İçeriğe geç
Anasayfa » BU ÇOCUĞUMU RABBİM HANGİ İŞ İÇİN YARATTI?

BU ÇOCUĞUMU RABBİM HANGİ İŞ İÇİN YARATTI?

Bu yazımızda eğitimin önemli bir konusunu birlikte irdelemek istiyoruz.

Birkaç yıl önce bir anne, sekizinci sınıfa başlayan oğlunu kayıt için dershanemize getirmişti. Bize ilk sözü, “Oğlumun makine mühendisi olmasını istiyorum.” oldu. Biz de esprili bir şekilde, “Olur bacım.” dedik. “Bizim bir makinemiz var. Onu anne-babaların isteğine göre programlıyoruz ve çocukları bu makineye bir tarafından koyuyoruz. Makinenin öbür tarafından, uyguladığımız programa göre çocukların kimileri mühendis, kimileri hukukçu, kimileri doktor olarak çıkıyor.” dedik ve arkasından şunu ilave ettik: “Bacım öyle değil. Biz “Bu çocuğu Rabbimiz hangi iş için yarattı?” sorusunun cevabını ararız. Yeteneklerine göre hangi işe uygun yaratılmış olduğunu belirlemeye çalışırız ve çocuğun meslekî yol haritasını ona göre düzenleriz.”

Toplumumuzun çoğunluğu, yeteneklerine ve kişilik yapısına bakmaksızın çocuklarının doktor olmasını ister. Yani doktorluk, anne ve babaların yanıp tutuştukları meslektir. Tabiblikten sonra da mühendislikler ve hukuk gelmektedir. Bunların dışındaki mesleklere ise burun kıvrılmaktadır. “Çocuğum tıpta okuyor.” cümlesini söyleyebilmek için anne-babaların yapamayacağı fedakârlık yoktur. Bütün bu tutumların temelinde ise hiç de iyi duygular yatmadığı açıktır.

Osmanlı Enderun mektebinin duvarında, “Burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz.” ilkesi yazılıydı. Eğitim sistemi tamamen bireylerin yeteneklerine göre düzenleniyordu. Toplum da bu düzene uygun tutum sergiliyordu. Çünkü onlar, bütün mesleklerin onurlu, şerefli ve faydalı olduğunun farkındaydılar. Çocuklarının mesleklerini kendi egolarının, nefislerinin bir tatmin aracı olarak görmezdiler.

Şeref mesleğin kendisinde değil, o mesleği nasıl kullandığımızda yatmaktadır. Organ mafyasının en temel üyesinin bir cerrahî doktor olduğunu düşünürsek doktorluğun değil o mesleği hayırla kullanan insanın şerefli olduğunu anlarız. İnsanların dijital banka hesaplarına girip boşaltanların ileri düzeyde bilgisayar uzmanları olduğunu görürsek bilgisayar yazılımcılığının/programcılığının değil mesleğini güzellikler için kullanan insanın hayırlı olduğunu görürüz. Her türlü canlıyı yok eden nükleer silahları üretenlerin çok ileri düzeyde mühendisler olduğunu bilirsek, şeref ve üstünlüğün mühendislikte değil bilgilerini insanlığın hizmetine sunanlarda olduğunu teslim ederiz. Bazı ashab-ı kirama ta‘n edenlerin, bazı zayıf rivayetleri ileri sürerek sünnet-i Rasûlü topyekûn düşman belleyenlerin ilahiyatçı olduğunu düşündüğümüzde şerefin ilahiyatçılıkta değil ilahiyatçıda olduğunu anlarız.

ABD’nin zulüm makinesi olan yeşil berelileri de askerdir, zulmü engellemek için şehadete koşan bizim bordo berelilerimiz de… Batının sömürge organizasyonu olan işletmeleri yönetenler de iş adamıdır, zekât vermekle yetinmeyip malını mülkünü Hakk’ın hizmetine sunan cömertler de iş adamıdır. İstediği ücreti peşin olarak ödeyemediler diye ölümcül hastayı yüz üstü bırakan da tabibdir, Afrika’da zenci bir bebeğin susuzluktan ölme noktasına geldiğini görüp hıçkırıklara boğulan kahraman da doktordur.

Koca Sinan’ın yaptığı binaların, duvarlarıyla kıyamet sabahına kadar tebliğ etmeye devam edeceğini, Mevlanâ Halid Bağdadî hazretlerinin, manevî terbiyesinin tuvalet temizliği ile kemale erdiğini düşünürsek her türlü mesleğin çok önemli bir hizmet aracı olabileceğini anlarız. Yani insana meslek şeref vermez, mesleğe insan şeref kazandırır. Dolayısıyla çocuğumuzun geleceğini, izzetini, şerefini bir meslekte değil onun kişiliğinde bulmaya çalışmalıyız. İzzetli, şerefli, hayırlı bir tuvalet bekçisinin, bir temizlikçinin, bir hizmetçinin şerefsiz bir doktordan, mühendisten, hukukçudan, ilahiyatçıdan üstün olduğunu anlamak zorundayız.

