bir cümleyle kolayca toptan veya kısmen inkâr etmek her şeyden önce ulemânın bu emeğine saygı duymamaktır.

Âlimlerin rivâyetlerdeki titizliği:

Suriyeli merhum âlim Abdülfettâh Ebû Gudde Hoca Efendi, Safahât min Sabri’l-Ulemâ alâ Şedâidi’l-İlm ve’t-Tahsîl isimli eserinde hadis âlimlerinin, bir hadisi, hatta bazen hadisteki bir kelimeyi doğru bir şekilde yazmak için ne zorluklara katlandıklarına dâir birçok örnek verir. Bunlardan bazıları şöyledir:[1]

Tâbiîn âlimlerinden Ebu’l-Âliye (ö. h. 93) şöyle demiştir:

“Biz Basra’da Rasûlullah (s.a.v)’ın ashâbından rivâyet edilen bir hadis duyardık. Fakat içimiz rahat etmez, onların ağzından duymak için bineğimize atlar, tâ Medine’ye giderdik.”

Yine tâbiîn âlimlerinden Saîd b. Müseyyeb (ö.h. 94) şöyle demiştir:

“Ben tek bir hadisi öğrenmek için günlerce yolculuk yapardım.”

Başka bir tâbiîn âlimi, ilim ve takvâsıyla meşhur İmam Şaʻbî (ö.h. 103) üç hadis duymuş, belki Rasûlullah (s.a.v)’la görüşmüş birisini görür de bu hadisleri sorarım, ümidiyle Kûfe’den kalkıp Mekke’ye seyahat etmiştir.

Yine tâbiîn âlimlerinden Hasan el-Basrî ve Mesrûk’un bir hadis değil sadece bir kelimenin doğru şeklini öğrenmek için seyahat ettikleri rivâyet edilmiştir.

Cerh ve Taʻdîl:

“Cerh ve Taʻdîl” isimli bir ilim dalı vardır. Bu ilim, İslam ilim geleneğine ait olup başka hiçbir kültürde yoktur.

Bu ilim sayesinde hadis nakledenlerin dinî ve ilmî ehliyetleri, dolayısıyla rivâyetlerinin sağlamlığı ortaya çıkarılır. Böylece rivâyeti kabul edilecek veya reddedilecek râviler tespit edilir. Buna göre de hadis-i şeriflerin sahih olanı zayıfından ayrılır, uydurma rivâyetler tespit edilir ve hadis-i şeriflerden ayıklanır.

Uydurma rivâyetlerin hadis diye zikredilmesi:

Hadis-i şerifleri inkâr edenler sadece Kur’ân-ı Kerîm’i referans alırlar. Sanki hadis-i şerifler Kur’ân’a uymuyormuş, Kur’ân’la çatışıyormuş izlenimi bırakırlar. Hatta bazen bu kimselerin, hadis âlimleri tarafından mevzû (uydurma) olduğu tespit edilmiş bir sözü, televizyon ekranlarında veya gazetelerde “hadis” diye zikrederek insanları yanılttıkları görülür. Onlar, bu uydurma sözleri aktarırken, kasten Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim gibi en sağlam hadis kitaplarını da araya sıkıştırırlar. Bu yolla, sanki uydurma sözler, bu iki temel hadis kaynağında varmış gibi bir izlenim oluşturmaya çalışırlar. Bu üslûpla hem cehâletlerini ortaya koyarlar hem de iddialarını işin başında çürük bir temel üzerine oturturlar. Yani iddiaları bir araştırmaya dayanmadığı gibi, hadis âlimlerine de dolaylı olarak iftira atmış olurlar.

Hadisler ne zaman toplandı?

Bu kimseler, İmam Buhârî (r.a) ve İmam Müslim (r.a) gibi hadis âlimlerinin vefat tarihlerine bakarak hadislerin Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den iki-üç asır sonra yazılmaya başlandığını, dolayısıyla tahrife ve bozulmaya maruz kaldığını iddia ederler. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v) hayattayken 52 sahâbînin hadis-i şerif yazdığı, 151 tâbiîn âliminin de onlardan bu hadis-i şerifleri alıp yazdıkları bilinmektedir. Zaten hadislerin devlet eliyle toplanması da hicrî 99 yılında Halife Ömer b. Abdülaziz’in eliyle gerçekleşmiş, bazı tâbiîn âlimleri de bu işle görevlendirilmiştir.

