İçeriğe geç
Anasayfa » BİR ÖMÜR BOYU HARAM VE YASAKLARA KARŞI KARANTİNAYA GİRMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

BİR ÖMÜR BOYU HARAM VE YASAKLARA KARŞI KARANTİNAYA GİRMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

İnsanlık tarihi; çeşitli hastalıklar, bela ve musibetlerle dolup taşmaktadır. Kolera, verem, tifo gibi nice bulaşıcı hastalıklar sebebiyle belki de milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir.

Şimdi ise bütün dünya bir virüs belası ile çalkalanmaktadır. Bu belanın durup dururken ortaya çıktığını düşünmek Müslüman bir kimseye yakışmaz. Bizlere gereken, bu musibetlerin esbabını bulmaya çalışmaktır.

Gelin biraz düşünelim: Allah Teâlâ’nın (c.c) kurduğu bu ilâhî nizama ve ef‘âlullâha hep müdahale edildi. Kulluk sınırları aşıldı. Bitkilerin, hayvanların ve hatta neredeyse insanoğlunun fıtratı değiştirildi. Su, hava ve toprak kirletildi. Cinsiyetlere ve fıtrata müdahale edildi. Zulümde adeta yarışıldı.

Özellikle son yirmi yılda dünya üzerinde, bilhassa İslam Coğrafyası’nda dünyayı kasıp kavuran akıl almaz zulüm, işkence ve pervasızca katliamlar yapıldı ve yapılmaktadır. Mazlumların âhı arş-ı âlâyı titretti. Bu hiç şüphe yok ki gayretullaha dokunmuştur. İşte bu gibi sebeplerle olsa gerek ki Allah Teâlâ (c.c) bu musibeti bütün insanlığın başına bir uyarı olsun diye sarıverdi. Mahşer misali herkes birbirinden kaçar hâle geldi. Kişi babasından, kardeşinden, dostundan ve eşler dahi birbirinden uzak durmak zorunda kalmışlardır. Kaçıp sığınılabileceğimiz tek bir mercii kalmıştır. O da İlahî nizam olan Kur’an nizamıdır. Keşke insanlık bu gerçeği idrak edebilseydi.

          Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,

Hak bela yazmaz kul azmadıkça.” demişler.

Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa başta olmak üzere hemen hemen bütün İslam ülkelerindeki cami ve mescitler ibadete kapandı. Aylardır dünya Müslümanları, Allah Teâlâ’nın (c.c) huzurunda saf bağlayıp namaz kılmanın hasreti içinde. Camiler cemaatin, cemaat de camilerin hasreti ile yanıp kavrulurken; Kâbe-i Muazzama mü’minlere, mü’minler de Kâbe-i Muazzama’ya hasret durumda. Bunlardan daha büyük bir musibet düşünülebilir mi İslam toplumu için? Neden bu musibet/bela?

Hak bela yazdı, çünkü kullar azdıkça azdı…

Kimi ülkeler bu zulüm ve katliamları bilfiil icra ederken, kimi ülkeler onlara destek sağladılar. Bir kısmı da zulme karşı susmayı ve ilgisiz kalmayı tercih ettiler. Allah inancından uzaklaştılar, dünya ve ahirette hesap verme endişelerinin olmadığını lisan-ı halleriyle ifade ettiler. Neticede bütün dünya bu zulme ortak oldu. Ve Kur’ân-ı Kerîm’in tehdidi gerçekleşti: “Zalimlere (zulmeden eşkıyalara) asla meyletmeyiniz. Aksi takdirde cehennem ateşi size dokunur (İlâhî azap sizi yakalar).”[1]

          Allah muhafaza buyursun, İslam’ın koyduğu cihanşümul prensip ve nizamdan uzaklaşıldığında küresel çapta daha birçok bela ve musibetin, “Allah’a karşı olan kulluk görevlerini hatırlatmak” için insanlığı çepeçevre kuşatacağı aşikârdır.

Sünnetullah, azgınlık yapan milletlerin bela ve musibetlerle dize getirilmesi üzerine tesis edilmiştir. Malumdur ki Allah Teâlâ (c.c) imhal eder (mühlet verir) fakat ihmal etmez, vakti saati gelince istediklerini ansızın yakalayıverir.

Kur’ân-ı Kerîm bu hususu şöyle ifade ediyor: “Kâfirler kendilerine mühlet vermemizin sakın kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler! Biz onlara mühleti ancak günahlarını arttırsınlar (çoğaltsınlar) diye veriyoruz. Onlar için alçaltıcı (zillet verici) bir azap vardır.”[2]

Evet, bu virüs belası sadece kâfirleri değil İslam ülkelerini de etkisi altına almış durumdadır. Bunun sebebi de olsa olsa bu ülkelerin direkt veya dolaylı olarak kâfirlerin zulümlerine destek çıkmış olmalarıdır. Zalimler cezalarını çekerken destek veren veya zulme sessiz kalanlar da paylarına düşen cezayı aldılar. Çünkü Allah (c.c) âdil-i mutlaktır. Asla zulmetmez, zulmü ve zalimi de sevmez.

Haşa! Kuluna zulmetmez Hüdâ’sı,

Kulun çektiği kendi hatası.

