İnsan yaratılış gereği birçok şeye ihtiyaç duyar. Yaşamak, barınmak, yemek ve içmek gibi temel ihtiyaçları vardır. İnsanın yaşamını idame ettirebilmesi için her şeyden önce bağımsız bir şekilde bu ihtiyaçlarını meşru dairede ve dengeli bir şekilde karşılayabilmelidir.
Günümüz eğitim sistemi, medya, mahalle baskısı dediğimiz unsurlar, insan ihtiyaçlarının sınırsız, buna karşılık kaynakların kıt ve sınırlı olduğunu kabul etmekte; insanlara da bu düşünceyi dayatmaktadır. Dünyada milyarlarca insanın olduğu ve dünyanın bu kadar insanın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyeceği, hatta bir müddet sonra dünyadaki birçok şeyin yok olacağı sürekli bize empoze edildi. Ayrıca yeni ev, son model araba, üst model telefon; mütemadiyen yenilenen modanın sunduğu şeyler sürekli bize ihtiyaçmış gibi hissettirildi. Yaz sezonunun açılmasıyla tatil de sınırsız ihtiyaçlar listesine eklenmeye başlandı!
Oysa yazlık, kışlık ne kadar evin de olsa birinde oturuyorsun. Birkaç gün, içinde zaman geçireceğim diye köyde ayrı bir ev, yaylada ayrı bir ev, şehirde ayrı bir ev yapmak bir ihtiyaç değildir. On tane de araban olsa birine biniyorsun. Yemek bir ihtiyaç ise de bir insanın ne kadar yiyebileceğinin miktarı da ancak midesi ile sınırlı olduğu herkesin malumudur. Demek ki ihtiyaç sınırlı iken sınırsız olan başka bir kavram vardır. Bu da nefsin istekleri/arzularıdır.
Hep daha fazlasını isteyen açgözlü bir nefis ile birlikte yaşıyoruz. Maalesef nefsimizin isteklerini ihtiyaç gibi yansıttığımız için, bunları gidermek adına bir “tüketim toplumu” oluşturmuş oluyoruz. Bunun neticesinde de daha ilkokul çağlarından itibaren en çok para kazanılan meslekler çocuklarımızın zihnini meşgul etmeye başlıyor, ellerine kumbara verilip mevcut parasını biriktirmesi istenerek stok kültürü körpecik dimağlara aşılanıyor. Bir kıtlık söylemi (pandemi örneğinde olduğu gibi) marketlerin yağmalanmasına; aç kalma korkusu, insanların açlıktan daha fazla etkilenmesine sebep olabiliyor.
Kıt kaynaklar ifadesiyle zihinlerde oluşturulan anlayış, insanları gittikçe bencilleştirmektedir. Bencilleşen insanoğlu “sınırsız ihtiyaç” kavramıyla sonu belli olmayan bir duruma doğru sürüklenmektedir. Bu bencilleşme sonucunda insanlar paylaşmaktan ziyade biriktirmeye ve tüketimlerini kişiselleştirmeye doğru gitmektedir. Bir ailenin ortak kullanabileceği araba, televizyon, bilgisayar gibi ürünlerin yerini artık aile fertlerinin her birinin bireysel kullanımı için ayrı araba, televizyon ve bilgisayar edinme alışkanlığı almıştır. Bu durum da ailelerin tüketim giderlerinin artmasına sebep olmaktadır.
Giderek artan tüketimin arka planına baktığımız zaman da büyük kısmının borçlanma ile yapıldığını görmekteyiz. Değişen kültür ve tüketim harcamalarımız ile beraber borçlanmalar da eş, dost, akrabalardan ziyade bankalardan faizle borçlanmaya dönmüş durumdadır. Bankalar reklamlarda sanki bedavaymışçasına, güya insanların hayallerini gerçekleştiren(!) krediyi nasıl kolayca verdiklerine vurgu yapmaktadır. Bunu yaparken gayet masumane bir tavır takınmakta; kredi ve kredi kartı borçları yüzünden yıkılan yuvalar, cinnet geçirip eşine ve çocuklarına kıyan insanlar ve borç batağına düşmüş kişiler adeta görmezden gelinmektedir.
İslâm inancına göre kaynaklara ve ihtiyaçlara bakış açısı tamamen farklıdır. İnsanların tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere Allah tarafından yaratılan kâinat, sınırsız değildir. Ancak başta üzerinde yaşadığımız dünya olmak üzere, insanın çalışarak ulaşacağı evrendeki kaynaklar insanların her türlü ihtiyacını karşılayabilir. Bilim adamlarının belirttiğine göre üzerinde yaşadığımız dünya bile elli milyar insanı doyurabilecek kapasitededir. Diğer yandan insanın zaruri ihtiyaçları sınırlıdır. İnsandaki arzular ve bu arzuların sebep olduğu ihtiyaçlar ise sınırsızdır. Ancak bu arzuların karşılanması için emirler ve yasaklar vardır. Bu çerçevede oluşturulan insan tipi bir “tüketim kölesi” değil, “Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve varlıkların en şereflisi” olan bir varlıktır.
Bu insan tipine ulaşmak ve toplumu dönüştürmenin yegâne yolu; kişinin elindekiyle yetinip ona razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulmasıdır. Kanaat kelimesiyle ifade edilen bu tanım, yitirdiğimiz en önemli değerimizdir. Dünya hayatı konusunda kişiye orta yolu öğütleyen; hırsa, bencilliğe ve hep daha fazlasını isteme arzusuna karşı insanı frenleyen kanaat kavramını ve erdemli topluma giden yolu Maverdi’nin deyimiyle üç şekilde özetleyebiliriz:
- Dünya nimetlerinden hayatın devamına yetecek kadarıyla yetinip başka bir şey istememek.
- Kullanıp değerlendirebileceği kadarına sahip olup elinde fazladan kalabilecek şeylere ilgi duymamak.
- İmkân ölçüsünde olanları istemek, güçlükle kazanılabilen şeylerin peşinde koşmamak.