Kur’ânî bir hayat olur mu?

Peki, sadece Kur’ân-ı Kerîm’e dayanarak İslam’ı yaşamak mümkün mü? Hadisler olmadan Kur’ânî bir hayat olur mu? Hadisler olmadan Allah’ın bütün emir ve yasakları yerine getirilebilir mi? Cevap: Tabî ki de hayır.

Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in uygulaması bizzat Efendimiz (s.a.v)’in hayatında görülmektedir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de İslâm’ın beş şartından biri olan namaz emri birçok âyet-i kerîmede geçmektedir. Peki, sadece Kur’ân’a bakarak namazı nasıl kılacağız? Beş vakit namazda hangi farzın kaç rekât olduğunu Kur’ân’a bakarak çıkarabilir miyiz? Tabi ki mümkün değil. Diğer bir emire zekâta bakalım. Yine birçok âyet-i kerimede namazla birlikte zekât emri de geçmektedir. Peki, sadece Kur’ân’a bakarak zekâtı hangi maldan, ne zaman, nasıl, ne miktarda vereceğiz? Hadislere müracaat etmeden bunu anlamak mümkün değil. İslam’ın diğer bir temel ibadeti olan hac ve umreye bakalım. Bu ibadetlerin uygulaması sadece Kur’ân-ı Kerîm’e bakarak mümkün değildir.

Bu sebeple Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

«صَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي»

“Namazı nasıl kıldığımı gördüyseniz, siz de öyle kılın!”[2]

«لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ، فَإِنِّي لَا أَدْرِي لَعَلِّي لَا أَحُجُّ بَعْدَ حَجَّتِي هَذِهِ»

“Haccın menâsikini (hac vecibelerini) benden alınız (öğreniniz). Çünkü bilmiyorum, belki de bu haccımdan sonra bir daha hac yapamayacağım.”[3]

Kimileri hadisleri toptan inkâr ederken, kimileri de hadisleri akılla değerlendirelim, akla uygun olanı alalım, uygun olmayanları hadis kitaplarından çıkaralım, derler. Peki, kimin aklıyla değerlendireceğiz? Dünyada kaç milyar insan var. Herkesin aklı birbirinden farklı, kimse kimsenin aklını beğenmez. Derler ki “Akılları pazara çıkarmışlar, yine herkes kendi aklını almış.” Durum böyleyken böyle bir girişimin sonuçsuz kalacağı âşikârdır. Sonra taabbüdî (ibâdetle alakalı) konuları akılla nasıl izah edeceğiz? Akşam namazının farzı niye üç rekât da sabahınki niye iki diyebilir miyiz? Burada Hz. Ali (r.a)’nin şu meşhur sözü aklımıza gelmektedir:

“Eğer bu din sadece akılla olsaydı mestin üstü değil, altı meshe daha uygun olurdu. Ben, Rasûlullah’ı mestin üstünü mesh ederken gördüm”[4] Yani iş akılla olsaydı meshi mestin üstüne değil, altına yapardık, diyor.

Hadisi inkâr edenler zaten Hz. Ali’den gelen ve Ebû Dâvûd’un naklettiği bu rivâyeti de kabul etmezler.

Her şeyi akıl ile tartacaksak, Kur’ân’da da pozitif aklın kabul etmediği birtakım peygamber mucizeleri ve sâlih insanlara ait kerametler zikredilmektedir. Bunları da mı akla vurup inkâr edeceğiz? Hz. İsa (a.s)’nın babasız dünyaya gelmesi, İsra olayı, Hz. Meryem’in kuru hurma kütüğüne vurunca taze hurma dökülmesi, yine Hz. İsa (a.s)’nın bebekken konuşması, peygamberken ölüleri diriltmesi, O’na gökten sofra inmesi, Ashâb-ı Kehf’in 309 sene mağarada uyuması, Belkıs’ın tahtının göz açıp kapayana kadar Yemen’den Hz. Süleyman’ın sarayına gelmesi gibi mucize ve kerametleri de pozitif akıl kabul etmiyor diye inkâr mı edeceğiz? Akla uymuyor diye hadisleri inkârdan sonra sıra Kur’ân’da geçen mucize ve kerametleri inkâra mı gelecek?