Bir işte liyakat sahibi olabilmenin en temel şartı, o işe uygun kişilik yapısıdır. İnsanın kişilik yapısı, yetenekleri ve ilgileri, seçtiği işe uygun ise o kişi o işte hızla ustalaşır, kısa zaman zarfında en ileri seviyelere yükselir. Kişilik yapısı, yetenekleri ve ilgileri işe uygun değilse bu seçim o kişi için tam bir işkenceye dönüşür. O mesleğin kazancı bol olsa bile bir türlü gereken odaklanmayı sağlayamaz, beklenen ilerlemeyi gösteremez, işinden mutlu olamaz ve toplumuna bir faydası olamaz. Bu durum, liyakat açısından hem toplum için hem kişinin yakınları için ve hem de kendisi için tam bir israf olur. Küçük bir çocuğu, ileriki yaşlarında mutsuz edecek, başarısız kılacak böyle bir israfa sevk etmek çok yanlış bir tutumdur. Bu zorlamanın sonucunda, o zorlamayı yapan anne ve baba da büyük bir pişmanlık yaşar ama iş işten geçmiş olur.

Her işin, her mesleğin zor hatta çok zor tarafları vardır. Eğer kişi, tabiatına uygun bir iş seçmiş ise o işin zorluklarıyla kolayca mücadele eder, o zorluklar başarısızlığına sebep olmaz. Tabiatına uygun değilse kısa bir süre sonunda kişi işinden soğur, işin zorluklarıyla mücadele edemez hale gelir ve o iş o insan için bir işkenceye ve başarısızlık sebebine dönüşür. “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”[1] şeklindeki ilahî emrin ilk uygulama alanı, çocuğumuzun, kişiliğine uygun bir mesleğe yönlendirilmesi olabilir.

Bir insanın, mesleğinde altmış yetmiş yaşlarına gelmesine rağmen “İyi ki bu mesleği seçmişim” diyebiliyorsa, o mesleğin zorlu yönleriyle bıkmadan, yorulmadan mücadele etmeye devam ediyorsa o meslek o insan için doğru meslektir ve iş, ehline verilmiş demektir. Durum tam tersi ise, işinde ilerleme ve ustalaşma için gerekli mücadeleyi veremiyorsa, çok erken yaşta işin zorluklarından şikâyet etmeye başlamışsa kişinin mesleği yanlış seçilmiştir ve emanet ehline verilmemiş demektir. Bu olumsuz sonuçtan, bu işin müsebbibi olan anne baba sorumludur.

Liyakatin temel şartlarından ikisi şu ayette belirtilmektedir:

“(Şuayb Peygamberin) kızlarından birisi (babasına) “Ey Babacığım, onu ücretle tut (o adama işi ver). O, senin ücretle tuttuklarının en iyisidir; güçlü ve güvenilir biridir.” dedi.”[2]

Ayet-i kerimede iş verilecek bir insanda bulunması gereken iki özellik, ‘kaviyy’ ve ‘emin’ kelimeleriyle ifade edilmektedir.

‘Kaviyy’ kelimesi ‘güçlü’ anlamına gelmektedir. Bir meslek açısından, bir iş açısından güç; bedensel, kişiliksel ve donanımsal yeterlilik anlamına gelmektedir.

‘Emin’ kelimesi de ‘güvenilir’ anlamına gelen bir kelimedir. Bir meslek açısından güvenilirlik, işin zorlukları ile karşılaştığında pes etmemesi, işin, kendisine verilen emanet ve sırları koruması demektir. Karşılaştığı zorlukta pes eden kişi mesleği açısından güvenilir olamaz. Bu da liyakatsizlik anlamına gelmektedir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi yanlış meslek, önemli bir israf kaynağıdır. Bu, bir insanın israf edilmesidir ve bu israftan aile de ülke de zarar görür. Bu durum ülke genelinde yaygın bir durum ise ülkenin bu israftan dolayı yaşadığı mahrumiyetin ve zararın boyutları tahmin edilemeyecek kadar derin olur. Çünkü ülkenin dünya ölçeğindeki başarısı istisnasız bütün alanlardaki bireysel başarılara bağlıdır. Bir tuvalet bekçisinin başarısı bile ülke başarısı için son derece gerekli bir unsurdur.

İşletme literatürüne geçmiş bir olay bu konuda bize yeterli bilgiyi vermektedir. Bir Japon firması bir Türk firmasından uzun bir süre bir ürün satın almak üzere telefon ve internet üzerinden görüşmeler yapmıştır. Yapılan görüşmelerde her konuda mutabık kalınmıştır. İş, bir araya gelerek sözleşmelerin imzalanması aşamasına gelmiştir. Japon firmasının yetkilileri bir heyet olarak İstanbul’a gelmişler ve Türk firmasının merkezine geçmişler. Görüşmeler sırasında Japon heyet üyelerinden biri, ihtiyacını görmek için tuvalete gittiğinde tuvalet camının kırık olduğunu görür. Toplantıya geri döndüğünde camın kırık olduğunu Türk firmasının patronuna söyler. Firma sahibi, camın kırık olduğunu bildiğini ancak işlerin yoğunluğu gerekçesiyle camı değiştiremediklerini söyleyince Japon iş adamları ciddi bir şaşkınlık yaşarlar ve “Küçük bir pencerenin camını tamir etmekte aciz kalan birilerine nasıl güvenip iş yapabiliriz.” diyerek sözleşmeden ve çalışmaktan vazgeçerler.

Ecdadımızın yaptığı mimarî eserlerde çok ince detaylara bile ne kadar büyük bir özen gösterdiklerini görmek mümkündür. Bilindiği gibi başarı küçük detaylarda gizlidir. Ana işlerde sağlanmış başarı asla yeterli değildir. Dolayısıyla en ince ayrıntıların bile büyük bir özen ve ciddi bir ustalıkla yapılması gereklidir. Bunu sağlayabilmek için, en basit iş alanları bile en üst düzeyde ciddiye alınmalı yani o işler o alandaki en yetenekli insanlara verilmelidir.


[1] Nisâ, 4/58.

[2] Kasas, 28/26.