İçeriğe geç
Anasayfa » BİR İMAN ŞARTI MUHABBET

BİR İMAN ŞARTI MUHABBET

Bismillah

Allah’a hamd, Rasûlüne, âline ve ashabına salât u selamdan sonra…

Allah Zülcelal’den bizlere sevdiklerini sevmeyi, buğz ettiklerine buğz etmeyi nasip buyurmasını niyaz ederek yazımızı yazmaya niyet ediyoruz.

Kardeşlerimiz dergimizi Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek hadis-i şerifleri ile ziynetlemeyi murad ettiği gibi bizler de Rabbimizden bizlere, Allah için sevmeyi ve Allah için buğzetmeyi nasip etmesine vesile olması için beşeri ilim ve takatimizle sizlere bazı tavsiyelerde bulunmaya çalışacağız.

Evvela Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin buyurmuş olduğu

أفضل الأعمال الحب في الله والبغض في الله

“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir” hadis-i şerifini hatırlatmak isterim.

Bilmeliyiz ki sevgi her işin temel esası olduğu gibi imanımızın da temel şartlarındandır.

Bunun için evvela Allah Teâlâ’yı ve Rasûlünü (s.a.v) her şeyden çok, hatta canımızdan da çok sevmedikçe mü’min olamayacağımızı bize bildiren Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin hadisine ittibaen Allah ve Rasûlünü sevmenin furûattan değil imanın temel esaslarından olduğunu bilmeli ve muhabbetimizi artıracak ilahi emir ve yasakları en güzel şekilde araştırıp, büyük bir ciddiyetle düşünmeliyiz.

Allah Zülcelâl Hazretleri Bakara Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların içerisinde bazıları vardır ki Allah’tan başka varlıkları dost kabul edip severler. Ama mü’minler ise Allah’ı her şeyden çok sevenlerdir.”[1]

Rabbimiz, bir insanın herhangi bir şeyi Allah Teâlâ’dan daha çok veya Allah Teâlâ’yı sevdiği kadar severse; o kimsenin muhabbette Allah’a şirk koşmuş olduğunu bizlere bildirmiştir. Bundan anlıyoruz ki Rabbimiz “Gerçek iman sahipleri her şeyden çok Allah’ı severler.” buyurarak imanın sıhhat şartlarının birinin de “muhabbet” olduğunu bizlere bildirmiştir.

Onun için bilmeliyiz ki; Allah’ı, Peygamber’i ve iman etmekle mükellef olduğumuz her şeyi bütün varlıklardan çok sevmedikçe muhabbette şirk bataklığına düşerek Allah Zülcelal’e itaatten de mahrum kalırız.

Peygamberimiz (s.a.v) bir gün ashabı ile sohbet ederken Hz. Ömer onların bulunduğu meclise gelir. Kapıdan içeri girip de Rasûlullah (s.a.v)’ın cemâlini görünce:

“Ya Rasûlallah! Seni canımdan başka annemden, babamdan, evlatlarımdan ve sahip olduğum bütün dünya varlığımdan daha çok seviyorum.” der de Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bu ifadelere cevaben:

“Ya Ömer şu anda senin imanın tamamlanmamıştır.” buyurur. Bu söz Hz. Ömer’in kalbine tesir ve eder ve bir anda Muhabbet-i Rasûlillah kalbine yerleşir ve:

“Ya Rasûlullah! Seni her şeyden çok sevdiğim gibi bu anda canımdan da daha çok seviyorum.” deyince Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz:

“Ya Ömer şu anda imanın tamamlanmıştır.” buyurarak Muhabbet-i Rasûlillah’ın iman esaslarının temel şartlarından biri olduğunu da bizlere bildirmiş olmaktadır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Her kim sevdiğini Allah için severse, sevmediğini de Allah için sevmezse, verdiğini Allah için verirse vermediğini de Allah için vermezse işte o kişi imanını tamamlanmıştır.” buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifi dikkate alıp tefekkür edersek muhabbetin önemini, faziletini ve aynı zamanda da imanın esaslarından olduğunu da öğrenmiş oluruz.

Bilmelisiniz ki Allah Zülcelâl yarattığı bütün varlıkları muhabbet sıfatı ile yaratmıştır. Allah’ın muhabbeti demek Allah’ın isteği demektir.

Eğer Rabbimizin isteği olmazsa, başka bir varlığın ona bir zerreyi halk ettirme ve yaşatma gücüne sahip olmadığı inancını kalbimize yerleştirmeliyiz. Evet, Allah’ın isteği muhabbetidir. Bundan dolayı Allah Zülcelâl ne yaratmışsa onları muhabbetinden yaratmıştır. Muhabbet, kâinatı bütünüyle kuşatan bir nur-i ilahidir.

Şimdi tefekkür nazarıyla şöyle semaya doğru biraz bakalım. Semada dönüp dolaşan yıldızlar, ay, güneş ve hareket eden bütün eşyalar muhabbet cezbelerine kapılarak dönüp dolaşmaya devam ediyorlar. Bahar mevsiminde de toprağın altındaki tohumlar güneşin hararetine aşık oldukları için, güneş ısısına kavuşmak için toprağın altından toprağın üstüne çıkmak için harekete geçerler.