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e uymamızı emreden âyet-i kerîmeler:

Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımızda birçok âyet-i kerimede Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’e uymamız emredilmektedir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:

﴿مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ﴾

“Kim o peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiştir.”[5]

﴿وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا﴾

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de yasak ettiyse ondan sakının.”[6]

﴿ قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ ﴾

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[7]

﴿ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ ﴾

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de.”[8]

﴿ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا ﴾

“And olsun, Allah Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çokça zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[9]

Bunlar gibi daha birçok âyet-i kerîmede Allah’a itaatin yanında Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e itaat de emredilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm evrensel bir kitap değil mi? Günümüz insanlarına hitap etmiyor mu? Yoksa bu âyetler sadece sahâbeye mi hitap ediyor? Âyetlerde Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e itaat ve O’nun örnek alınması zikrediliyor. Peki, bugünkü Müslümanlar Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)’e nasıl itaat edecekler, O’nu nasıl örnek alacaklar?

Efendimiz (s.a.v), asırlar öncesinden bizi şöyle uyarıyor:

«لَا أُلْفِيَنَّ أَحَدَكُمْ مُتَّكِئًا عَلَى أَرِيكَتِهِ يَأْتِيهِ الْأَمْرُ مِنْ أَمْرِي مِمَّا أَمَرْتُ بِهِ أَوْ نَهَيْتُ عَنْهُ فَيَقُولُ لَا نَدْرِي مَا وَجَدْنَا فِي كِتَابِ اللَّهِ اتَّبَعْنَاهُ»

“Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında -koltuğuna yaslanmış olarak- ‘Bilmiyorum, Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız).’ derken bulmayayım.”[10]

«أَلَا إِنِّي أُوتِيتُ الْكِتَابَ، وَمِثْلَهُ مَعَهُ أَلَا يُوشِكُ رَجُلٌ شَبْعَانُ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ عَلَيْكُمْ بِهَذَا الْقُرْآنِ فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ، وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ»

“Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Ke­rim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltu­ğuna kurulan tok bir adamın: ‘Size sadece şu Kur’an yeter, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz!’ diye­ceği (günler) yakındır…”[11]

Ayrıca ahkâmla ilgili konulara bakıldığında Kur’an’da olmayan birçok hükmün Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sünnetiyle sabit olduğu görülecektir. Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e uymayı emrettiğine göre sünnetin hariç tutulduğu bir Kur’ânî hayat mümkün değildir.

Burada sözümüzü Efendimiz (s.a.v)’in şu müjdeli hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum:

«لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ، لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ، حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ وَهُمْ كَذَلِكَ»

“Ümmetimden bir grup açıkça hak üzere olmaya devam edecektir. Bazılarının onları tek başlarına bırakması onlara zarar vermez. Tâ ki onlar bu haldeyken Allah’ın emri (kıyamet) gelecektir.”[12]

 

(Kaynakça: Abdülfettâh Ebû Gudde, Safahât min Sabri’l-Ulemâ alâ Şedâidi’l-İlm ve’t-Tahsîl, Mektebü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Halep-Beyrut 1974; Emin Aşıkkutlu, “Cerh ve Taʻdîl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, VII, 394-401; Mürteza Bedir, “Sünnet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXXVIII, 150-153; Serdar Demirel, “Hadis Kitapları Ayıklanmalı Teklifi (1-3)”, Yeni Akit Gazetesi, 09.10.2016-13.10.2016-16.10.2016)

* Prof. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, abulut@fsm.edu.tr; alibulut55@gmail.com

Bu makaleyi okuyup tashih eden değerli arkadaşım, fakültemiz Hadis Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Serdar Demirel Bey’e çok teşekkür ederim.

[1] Abdülfettâh Ebû Gudde, Safahât min Sabri’l-Ulemâ alâ Şedâidi’l-İlm ve’t-Tahsîl, Mektebü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye,  Halep-Beyrut 1974, s. 22-23.

[2] Sahîh-i Buhârî, hadis no. 6008, 7246.

[3] Sahîh-i Müslim, hadis no. 310 (1297).

[4] Sünen-i Ebî Dâvud, hadis no. 162.

[5] Nisâ, 4/ 80.

[6] Haşr, 59/ 7.

[7] Âl-i İmrân, 3/31.

[8] Nisâ, 4/59.

[9] Ahzâb, 33/21.

[10] Sünen-i Ebî Dâvud, hadis no. 3050, 4605.

[11] Sünen-i Ebî Dâvud, hadis no. 4604.

[12] Sahîh-i Müslim, hadis no. 4988.