Gördüğünüz gibi bu virüs hiçbir ayrım gözetmeden bütün insanlığa adeta şöyle sesleniyor:

“Ey zalimler! Haddinizi çok aştınız, akıl almaz zulümler, işkenceler, katliamlar yaptınız. Dünyanın huzurunu kaçırdınız. Boyunuzdan büyük işler yapmaya kalkıştınız. Hak, hukuk, nizam tanımadınız. Dünya bizden sorulur diye naralar attınız. Bir an evvel toparlanıp bu Firavunî huyunuzdan vazgeçerek hizaya gelmezseniz, vallahi sizleri çok daha kötü bir akıbet bekliyor.”

Lütfen, bu seslenişe kulak verir misiniz?

          Hani; dev, yenilmez, yıkılmaz diye sözde güçlüler; dünya hâkimiyetini elde edip kayıtsız şartsız mutlak iktidar iddiasında bulunanlar. Dünya bizden sorulur havasına girip kibir kuleleri oluşturan eşkıyalar, sömürgeciler, terörü organize ederek dünyaya meydan okuyanlar, İslam Coğrafyası’nı kana bulayıp yerle bir edenler, zevk için Müslüman öldürmeyi bir maharet sayan, Allah ve Peygamber düşmanı eşkıyalar neredesiniz? Şimdi buyurun; silahsız, bombasız, topsuz, tüfeksiz, tanksız, görülmeyecek derecede küçük bir virüse karşı nasıl âciz kalıp kıskıvrak teslim olduğunuzu ibretle müşahede ediyoruz. Tıpkı Nemrut’un, Allah’ın ordusu olan bir sivrisineğe teslim olup (dört yüz yıl) çektiği ızdırap sonucu sünnetullah gereği yok olup gitmesi gibi. Allah ile harp olmaz. Vallahi, Allah’ın orduları ile baş edemezsiniz. İlâhî nizama teslim olun ki selamete eresiniz.

Eğer iş işten geçmeden Hakk’a yönelip Kur’an nizamına teslim olmazsanız hem dünya da hem de ahirette İlâhî azaba teslim olmak zorunda kalırsınız ki bu bir sünnetullah (İlâhî kanun) gereğidir. “Sen, Allah’ın kanununda (kesinlikle) hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma (da) göremezsin.”[3]

Yaşadığımız bu süreci, iman gözü ile vahiy penceresinden bakıp vahyin aydınlığıyla okuduğumuzda onun insanoğlunun sebep olduğu büyük bir afet ve çok ağır bir imtihan olduğunu kolaylıkla görür ve anlayabiliriz:

“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandığınız günahlar (ve haramlar) yüzündendir…”[4]

“İnsanların kendi elleri ile kazandıkları günahlar (işledikleri haram ve isyanlar) yüzünden, karada ve denizde fesat (düzenin bozulması) çıktı ki böylece Allah yaptıklarının (işledikleri haram ve isyanların sadece) bir kısmının cezasını kendilerine tattırsın ki; belki günahlarından (haram ve isyanlara bulaşmaktan) dönerler (vazgeçerler).”[5]

“Eğer Allah (cc), işledikleri günahlar yüzünden insanları hemen cezalandırmış olsaydı (muhakkak ki Allah) yeryüzünde hiçbir canlıyı (hayatta) bırakmazdı…”[6]

“Şüphesiz ki bir millet kendisini değiştirmedikçe (İslam’a ve sünnetullaha uygun güzel hallerini isyan, azgınlık ve taşkınlıkla değiştirmedikçe; fıtratullaha müdahale etmedikçe; ilahi bir nizam, bir ölçü üzere yaratılan dünya ve dünyadaki varlıklara müdahale etmedikçe) Allah onları(n içinde bulundukları güzelim cennetî bir hayatı nikbete -bela ve musibete- çevirmek suretiyle) değiştirmez. Allah bir millete azap -bela ve musibet- istedi mi onu (geri) çevirecek kimse yoktur.”[7]

İmam Suyutî’nin (r.a) Câmiu’s-Sağîr’inde, Abdullah ibn Abbas’tan (r.a) sahih bir senetle nakledilen bir hadîs-i şerîfte Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

“Bir ülkede zina, faizin (her çeşidi) yaygın hale gelirse (muhakkak ki) onlar Allah’ın azabını (bela ve musibetleri) kendilerine helal kılmış olurlar (yani Allah’ın azabını hak etmiş olurlar).”[8]

Demek ki asıl hastalığın kaynağı, haram ve isyanlarla meşgul olmaktır. Allah (c.c) ile Kur’an’la ve İslâm’la barışık olmayan isyankâr milletler adeta kendi bozuk yaşantıları ile bela ve musibetlere bizzat kendileri davetiye çıkarmış oluyorlar. Eğer biz devlet olarak, millet olarak, fertler olarak, ben de Müslümanım diyen her fert olarak işlenmekte olan bunca haram ve isyanlara karşı gerçek manada bir ömür boyu karantinaya girebilmiş olsaydık, Allahu e‘lem, bu karantinalara gerek kalmayacaktı.


[1] Hûd, 11/113.

[2] Âl-i İmrân, 3/178.

[3] Fâtır, 35/43; Ahzâb, 33/62.

[4] Şûrâ, 42/30.

[5] Rûm, 30/41.

[6] Fâtır, /45; Nahl, /61.

[7] Ra’d, /11; Enfâl, /53. 

[8] Câmiu’s-sağîr, 1/31.