Aynı şekilde muhabbetin eseri olarak yerden çıkan sarmaşıkların yükseklere çıkmak için sarılacakları dallara tutunarak yukarıya doğru tırmanmaya başlamaları güneşin muhabbetine âşık olmalarındandır.

Bütün bunlar bize kâinatta insandan başka her eşya ve varlığın muhabbet cezbelerine kapılarak dönüp dolaştığını göstermektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in “Her kim sevdiğini Allah için severse, sevmediğini de Allah için sevmezse” ifadeleriyle başlayan hadis-i şerifi bize iki şeyi hatırlatmaktadır.

İnsanın hareketi de iki şeye yani sevgisine ve buğzuna bağlıdır.

Bazılarını sevgisi harekete geçirir. Kişi bir şeyi sever ve sevdiğini bulmaya, sevdiğine kavuşmaya çalışır. Kişi sevgisi kadar sevdiğine kavuşmak için gayret eder.

Bazılarını harekete geçiren ise buğzetmesidir. İnsan buğzettiklerinden uzaklaşamaya da sevdiklerine kavuşmak için çalıştığı gibi gayret etmelidir. Böyle yapmalıdır ki dünya ve ahiretin saadetine erebilsin.

Allah’ın gazap ettiklerinden kaçarak muhabbet yolunu tercih edenlerin arzu ettiklerine nasıl kavuştuklarına dair fert ve cemiyet hayatında sayılamayacak kadar çok misal vardır. Biraz araştıranlar bunları çok rahatlıkla görebilirler.

Bu yolun dışında kalanlar ise maksatlarına kavuşamayıp dünya içerisinde şaşkın şaşkın dönüp dolaşmaktan başka bir şey yapamadıklarını son nefeslerini vererek dünyadan ayrılacakları anlarında idrak ederler.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin miraç yolculuğunu başarmasına vesile olan da muhabbet değil midir? Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz muhabbette o derece kemalâta ermişti ki onun ötesinde kat edeceği bir mesafe kalmamıştı.

Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz muhabbet imtihanı kazanınca Kabe-i Muaazama’dan Burak isimli bir vasıta üzerine binerek Cebrail (a.s)’le yola çıkarak miraç yolculuğuna başlar.

Mekke’den Mescid-i Aksa’ya kadar olan bu yolculuk esnasında sağında ve solunda bulunan bütün varlıklar “Ya Rasûlallah! Bize bak.” diye Rasûl-i Ekrem Efendimize seslenirler. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz bu seslerin hiç birine itibar edip o tarafa dönmez. Bunun üzerine Cebrail (a.s):

“Ya Rasûlallah (s.a.v) dosta doğru giderken sağdan soldan seslenenlere iltifat etmediğin için dostun yolunda başını hiçbir tarafa çevirmedin. Eğer başını sağa döndürecek olsaydın ümmetin batıla meyledecekti, sola çevirecek olsaydın ümmetin daha kötü yollara meyledecekti.” der.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Cebrail (a.s) ile birlikte Allah Teâlâ Hazretlerine kavuşma muhabbeti ile yoluna devam eder. Sidre-i Müntehaya gelince Cebrail (a.s) “Ya Rasûlullah! Ben buradan ileriye geçecek olursam nuraniyet âleminde mahvolup giderim ve bir daha kendime gelemem.” der.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Cebrail (a.s)’e derki “Ey Cebrail! Buraya kadar beni senin mi getirdiğini düşünüyorsun. Beni buraya içimdeki muhabbet getirmiştir.”

Yunus’un dediği gibi

Muhammedem dosta gidem,

Ben tercümanı neylerem.

Demek oluyor ki insanı Rabbine kavuşturan muhabbetullah yani Allah sevgisidir.

Nâzım-ı Fâhim Hazretleri de bir kasidesinde buyurmuştur ki;

Muhabbeti, bir hisar yapıp içerisine gizleseler ve mücrim (felçli) bir insanı hisarın dış duvarına yaslasalar,  o mücrim kişi kalkıp yürür ve koşardı.

Eğer muhabbeti süzgeçten süzdürüp, süzgeçte kalan hurdasını dilsiz bir insanın diline sürseler, o dilsiz konuşmaya başlar.

Bakınız muhabbete yaklaşan Yunuslar neler konuşup, neler yazmışlar.

İnsanlık âlemi binlerce sene onların sözlerini anlama ve anlatmaktan aciz kalmıştır.

Sahabileri, kolu ve bacağı kesildikten sonra bile kılıca sarılıp savaştıran muhabbbbet-i ilahi değil midir?

Netice-i kelam insanlar, sevdikleri ile beraberdir.

Allah Teâlâ kendi muhabbetini, Habibinin muhabbetini, sevdiklerinin muhabbetini, sevdiği ibadetlerin muhabbetini kalbimize yerleştirip, sevdiklerimizin başında olan Allah’ı her şeyden çok sevip, O’na kavuşmayı cümlemize nasip buyursun.